• Sonuç bulunamadı

13. SSCB’Đ Mirasçısı RF

13.1.2. Sovyet Sonrası Orta Asya

Orta Asya Rusya için ne ifade ediyor? Gorbaçov’un Rusya’nın kendi toprakları dışındaki yerlerden çekilerek ağır maliyetli yüklerinden kurtulma politikasının olduğu dönemlerde bu bölge eskiye nazaran pek dikkate alınmıyordu. Ancak Sovyetler, dağılmasından sonra bu bölgelerin kendi nüfuz alanından çıkmaması gerektiğini kavramıştır. 1992’de resmi olmayan bir raporda Savunma ve Dış Politika adlı bir raporda Kazakistan, Belarus ve Gürcistan anahtar ülkeler olarak gösterilmiştir. 1992’de Andrei Kozyrev Dışişleri Bakanıydı ve ilişkilerin ağırlığını Batı’ya vermiştir. Ancak 1993’den 1995’e kadar olan sürede Rus Dış Politikası bu bölgeye ağırlık vermeye başlamıştır. Söz konusu yaklaşım yukarıda da bahsedilen “Yakın Çevre Doktrini”dir. Bunun öncesinden Yeltsin tarafından onaylanan ve eski Sovyet topraklarındaki iç anlaşmazlıklara müdahaleyi öngören “Yeni Askeri Doktrin” bir ön hazırlık olmuştur. Özellikle korkulan iki konu vardı. Batı’nın ve başta Tacikistan, Özbekistan olmak üzere Müslüman hükümetlerin güç kazanmasıydı. Đlk denemelerini Tacikistan ve

99

Purtaş, s. 187 – 189

100

Erol Mütercimler, 21. Yüzyılın Eşiğinde Uluslararası Sistem ve Türkiye – Türk Cumhuriyetleri Đlişkiler

Modeli, 1. Basım, Đstanbul: Anahtar Kitaplar, 1993, s.19

101

Oğan, s.45 – 46

102

Emin Gürses, Kafkasya’da Uluslararası Rekabet, Ankara: Avrasya Dosyası, Đlkbahar 2001 Fasikül:23 Cilt:7 Sayı:1, s.260

Çeçenistan’da yapan Rus ordusu güçsüzlüğünün farkına varmıştır. Ayrıca bölge ülkelerini tedirgin etmiştir. Silahlı güçlerinin zayıflığını gören Rusya 1996 yılında itibaren ekonomik alanda ilerlemeye gayret göstermiş, bunu özellikle petrol, gaz ve elektrik ticaretiyle yapmaya çalışmıştır. 1997 yılında Türkiye ile yapmış oldukları Mavi Akım ve Çin’le yapmış oldukları enerji anlaşmaları bu politikanın ilk meyvelerindendir103.

Ayrıca 1995 yılında Türkmenistan hariç bütün Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle kolektif bir güvenlik anlaşması imzalamayı başarmıştır. Bu anlaşma ortak güvenlik sisteminin ana hatlarını çizmektedir. Yine Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden çeşitli yorumlar gelmektedir. Mesela Đslam Kerimov, Rusya’dan farklı bir yorumla NATO’nun genişlemesine karşı olmadıklarını, nüfusundaki %30’lu Rusu ve Rusya’ya coğrafi, ticari yakınlığını göz önünde bulundurmak zorunda olan Kazakistan ise hem ABD hem Rusya’yı müttefik olarak görmek istediğini bildirmektedir104.

90’ların ortalarından beri Orta Asya’da ciddi bir işbirliği oluşturmaya çalışan ABD 11 Eylül saldırılarının ardından birkaç gün içerisinde Özbekistan’da bir üs edinmiştir. Aynı paralelde Azerbaycan ve Gürcistan da ABD’nin bölgedeki varlığından güvenlikleri ve kalkınmaları açısından memnun olmuştur. Ne var ki, ABD’nin insan hakları konusunu gündeme getirmesi, bu devletleri kimi zaman Rusya, Đran ve Çin’e yöneltiyordu. Kendi içerisinde aşırıcı gruplara karşı ABD’den beklediği desteği alamayan Özbekistan, 2001 yılında Şanghay Beşlisine altıncı üye olarak katılmış ve bunun sonrasında kurum örgüte dönüşmüştür. 2001 yılının ortalarına kadar bölgede Rusya ve Çin’in daha etkin olduğunu söylemek mümkündür105.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kafkaslar, etnik yapısı, ticari ve tabii zenginlikleri dolayısıyla dünya kamuoyunun dikkatini üzerine çeken bölgelerden biri olmuştur. Kafkaslarda özellikle Azerbaycan’da petrolün bulunması başta Rusya olmak üzere Batılı sömürgeci devletleri harekete geçirmiş ve bölgede hakimiyet kurma mücadelesini hızlandırmıştır. Fakat Rusya, 1828 yılından itibaren bölgeye hakim olan tek ülke olmuştur. Rusya idaresi eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki ihtilafları körükleyerek yeni istiklalini elde etmiş bu cumhuriyetlerin sözde emniyetini sağlamak için o cumhuriyetlere Rus birliklerini

103

Lena Jonson, Russia and Central Asia A ew Web of Relations, 1. Basım, London: Royal Institute of International Affairs, 1998, s.16 – 19

104

A.g.e, s.31

105

Esra Hatipoğlu, 11 Eylül Sonrası Rusya ve ABD’nin Orta Asya Politikası, Değişen Dünyada Rusya ve

yeniden konuşlandırarak oralarda söz sahibi olmak istiyor. Bugün Azerbaycan, Ukrayna, Moldovya ve Baltık Cumhuriyetleri hariç diğer cumhuriyetlerde Rus birlikleri konuşlandırılmış bulunmaktadır. Gürcistan’a karşı Abhazya hareketini, Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı destekleyen, Çeçen halkının bağımsızlığını tanımayan, BTC (Bakü – Tiflis – Ceyhan) petrol boru hattından hoşnut olmamış bir Rusya söz konusudur106. Kafkasya’nın Kuzeyini önemli kılan Rusya’nın Hazar ve Karadeniz’e çıkışını sağlamasıdır107.

Rusya’nın Batı’yla arasında adeta bir sınır noktası olması dolayısıyla Ukrayna’dan kısaca bahsetmekte yarar vardır. Ukrayna 1991 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından en başından beri amacının Orta ve Batı Avrupa ile ABD ile sıkı bağlar kurmak, kendini batıya yönlendirmek olduğunu söylemiştir. Ne var ki haklı sebeplerden dolayı Rusya’ya bağımlılığı söz konusudur. Kısaca ifade edecek olursak söz konusu sebepler şunlardır; Ukrayna’nın kimlik arayışı ve BDT’ye olan farklı yaklaşımı, Ukrayna’daki nükleer gücün kontrolü, Rusya’nın Karadeniz Filosu’nun çözülmesi ve Ukrayna’nın Kırım üzerindeki toprak iddiaları, Ukrayna’da yaşayan 11 milyon Rus ve Rusça konuşan azınlığın siyasal etkileri108.

14. 11 Eylül Olayları

Ve 21. yüzyılın en tartışılan ve en fazla açılıma sahip olan hadisesi 11 Eylül. Kimilerine göre bir komplodan ibaret olan olay109, kimilerine göre dünyadaki radikalleşmenin en net sonucuydu. 11 Eylül günü ABD’nin New York eyaletinde bulunan ve dünya sermayesinin kalbi olan Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerine saldırılarda bulunuldu. Uçaklarla yapılan bu intihar eylemi sonucunda çelik konstrüksiyonlar yüksek basınç ve ısı artışı dolayısıyla çökmüştür. Bu hadise üç bin insanın hayatına mal olmuştur. Olayın üzerinden saatler geçmesinden sonra ABD Başkanı Bush, bu saldırının bir savaş olduğunu ifade etmiştir. Buna ilaveten söz konusu savaşta ya ABD tarafında ya da karşısında olacaklarını ve herkesin net bir şekilde tavrını belli etmesini istemiştir. Aynı gün NATO kuruluş sözleşmesinin 5. maddesini ilk kez hayata geçirme kararı almıştır. 14 Eylül günü Kongre Bush’a savaş yetkisi verip 40

106

Mehmet Saray, Türkiye ve Yakın Komşuları, 1. Basım, Ankara: Divan Yayıncılık, 2006, s. 235 – 240

107

Aydın Đbrahimov, Doç. Dr. Mustafa Mutluer, Kafkasya’da Desintegrasyondan Bütünleşmeye Doğru

Gelişmeler ve Türkiye’nin Rolü, ODTÜ Uluslararası Đlişkiler Konferansı 3 – 5 Temmuz 2002, ODTÜ,1.

Basım, Ankara, Çantay Kitabevi, 2003, s.117 – 122

108

Günhan Turan, “Bağımsız Ukrayna’nın Dış Politika Seçenekleri”, Değişen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Erhan Büyükakıncı (derl.), s.369

109

milyar dolarlık “terörle savaş” bütçesi tahsis etmiştir. 16 Eylül’de saldırıyı düzenleyenlerin Arap kökenli, üniversite eğitimi almış başta Almanya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde mukim Müslümanlar olduğu iddia edilmiştir. Sıra bu kişilerin bir örgütle ilişkilendirilmesine gelmiştir ki o örgüt El Kaide ve örgüt lideri Sovyet işgaline karşı mücadele edenlerden biri olan Usame bin Ladin’dir110.

SSCB’nin yıkılmasından sonra komünizmin yerine tanımlanan düşman, uydurulan ve kavramsal olarak boşlukta kalan sözde radikal Đslam olmuştur. Üstelik bu radikalizm bir zamanlar ABD’nin Kızıl’a karşı beslediği bir akımdır. Bu kez kendi besleyip büyüttüğü “Yeşil Kuşak” ABD’yi vurmuştur. ABD sadece Afganistan, Irak, Libya, Sudan gibi Müslüman ülkeleri değil aynı zamanda Kuzey Kore gibi bir ülkeyi de haydut devlet olarak yaftalamıştır. Bu saldırılar bahane edilerek önce Afganistan’a daha sonra Irak’a girilmiştir. Görünen o ki bu liste daha da kabaracak111. Şer ekseni devletlerine dair sanılar Bush Doktrini olarak anılmaktadır. Doktrine göre potansiyel tehditleri aktif hale gelmeden yok etmeyi amaçlayan “önleyici saldırı” konsepti, ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgelerine de girmiştir. Bu doktrinin ilk uygulamasını ise 11 Eylül terör saldırılarının en önde gelen zanlısı olan El – Kaide örgütünün kendisine üs edindiği Afganistan’a karşı giriştiği operasyonla göstermiştir. ABD Başkanı, dünyada yeni bir düzenin doğduğunu ifade ediyordu. Zira terörle mücadele global bir şekil almıştır. Bu noktada 1990’larda Sovyetlerin yıkılması sonrasında ortaya atılan tezler içerisinde iki tezden bahsetmek gerekir. Bunlar Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” ve Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezleridir112.

Kısaca bu tezlerden bahsedecek olursak Huntington’un tezine göre dünya siyaseti yeni bir döneme girmekte, bu yeni dönemde dünyadaki anlaşmazlıklar ne ideolojik ne de ekonomik olacaktır. Söz konusu çatışmaların esas kaynağı kültürel olacaktır. Dünya arenasında ulusal devletler en güçlü aktörler olarak kalacak ama küresel siyasetin temel çatışmaları uluslar ve değişik medeniyetler arasında olacaktır. Bu şekilde öngörüleri olan Huntington’a göre dünyadaki hâkim olan Batı, Konfüçyüs, Japon, Đslam, Hindu, Slav – Ortodoks, Latin Amerika ve muhtemelen Afrika medeniyetleridir113. Genel itibariyle yüzyıllar içerisinde oluşan kültürlerin bir kimlik tanımlaması olacağını içeren teze karşılık Fukuyama artık insanlığın

110

M. Ali Đzmir, Yeni Dünya Düzeni, 1. Basım, Đstanbul: Gündem Yayınları, 2003, s.11 – 13

111

Ahmet Özer, 11 Eylül ABD Türkiye ve Küreselleşme, 1. Baskı, Đstanbul: Peri Yayınları, 2003, s.49 – 54

112

Birol Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, 1. Baskı, Konya: Tablet Kitabevi, 2006, s.11 – 17

113

Samuel P. Huntington, “Clash of Civilizations”, Foreign Affairs Agenda, The ew Shape of World

barış içerisinde yaşacayağını iddia etmiştir. Ne var ki, bu tez hemen gerçekler tarafından alt üst olmuştur.

Bu noktada şu ayrıntıyı ifade etmek söz konusu süreci daha iyi anlamamıza yardımcı olabilecektir. ABD için Đslam dünyası, petrol ve diğer doğal kaynaklar, silah pazarı, jeopolitik, stratejik ve siyasi güç dengesi gibi oldukça araçsal hedefler anlamına gelmektedir. ABD, Đslam dünyasındaki sorunların sadece askeri yöntemlerle çözülebileceği düşüncesiyle, yoğun bir şekilde askeri güç gösterisi ve müdahalesi yapmaktadır. Irak, Libya, Afganistan, Đran’a dönük politikaları bunun bariz örnekleridir. Birkaç örnek daha vermek gerekirse uzun yıllar Saddam rejimini özellikle Đran’a karşı destekleyen Amerika daha sonra bu diktatörü Hitler’e benzetmiştir, aynı Amerika Irak’ta insan hakları derken Sırbistan – Bosna savaşının ancak ilk üç yılından sonra yoğun müdahale kararı almıştır. Yine insan katili Miloseviç, uluslararası mahkemeye teslim edilirken aynı metot Saddam’a karşı izlenmemiştir. Amerika’nın benzer şekilde demokrasi değil kendi yandaşı rejimlerin taraftarı ve destekçisi olduğu Đran Şah zamanında ve sonrasında görülmektedir. Türkiye’de yaşanan darbelerin arkasında Amerika’nın olduğu gerçeği herkesçe bilinmektedir114.