• Sonuç bulunamadı

II. SOĞUK SAVAŞ DÖEMĐDE TÜRKĐYE – ABD – RUSYA ĐLĐŞKĐLERĐ

1. Sovyet Talepleri, Đngiltere’den ABD’ye Geçen Süper Güç

1.1.2. Menderes’le Yeni Açılımlar

Menderes, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra yeni ittifaklar kurmaya yönelmiştir. Kafasında, Türkiye konumu itibariyle Güney Akdeniz’in doğal lideridir. Yugoslavya’nın Stalin kaynaklı tek yanlı politikalarından sıkılıp Batı’ya yaklaşması Balkanlar’da bir ittifakı gündeme getirmiştir. Türkiye, Yunanistan bu güç boşluğunu değerlendirmek istemişlerdir. Mareşal Tito da aynı görüşleri paylaşıyordu. Yugoslavya’nın coğrafyası, askeri gücü ve komünist bloğu bölme potansiyeli Batı’nın bu pakta desteğini pekiştirmiştir. Đttifak arayışlarının temel sebebi geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Sovyetlerin sadece batı bloğu ülkelerine yönelmiş Yunanistan’a ve özellikle Türkiye’ye yönelik tehditleri değil, aynı zamanda Yugoslavya’yı dikkate almayan tavrıdır. Uzun süren görüşmeler ve karşılıklı çeşitli teklifler neticesinde Balkan Đttifakı 1953 yılında imzalanmıştır. Menderes bu anlaşmadan çok şey beklemişse de umduğunu bulamamıştır. Zira Kıbrıs nedeniyle Türk – Yunan ilişkileri gerginleşecek, Stalin sonrası yönetimin barış saldırıları etki etse de Yugoslavya Mareşal Tito önderliğinde tarafsızlık politikasına yönelecektir134.

Yukarıda da bahsedildiği gibi Đngiltere Türkiye’nin NATO üyeliğine Orta Doğu Komutanlığı’na katkı vermesi halinde destek vereceğini açıklamıştı. ABD, bu girişimi uygun bulmuştur. Zira Suudi Arabistan’daki petrol şirketlerinin Süveyş Kanalı’nı kullanmaları sorunsuz bir şekilde devam etmeliydi. Ayrıca tüm Orta Doğu Batı bloğunun kontrolü altında olmalıydı. Bu birlikte Mısır’ın aktif olarak yer alması ve bahsedilen örgüte üs vermesi gerekiyordu. Ancak Mısır hükümeti, bu öneriyi kesin bir dille reddetmiştir. Yeni önerilere rağmen Mısır kararını değiştirmemiş ve Đngiliz askerlerinin topraklarından çekilmesini istemiştir. Bu süreç, Türkiye’nin Arap ülkeleri arasındaki imajını olumsuz etkilemiştir. Başta Mısır olmak üzere Arap dünyasının tepkisi üzerine ABD Orta Doğu’nun savunması konusunda liderliği ele almıştır. Sovyetleri bu bölgede çevreleme amacı güden ABD, Türkiye önderliğinde Bağdat Paktı’nı teşvik etmiştir135.

ABD Dışişleri Bakanı Fulles’ın Türkiye’ye desteğini bildirmesinden sonra görüşmeler neticesinde Pakistan ile anlaşma imzalanmıştır. Batı cephesinde Fransa bölgesel pakt oluşturma fikrine karşı çıkarken Sovyetler anlaşmanın doğrudan kendi güvenliğiyle alakalı

134

Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, s.51 – 56

135

olduğunu söyleyerek Türkiye’yi uyarmıştır136. Ancak Türk yetkililer, girişimlerine devam etmiş ve batıyla bütünleşmek isteyen Nuri al Said, Irak’ı da anlaşmaya dâhil olmuştur. Başta Mısır lideri Nasır olmak üzere Arap dünyası bu duruma tepki göstermiş, Irak’ı emperyalist Batı’nın ve Đsrail’in dostu olmakla, Arap bloğundan kopmakla suçlamıştır. ABD, doğrudan pakta katılıp Arap ülkelerini Sovyetler tarafına kaydırmak istemediğinden ve Đsrail’le olan özel ilişkilerinden dolayı mali ve siyasal destek vermekle yetinmiştir. Paktın kurulmasıyla Türk – Sovyet ilişkileri yeniden gerginleşmiştir. Ancak Türkiye’nin de kendince haklı gerekçeleri vardır. Zira Arap – Đsrail savaşının getirdiği ortamda Sovyetler, başta Mısır ve Suriye olmak üzere Orta Doğu’da egemen olmaya çalışmıştır. Balkanlardan çevrilmiş bir Türkiye aynı tehlikeyi güneyinde de hissetmeye başlamıştır. Sovyetler ise Türkiye’yi emperyalist batı ülkelerinin bölgedeki jandarması olarak görmüştür. Đran’ın da katıldığı örgüt bir müddet sonra üye ülkelerdeki gelişmeler üzerine kâğıt üzerinde kalacaktır137.

1.1.3. 1957 Türkiye Cumhuriyeti – Suriye Gerginliği

1958 yılında Irak’ta monarşinin yıkılmasıyla Türkiye hem Arap dünyasında dostsuz kalacak hem de Bağdat Paktı’nın işlevselliğini kaybetmesini sadece izleyebilecektir. Arap dünyasıyla tatsız ilişkiler dönemine giren Türkiye Suriye’yle 1957 yılında dünyanın süper güçlerinin rol aldığı bir gerginlik yaşamıştır. Yılsonuna doğru biten bu kriz her an savaşa gebe bir seyir izlemiş ve Türkiye’yi Arap dünyasıyla karşı karşıya getirmiştir. Türkiye, 1958’de Irak ve Lübnan’da çıkan krizlerde Batının yanında yer alacaktır. Nihayet böylece Türkiye, 1960’ların başlarında Arap dünyasından izole edilmiş durumdadır. Bu adeta Sovyet baskıları neticesinde batıyla yapılmış mecburi işbirliğinin talihsiz bir sonucudur138.

1957 Süveyş Krizi, bölgenin kilit olaylarından biri olmuştur. I. Bölümde sebepleri açıklanmış olan Süveyş Krizi sonrasında Mısır ve Arap ülkelerinin Sovyetlere kurtarıcı gözüyle bakmaları başta ABD olmak üzere Türkiye’yi endişelendirmiştir. Türkiye, ABD’nin politikasına paralel olarak krizden sonra Đngiltere ve Fransa’yı onaylamadıklarını ifade etmişlerdir. Söz konusu krizden sonra ABD Arap yanlısı bir politika izlemiş ve Eisenhower Doktrini ilan edilmiştir. Türkiye’den derhal doktrine destek gelmiştir. Ülkedeki ortak kanı bu

136

Hashim S. H. Behbehani, The Soviet Union and Arab ationalism 1917 – 1966, 1. Basım, London: KPI Limited, 1986, s.130 – 131

137

Uslu, Türk Amerikan Đlişkileri, s.115 – 122

138

Ömer Kürkçüoğlu, “Development of Turkish – Arab Relations”, Ali L. Karaosmanoğlu, Seyfi Taşhan (Ed.),

doktrinin Orta Doğu’ya barış ve istikrar getireceği yönündeydi. Bu doktrinle ABD “sınırlı savaş” anlayışını geliştirmiştir. Buna göre tehlike görüldüğü noktada durdurulmaya çalışılacak ve böylece savaşın yayılması önlenecekti. Türkiye’ye yardımların artırılması, Lübnan çıkarması, Türk topraklarına Jüpiter füzelerinin yerleştirilmesi ve Bağdat Paktı bu doktrinin Türk dış politikasında meydana getirdiği sonuçlar olarak görülebilir139.

Süveyş krizinin bir önemli sonucu da Türkiye – Suriye gerginliğidir. Eisenhower Doktrininden önce Suriye’nin Sovyetlerden silah alması ve Sovyet yanlısı politikaları ABD ve Türkiye’yi endişelendirmiştir. Batı devletlerinin kaygısı ise petrol borularının Suriye’den geçmesiydi. Bu sırada Ankara’nın askeri manevralara başlayıp asker yığması ve Kral Faysal’ın parlamentoyu kapatıp sıkıyönetim ilan etmesi ortalığı ateşledi. Bu süreçte komünist eğilimli bir generalin ordunun başına getirilmesi ve Sovyetlerin Suriye’ye silah yardımı yapması ABD’yi endişelendirmiştir. Sovyet lider Kruşçev ise Türkiye’nin Suriye’ye saldırma niyetinden ve böyle bir durum halinde kayıtsız kalmayacaklarını ifade etmiştir. Ayrıca başarılı Sputnik denemesi, Sovyetleri cesaretlendirmiştir. Aylar süren bu gerilim tarafların karşılıklı olarak askerlerini çekmesiyle nihayete ermiştir. Bu bunalım sonunda Türkiye, ABD’ye paralel olarak Orta Doğu’da Arap ülkelerle temas halinde olmaya başlayacaktır140.

1958 yılının yazında artan Arap milliyetçiliği ve Arap nüfusu, sonrasında Lübnan Krizi patlak vermiştir. Tekrar seçilmesi mümkün olmayan Chamoun, Eisenhower Doktrini’ni kullanarak anayasayı değiştirmeye çalışmıştır. Lübnan parlamentosu, bu doktrini ABD’nin kendi topraklarında üs istemesi nedeniyle reddetmiştir. Bu tarihlerde Suriye ve Mısır’ın birleşmesi ülkede heyecan uyandırmış ve sivil savaşa neden olmuştur. Arap Ligi ve BM Güvenlik Konseyi’nde bu durumdan Chamoun sorumlu tutulmuştur. Aynı sıralarda Irak’ta monarşinin yıkılması ve Bağdat Paktı’ndan çekilmesi, ABD’nin bölgede tepki görmesi Sovyetlerin bölgede etkinliğini artırmasına yardımcı olmuştur. Krizde Türkiye ABD tarafında yer almıştır141.

139

Oral Sander, Türk – Amerikan Đlişkileri 1947 – 1964, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 427, Ankara: 1979, s.149 – 154

140

A.g.e. s.155 – 163

141