• Sonuç bulunamadı

SOSYOLOJİDE BEN/BİZ VE ÖTEKİ

Sosyoloji, toplum bilimi anlamına gelmektedir. “Sosyoloji toplumsalın olduğu gibi düşünce konusu yapılmasını içerir; siyasal kurumların, hükümet biçimlerinin toplumsal üstyapıya indirgenmesini ya da toplumsal düzenin yapısal belirtilerinden çıkarsanmasını içermez.”352 Sosyolojinin kurucuları Charles-Louis de Secondat Baron de Montesquieu, Auguste Comte, Karl Marx, Alexis de Tocqueville gibi isimlerdir. Sosyoloji altın çağına ise Emile Durkheim, Vilfredo Pareto, Max Weber gibi isimler sayesinde ulaşır. Sosyolojide, toplumsal olanı ya da toplumun içindeki bütünlük arz eden bir yapıyı ifade etmek üzere ben yerine “biz” kavramı kullanılmaktadır. Dolayısıyla sosyolojide geçerli olan araştırma konusu biz-öteki ilişkisidir. Zaten sosyolojinin temel inceleme konusu da aslında bu ilişkidir. Bu bağlamda toplumsal bölünmeler, toplumsal sınıf, toplumsal cinsiyet ilişkileri, ırk ve etnisite temelli ilişkiler, iktidar ve devletle ilişkiler, inanca bağlı ilişkiler, aile içi

350 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 279. 351 A.y.

352 Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev. Korkmaz Alemdar, 4. bs., Ank., Bilgi

ilişkiler gibi çok geniş bir alanda aynı konunun farklı yönleri ele alınmaktadır.353 Günümüzde natüralistik, yorumlayıcı ve değerlendirici temel başlıkları altında pek çok sosyoloji kuramı kullanılmaktadır.354 Dominique Schnapper, sosyolojideki öteki kavramının ortaya çıkışıyla ilgili şu açıklamaları yapar:

“Öteki ile ilişki ve başkalık üstüne düşünce modern toplumla birlikte doğmadı. Öteki’ni düşünme yolları Yunan Antik Çağı’ndan bu yana gelişerek bize miras kaldı; bu arada, Yeni Dünya’nın keşfedilmesi sonlu bir dünyada hakların, ülkelerin ve yaşam tarzlarının sonsuz çeşitlilik içinde olabileceğini hesaba katmayı dayattı. Daha sonra modern siyasal toplumun ortaya çıkması iki temel kırılmaya yol açtı.”355

Schnapper, öteki’nin tarihsel biçimlerinin iki farklı şekilde zuhur ettiği kanaatindedir. İlki farklı toplum çeşitlerine göre belirlenir ve her toplum kendi değerlerini yücelterek ve kutsayarak öteki’ni “kendisinin eksik hâli”356 gibi görme eğilimindedir.357

“Farkların olduğu gibi kabullenildiği, saptamadan norma ya da olgudan siyasete geçildiği koşullarda bu siyaset kaçınılmaz olarak çeşitli grupların varlığının billurlaşmasına veya onaylanmasına katkıda bulunurdu. Farklılaştırıcı tutum, saldırgan biçimiyle Öteki’nin reddini öneren özgün bir biçimde ortaya çıktı: Kendi ile Öteki arasındaki fark, farklı olanın çıkarılması, dışlanması ya da en uç durumda yok edilmesiyle sürdürülmeye çalışıldı. Irkçılığın mantığı budur ve Taguieff bu mantığı da temellerini kendi kendini ırklaştırmadan alan farklılaştırıcı/miksofob olarak nitelendirir.”358

353 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Tony Bilton vd., Sosyoloji, 2. bs., Ank., Siyasal Kitabevi, 2009.

354 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Margaret M. Poloma, Çağdaş Sosyoloji Kuramı, Çev. Hayriye Erbaş, 4.

bs., Ank., Palme Yay., ©2011.

355 Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki İle İlişki, Çev. Ayşegül

Sönmezay, İst., İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2005, s. 25.

356 A.e., s. 25-26.

357 “Bu tutum, çeşitli biçimlerde kendisini gösterir. En elverişli entelektüel ifadesini de Montaigne’de,

Amerika’nın keşfiyle birlikte gelenek ve göreneklerde ortaya çıkan çeşitlilik için onun gösterdiği hoşgörüde bulur; ne var ki bu hoşgörü az ya da çok, ama mutlak olarak aşağılayıcıdır.” A.e., s. 26.

Bu ilk eğilimin zıddı ise evrenselcilik olarak görülmektedir. Evrenselcilik genel olarak “insan türünün birliğini iddia eder”359. İnsanların eşit olduklarını savunur ve “Ötekinin bir başka kendi olduğunu öne sürer”.360 Evrenselcilik ilkesi ise asimilasyon tehlikesi taşır:

“Bu durumda, ‘Ben’ Öteki’yi, bütünlüğü olan, benle aynı hakları taşıyan insani bir varlık olarak görür. Ne var ki, başkasının özdeş olduğunu düşünmeden eşit olabileceğini tasarlamak zor olduğu için ‘Ben’ onu kendi özgürlüğü içinde algılamaz. Öteki, ‘Ben’ gibi olmak durumundadır. Evrensel olan, ‘Ben’in kültüründe asimile edilir. Böylelikle ‘Ben’ asimilasyoncu siyaseti uygulamaya koyabilir; sonunda Öteki’nin kültürünü kökten kazır ve kendinde soğurur. Bütün insanların kimliği eşit kabul edilse de ötekinin kimliği olduğu gibi kabul edilmez. Ve aynı zamanda hem eşitliği hem de farklı düşünme yoksunu olunduğu için alt-insanlık ya da insan olmamadan söz edilerek bazılarını mahkûm etme tehlikesiyle karşı karşıya kalınır. En saldırgan siyasal biçimiyle bu, emperyalist/sömürgeci ya da asimilasyoncu ırkçılığın mantığıdır. Burada söz konusu olan Öteki’ni dışlamak değil, kendine benzetebildiği ölçüde onu inkâr ederek içine almaktır.”361

Sonuçta ortaya çıkan sahte bir evrenselcilik anlayışıdır. Yukarıda bahsedilen her iki düşünce sistemi de “Öteki olarak Öteki’ni reddeder”362. Sosyoloji bu iki durumun da üstesinden gelinebilmesi için çözüm yolları arar. Sosyolojinin babası sayılan Montesquieu aynı zamanda sosyolojideki evrenselci akımın da babasıdır. “Düşüncelerinde farkçılık ile asimilasyonculuk arasındaki çatışkıyı aşmaya, yani Öteki’ni özel tarihsel birey olma özgüllüğü içinde kabul etmeye çalışarak ve insanlar arası ilişkilerde evrensellik ufkunu koruyarak sosyolojinin zihinsel bakış açısını kur[ar]” ve çözüm yolu olarak da “kabul düşüncesi”ni teklif eder.363 Bu yaklaşımda insanların uluslar üstü ortak bütünlüğüne işaret eder. Biyolojik evrenselcilik 359 A.e., s. 27. 360 A.y. 361 A.e., s. 27-28. 362 A.e., s. 28. 363 A.e., s. 31.

kapsamında Batı’da hızla gelişen ırkçılığa karşı tepkilerin sosyolojinin önemli isimleri Weber ve Durkheim gelir. Weber bu bağlamda etnik ya da ırk temelli toplumlar arasındaki ilişkileri inceler. Weber ve Durkheim, “sosyoloji tasarısının esas olarak ırkçılık karşıtı özellik taşıdığını ortaya koy[arlar]”.364 İlerleyen dönemde “ırksız ırkçılık” ya da “‘kültür’ün yerine ‘ırk’ı koyarak ırkçı düşüncenin özünü muhafaza eden kültür belirlenimciliği” gelişir.365 Bir başka başlık konusu ise “doğuştan farklar” ile “öğrenilmiş farklar” üzerinden gündeme gelir.366 Tabii bu arada bir topluluğa karşı bir bireyin durumu ve itaat süreci, ötekileştirilmekten kurtulma çabası da önemli bir başlık olarak incelenmeye değer bulunur. Toplumdaki gruplar arasındaki ben-öteki ilişkisi bağlamında gerçekleştirilen ilişkilerin mahiyeti ve çatışma sebepleriyle sorunlarının belirlenmesine yönelik çalışmalar da yapılır. Sömürge sonrası toplumlarda ortaya çıkan kimlik bunalımlarının sebebi de yine aynı kapsamda değerlendirilen konu başlıklarıdır.

Yukarıda bahsedilen Batı’nın ötekileştirme yönteminin ifşa edilmesine yönelik olarak yazılan ve ülkemizde hakkında ve üzerinden çok söz söylenmiş bir eser olan Oryantalizm/Şarkiyatçılık, konunun farklı disiplinler açısından ele alınmasına ve yorumlanmasına zemin hazırlar ve bu çalışmalara kaynaklık eder. Edward Said, Batı’nın sömürgecilik anlayışı doğrultusunda gelişen oryantalizm savını “Şarkiyat”, “Doğubilim” isimleriyle de anar. Said’e göre oryantalizm, büyük bir uygarlık olan ve “fikirleri, hayalleri, kişiliği ve deneyleri ile kontrastlar yaratarak Avrupa’nın (yahut Batı’nın) tarifini kolaylaştır[an]” Doğu üzerine Batı tarafından geliştirilen ve Doğu’nun “kültürel ve ideolojik açıdan değişik bir anlatım şekli, kelime hazinesi, bir eğitim ve öğretim; kurumlar beraberliği, hayaller ve düşünceler toplamı, doktrinler ve hatta sömürge yönetimi için gerekli bürokrat kadrolar ve yerli yönetim elemanlarıdır”.367 Said çok geniş bir kapsamda tanımladığı oryantalizmi, Batı’nın Doğu’ya yaklaşımını ve onunla ilişkilerini belirleyen bu ilişkilerin temel paradigması olarak tanımlar. Said’e göre “Oryantalizm hitabetle birlikte düşünülmediği takdirde Avrupa kültürünü Doğu’yu yönetmek, hatta yeniden canlandırmak, siyaset, sosyoloji, askerlik, ideoloji, bilim ve hayal gücü alanlarında

364 A.e., s. 107. 365 A.y. 366 A.e., s. 122.

ona yön vermek için kullandığı ileri ölçülerde sistemleştirilmiş disiplini fark etmek imkânsızdır.”368 Bu açıdan ele alınan Batı’nın ortaya koyduğu eserlerin pek çoğundaki hâkim bakış açısı da budur. Batı’nın yüzyıllar içerisinde yavaş yavaş geliştirdiği öteki’yi/Doğu’yu tanıma, tanımlama, okuma şekli zaman içinde hâkim bakış açısı hâline gelmiş hatta Doğulu aydının da fark etmeden teslim olduğu ve zihninde yer açtığı bir düşünme şekli ve yaşam pratiği olmuştur. Bu anlamda Said’in dikkat çektiği husus yukarıda sosyoloji kapsamında ele alınan ve tanımlanan ben- öteki ilişkilerinden ikincisine dâhil olmakta ve ötekini silmek ya da kendine

benzetmek, dönüştürmek şeklinde sömürgecilik anlayışının paralelinde

gelişmektedir.

Tez çalışmasında temel olarak, konunun da yönlendirmesiyle ben-öteki ilişkisi üzerinden bir okuma şekli benimsendiğinden sosyoloji kapsamındaki biz- öteki ilişkilerinin ele alınması çalışmanın kapsamı dışında kalmakta ancak gerekli bölümlerde ben-öteki ilişkilerine etkileri bakımından ikinci derecede sosyolojinin konuya getirdiği farklı yaklaşımlardan faydalanılmaktadır.