• Sonuç bulunamadı

ROMANDA TANITILIŞLARINA GÖRE KİŞİLER

Karakter kavramının ortaya atıldığı dönemde kavramı tanımlamak için daha önceki döneme ait olanı, daha sığ ve düz olanı belirtmek üzere ‘tip’ kavramından faydalanılmaya başlandığı görülür. Bu bağlamda da tip ve karakter ayrımına işaret eden sınıflandırmalar yapılır. Bunlardan en çok tanınanı E. M. Forster’ın “düz- yavarlak” karakter ayrımıdır.

E. M. Forster, “[y]alınkat kişilere […] kimi zaman ‘tip’, kimi zaman da ‘karikatür’ den[ildiğini]”65 belirterek yalınkat karakterlerden ‘tip’i anladığını açıkça söyler. İsmail Çetişli de konuyu aynı şekilde açıklar, Çetişli’ye göre: “Düz karakterlerin ‘tip’i çağrıştırması gibi, yuvarlak kahramanlar da ‘karakter’i çağrıştırırlar.”66 Bu noktada tip ve karakter kavramlarının iki farklı başlık altında değerlendirilmesi konunun açığa kavuşturulması açısından önem arz etmektedir.

On yedinci yüzyılda ‘düz karakterler’(humour)67, “insan mizacındaki hâkim unsurları temsil eden tipler ve karikatürler olarak tanımlanmış”68 olup E.M. Forster buradan hareketle “düz-yuvarlak karakter” ayrımına gider. E.M. Forster’ın Roman

Sanatı adlı kitabının iki farklı çevirisinde ‘düz’ ve ‘yalınkat’ tabirlerinin birbirinin

yerine kullanıldığı görülür. Manfred Jahn aynı kavramı karşılamak üzere ‘yalınkat karakter’ ya da ‘statik karakter’ tabirlerini tercih eder.69 W. J. Harvey ise ‘stereotip’ tabirini yeğler. 70

E. M. Forster’ın ‘düz karakter’ olarak tanımladığı tip hakkında söyledikleri şu şekilde maddeler halinde sıralabilir:

1. “İki boyutlu roman karakterleri”dir.71

2. “Tek bir fikrin veya niteliğin sembolüdür.” 72 3. Okuyucuyu şaşırtmazlar. 73

65 E. M. Forster, Roman Sanatı, Çev. Ünal Aytür, 2. bs., İst., Adam Yay., 1985, s. 108. 66 İsmail Çetişli, a.g.e., s. 69.

67 E. M. Forster, a.g.e., s. 108.

68 E. M. Forster, “Düz ve Yuvarlak Karakterler”, Roman Teorisi, s. 164.

69 Manfred Jahn, Anlatıbilim, Çev. Bahar Dervişcemaloğlu, İst., Dergâh Yay., 2012, s. 116.

70 W.J. Harvey, “Romanda Sosyal Ortam”, Roman Teorisi, Çev. Sevim Kantarcıoğlu, Haz. Philip

Stevick, 2. bs., Ank., Akçağ Yay., 2004, s. 171.

71 E. M. Forster, “Düz ve Yuvarlak Karakterler”, a.g.e., s. 167. 72 A.e., s. 164.

4. “[D]üz bir karakter […] bir cümle ile tanımlanabilir” ve bu cümle düz karakteri “tanıtmaya yeter; onun bunun dışında hiçbir varlığı yoktur; ne hoşlandığı şeyler, ne de çok tutarlı bir şekilde yaratılmış olan bu” düz karakteri “karmaşık unsurlardan oluşmuş bir karakter yapan özel hırslar ve acılar vardır.” 74

5. “[O]nda bir fikrin sabit olarak yerleşeceği bir ortam yoktur” çünkü “O fikrin kendisidir ve sahip olduğu hayat, bu fikrin romanın diğer unsurlarıyla temasında yaydığı ışığa veya çıkardığı kıvılcıma bağlıdır.”75

6. Romanda görüldüklerinde hemen tanınırlar,

7. Yazarın söyleyeceklerini kendisini uğraştırmadan ifade etmesine olanak sağlarlar,

8. Okuyucuya sürekli yeniden yeniden tanıtılmalarına gerek yoktur, okuyucunun aklında rahatça kalırlar,

9. Karakterlerinin geliştirilmeleri gerekmez,

10. Her zaman yazarın elinin altında olan roman karakterleridir, kendi doğal ortamlarını beraberlerinde kurgulandıkları metne taşırlar,

11. “Romanda çeşitli amaçlara hizmet ederler”, 12. “[Ş]artlar tarafından değişikliğe uğratılma[zlar]”,

13. Kurgulandıkları roman ortadan kalksa da hayatiyetlerini sürdürürler,

14. “Kitaptaki zengin mizahın kaynağı,” düz karakterin mütemadiyen tekrarladığı cümle” olduğundan mizahi olmayan, “ciddi veya trajik bir düz karakter çok sıkıcıdır.”76

15. Romanda ‘düz karakterler’ kadar ‘yuvarlak karakter’lere de ihtiyaç vardır, günlük hayatın yansıtılmasına bu durum daha uygun düşer. 77

16. Düz karakterler de yuvarlak karakterler kadar canlı kurgulanabilirler ancak kurgulama açısından ‘düz karakterler’, yuvarlak karakterler’ kadar büyük bir başarı timsali değildirler. 78

17. İnandırıcı olmayan bir yuvarlak karakter aslı itibariyle düz bir karakterdir.79 74 A.e., s. 164. 75 A.y. 76 A.e., s. 164-166. 77 A.e., s. 165. 78 A.e., s. 166.

Forster, tespitlerinde düz ve yuvarlak karakterleri kesin olarak birbirinden ayırmaya çalışmaktadır. Açık noktalara yer bırakmamak için olabilirliklerin de yolunu kesmektedir. Forster’ın tanımlamasından tiplere ikinci derecede önemli ve işlevsel kişiler olarak yaklaştığı anlaşılmaktadır.

Tiple ilgili bu genel sınıflandırma pek çok tartışmayı da beraberinde getirir. Bu tartışmaları konuya yaklaşımları açısından ve ‘tip’ tarifleri üzerinden değerlendirmek fayda olacaktır:

a. Tipi düz ve ikinci derecede roman kişileri (tip, stereotip) olarak ele alarak tip üzerine tartışanlar:

W. J. Harvey ve E. M. Forster hemen hemen aynı görüştedirler. Harvey de ‘düz karakter’ hakkında söylenenlere katılır ancak düz karakterlere ‘tip’ değil ‘stereotip’ adını verir. “Eğer roman karakteri, çeşitli boyutlara sahip değilse, ona gerçek olmayan bir stereotip”80 denilebileceği tespitini yaparak ‘gerçekçilik’ ve boyutlu-karakter anlayışı üzerinden konuyu değerlendirdiğini dillendirir. Kısacası ona göre romanda ‘gerçekçi’ kurgulanan ‘karakter’ ise, ‘gerçekçi’ kurgulanmayan da ‘stereotip’tir. Harvey için “[i]yi bir roman, çeşitli taktiklerle, stereotiplerimizi bozar ve onlara çeşitli boyutlar kazandırır”81 yani iyi bir roman tipik kabullerimizi yıkar. Forster ve onun görüşünü paylaşanlara Murat Belge de eklenir. Belge’ye göre:

“‘Tip’in bireysel özelliklerden çok genel nitelikleri yansıtan bir kişi olması, kolay kalıplaşmasına yol açıyor. Kuramsal tartışmalarda ‘karakter’i savunanların bir bakıma haklı görünmelerinin nedeni budur. […] Gelgelelim, bu kalıplaşmış, klişeleşmiş roman kişisi için ille ‘tip’ deyimini kullanmamız, böylelikle de bu kelimeye bütünüyle olumsuz bir anlam vermemiz hiç gerekli değil. ”82

Aslında böylelikle Murat Belge, Forster’ın düz karakter diye tanımladığı tipi kendi içinde ayrıştıran Harvey’nin görüşünü benimser. Stereotip’in, “klişeleşmiş roman

79 A.e., s. 169.

80 W. J. Harvey, “Romanda Sosyal Ortam”, a.g.e., s. 171. 81 A.y.

kişisini anlatacak en iyi kelime” olduğunu ve stereotipin ancak “iki-boyutlu” (yazının devamında ise tek-yanlı tabirini kullanır) karakter şeklinde nitelendirilebileceğini belirtir. Belge’ye göre: “‘Stereotip’, yazarın gerçek anlamda bir insan yaratmadığı, zaten yaratılmış, orta malı olmuş kişileri kopya ettiği zaman ortaya çıkan roman kişisidir”83. Belge, edebiyatın bir “çoğaltma” değil “yaratma” ameliyesi olduğu görüşünden hareketle stereotiplerin mahkûm edilmesi gerektiği tezini savunur.84 Ancak halk edebiyatı mahsulleri de bu anlayışa göre birer “çoğaltma” ürünü olarak nitelendirilip mahkûm edilmiş olurlar. Gelenek dairesindeki eserlerin ‘özgünlük’ kıstası üzerinden değerlendirilme zorunluluğu doğar. Bu durum ise moderniteye ait bir kavram olan ‘özgünlük’ kavramını ve anlayışını geleneksel metinlerin değerlendirilmesinde dayatılan bir kıstas hâline getirir. Geleneksel anlatıdan romana aktarılan kimi tiplerin değersiz addedilmelerine sebep olur.

Ana karakter (kahraman)-yan karakter (tip) ayrımına tepki gösteren pek çok isimle karşılaşılır. Bunların bazıları tip bazıları ise stereotip kavramını kullansalar da aynı roman kişisinden bahsettikleri aşikârdır. James Wood, bu tür bir ayrımın (Forster’ın ayrımı) hatalı olduğu düşüncesindedir. James Wood’un bu tip bir tasnifte hatalı bulduğu noktalar şunlardır:

1. Okurlar, düz karakterlerden de yuvarlak karakterler kadar çok şey alabilirler.85

2. İçten görünen ve düşünürken daha çok kurgulanan bir karakter, dıştan gösterilen ve düşünürken daha az gösterilen bir karakterden daha canlı değildir. 86

3. Düz karakterler, romanda kendilerine daha az yer de ayrılmış olsa, daha az üzerlerinde çalışılmış da olsa, yuvarlak karakterlerden daha az ilgi çekici veya daha az canlı değildirler. Forster’ınkine benzer şekilde düz karakterlerin daha az ilgi çekici ve canlı olduğu yönündeki bir ön kabul pek çok düz karakteri doğrudan sınıflama dışında bırakmak anlamına gelmektedir.87

83 A.y. 84 A.e., s. 25.

85 James Wood, a.g.e., s. 70. 86 A.e., s. 74-75.

4. “Roman karakteri diye bir şey yoktur. Binlerce farklı insan çeşidi vardır: kimisi karmaşık, kimisi düz, kimisi derin, kimisi karikatürvari, kimisi gerçekçi bir şekilde resmedilmiş, kimisi de minör dokunuşlarla yaratılmıştır.”88 Dolayısıyla bu tür sınıflandırmalar yapmak her biri ayrı ayrı özel olan roman karakterlerinin kurgusal hususiyetlerini yitirmelerine sebep olabilmektedir.

5. Forster düz karakterlerin “seviyesini aşağıya çekmek ister” çünkü “En üst kategoriyi daha karmaşık ya da daha ayrıntılı karakterlere ayır[mak]” niyetindedir.89 Açıkçası Forster, düz karakter dediği tipleri aşağılar. Harvey ise tiplerin tamamını değil, stereotip adını verdiği bir kısmını aşağılar.

6. “[E]ğer düzlükten kastımız bir karakterse ve bu her zaman olmasa da çoğu zaman bir yan karakterse, her zaman olmasa da çoğu zaman bu karakter komikse, temel bir insan gerçekliğini veya özelliğini aydınlatma işlevini görüyorsa, en ilginç karakterlerin çoğu düzdür.”90 Konuya bu açıdan yaklaşıldığında yuvarlak karakterlerin daha ilginç olduğu iddiasının hatalı olduğu açıkça görülebilir.

7. “Kurmacada ‘karmaşıklık’ imkânsızdır çünkü her ne kadar kendilerince canlı da olsalar, kurmaca karakterler gerçek insanlarla aynı değildirler (gerçi gerçek hayatta da son derece düz olan, hiç de karmaşık gözükmeyen pek çok gerçek insan vardır...). Önemli olan ustalıktır; analiz, sorgulama, kaygı, hissedilen baskı ustalığıdır ve ustalık için ufak bir noktayı belirtmek yeterlidir”91 yani yapıyı ya da karakteri karmaşık hâle getirmek ustalık göstergesi değildir. Bu yüzden de tip kurgulayan romancılar daha az usta, karakter kurgulayanlar daha usta romancılar sayılamazlar.

8. Yuvarlak karakterler ilk bakışta okuyucuyu şaşırtsalar da okuyucu onları tanıyıp kurgulandıkları sosyal ortam içerisinde onları okumaya alıştıkça yuvarlak karakterler de artık okuyucuyu şaşırtmamaya başlarlar. Bu sebeple Forster’ın ‘yuvarlak karakterler’ her zaman şaşırtıcıdır ön kabulü hatalıdır. 92 88 A.y. 89 A.e., s. 86. 90 A.y.. 91 A.y. 92 A.e., s. 87.

James Wood’un Forster’ın tespitlerine gösterdiği tepki ve yukarıda sıralanan tespitleri çoğunlukla yerinde ve haklıdır. Forster’ın yaptığı sınıflandırma sadece kolaya kaçıştır.

b. Tarihsel-toplumsal işlevi açısından tipi tartışanlar:

‘Tip’ adlandırması ortaya atılışı itibariyle gerçekçi edebiyat geleneğinin bir mahsulüdür.93 Lukács’ın Hegel’in “dünya tarihi açısından önemli birey”94 tanımlamasından hareketle yaptığı “tip” tanımı, tarihi merkeze alan bir yaklaşımın ürünüdür. Lukács’a göre içinde yaşadıkları dönemin “tarihsel anlayışını ancak” “dönemin bütün tipik unsurlarını eksiksiz ve organik şekilde bünyelerinde barındır[an]”, “yaşadıkları dünyanın tamlığını barındıran ve sergileyen karakterler” temsil edebilirler.95 Zaten Lukács için “bir karakterin tüm özellikleri çağının rengini taşır.”96 Dolayısıyla tarihsel bir gerçekliğin simgesi olarak kurgulanan karakterler sadece tiplerdir. Yazara göre “Batı romanında bu ikinci derece karakterler, romancı romanı yoluyla bir şeyler söylemek istiyorsa, tezli bir roman yaratmak dileğindeyse” kullandığı tezini bağladığı karakterler hâlini almıştır.97 Mehmet Kaplan da tip tahlillerini benzeri bir tezden hareketle gerçekleştirir. Kaplan’a göre:

“Tipler sosyal bakımdan manalıdır. Onlar muayyen bir devirde toplumun inandığı temel kıymetleri temsil ederler. Bunlar arasında toplumun sevmediği, küçük gördüğü, alay ettiği tipler de vardır.”98

Lukács’ın tipe tarihselci yaklaşımını devam ettiren genel görüşe mukabil Murat Belge, estetik açısından ‘tip’ kavramının roman eleştirisinde kullanılmasının, eleştiride “edebiyat dışı bir ölçü”nün kullanılması anlamına geldiğinin altını çizer. ‘Tip’in toplumun tarihini yansıtan tipik karakter bağlamında ele alınması esasen

93 Zeynep Karabey, a.g.m., s. 100. (Hilmi Yavuz ile ‘tip’ kavramı üzerine söyleşi) 94 György Lukács, Tarihsel Roman, Çev. İsmail Doğan, Ank., Epos Yay., 2010, s. 149. 95 A.e., s. 148.

96 A.e., s. 147.

97 Zeynep Karabey, a.g.m., s. 96. (Berna Moran’la ‘tip’ kavramı üzerine söyleşi) 98 Mehmet Kaplan, a.g.e., s. 5.

roman dışı bir unsurun romana müdahil olmasına izin verilmesidir.99 Belge’ye göre tipik olan tarihî olana uygun mu yargısı ise gerçek ile kurgu olanın birbirinden ayrı olmadığı bir estetik görüş için ancak kıymet arz edebilecektir. Belge, zamanla gerçek ve yerel olanı anlatmanın bir tip yaratma uğraşısı haline dönüştüğü tespitinde bulunurken bu kişilerin “yerli”, “gerçek” ve inandırıcı olmalarına çaba sarfedildiğine dikkat çeker.100 Tip ve karakter ayrımının yapılmasının aslında gereksiz olduğunu belirten Murat Belge, Marksçı edebiyat kuramından hareketle bu konuyu izaha çalışır:

“Marxçı eleştirideki –ama Marxçı eleştirinin ülküsel gerçekliği değil, gerçek gerçekliği savunan dalındaki- kullanılışına göre ‘tip’ bireyselliklerinden bir şey yitirmeksizin birtakım genel kategorilerin veya çağdaş özelliklerin de temsilciliğini yapabilen, yani ‘tipik’ olan roman kişilerini anlatır. İşte bu çeşitten tip, dünya edebiyatının en üstün örneklerinde gördüğümüz kişidir. Sorun ortaya böyle konunca da, ‘tip’ ve ‘karakter’ ayrımı ortadan kalkıyor, çünkü iki kavram birbiri içinde eriyor. En bireysel karakter bile ister istemez tipiktir çünkü.”101

Murat Belge, bireyselin tipik tarafını öne çıkararak tip meselesini çözüme kavuşturmaya çalışırken sadece stereotipleri mahkûm eder.

Hilmi Yavuz, Lukács’ı izleyerek ‘tip’i, “belirli bir tarihsel dönemin özgül çelişkileriyle belirlenmiş bir varoluş kipliği olarak”, Adornu’yu takip ederek ise “belirli bir dönemin ‘diyalektik imge’si olarak” tanımlar ve gerçekçi romanın tipler üzerinden kendisini tarihe bağladığını savunur.102 Yavuz, bahsi geçen ‘gerçekçilik’ kavramının karşısına ‘sahihlik’ kavramını çıkararak “yaşanmış” ve “verilmiş” olmak üzere iki farklı tip kavramından hareketle romanda tip konusunu ele alır. “Tipin, karakteristik insansal konumunun daha başından belirlenmiş olması, onun bireysel

99 Zeynep Karabey, a.g.m., s. 104. (Murat Belge ile ‘tip’ kavramı üzerine söyleşi) 100 Murat Belge, a.g.e., s. 20.

101 A.e., s. 25-26.

tarihini önceden ‘verilmiş’ kılar”103 derken Yavuz, “‘verilmiş’ olmayı, varoluşçu anlamda, ‘özünün varlığından önce gelmesi’ anlamında kullan[maktadır]”.104 Yavuz’a göre bu bağlamda:

“Tip’in ‘yaşanmış’ bir bireysel tarihe dayandırılması ise, belirli bir insansal yönsemeyi […] son kertesine kadar yaşayacağının önceden ‘verilmemiş’ olmasıdır. Burada tipin temellendirilişi kadar, ama ondan da önemlisi, romanda, yaşanacak olan, gerçek yaşamdaki kadar değişik, şaşırtıcı ve çizgisel olmayan bir sahihlik taşımasıdır. Tipin ‘verilmiş’ değil ama yaşanmış olduğu roman, belki de, belirli bir insansal yönsemenin son kertesine kadar gidecekmiş gibi görünürken buraya varmadığı, bir yerlerde takıldığı, giderek tersine dönüşümler gösterdiği bu tür bir sahihlik kavrayışını içerir. Tiplerin ‘verilmiş’ ya da ‘yaşanmış’ olmasındaki ölçüt, tipin gerçeklik kavrayışı’nı değil ama, sahihlik kavrayışı’nı getirmiş olmasıdır.”105

Verilmiş bir karakterin daha en başından nasıl hareket edeceğinin belirlenişi asıl bu anlamıyla ‘tip’i insanlıktan uzaklaştırmaktadır.106 Bu bakış açısıyla vücuda getirilen romanlardaki verilmiş kişileri gerçekçi olarak nitelemek ise bir felsefi kategori yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Bahsi geçen “felsefi kategori yanlışlığı”, “iki düzlemde gerçekleşm[ekte olup]: Birincisi insanın özünü (essence), belirli ve abartılmış bir insansal yönsemeye (…) indirgemek; ikincisi, bu abartılmış insansal yönsemeyi, bütün durum ve edimlerde, son kertede belirleyici kılmak.”107 Hatasının idrakine varan ya da hatasından dönen Batı romancısı, “Fransa’da felsefi düşünce, objektif idealizmden (özellikle, doğabilimleri ile insanbilimleri arasındaki ayrım belirginleştikçe) sezgici bir idealizme dönüşürken, ‘tip’ sorununu da dönüşüme uğratır.”108 Sartre’a gelindiğindeyse artık tip sorunu ortadan kalkar. Çünkü Sartre

103 Hilmi Yavuz, “Romanda Tip Sorunu Üzerine I”, Yazın, Dil ve Sanat, 3. bs., İst., Boyut Yay.,

2005, s. 33.

104 Hilmi Yavuz, “Romanda Tip Sorunu Üzerine III”, Yazın, Dil ve Sanat, 3. bs., İst., Boyut Yay.,

2005, s. 40.

105 Hilmi Yavuz, “Romanda Tip Sorunu Üzerine I”, s. 34. 106 A.e., s. 34-35.

107 Hilmi Yavuz, “Romanda Tip Sorunu Üzerine II”, Yazın, Dil ve Sanat, 3. bs., İst., Boyut Yay.,

2005, s. 37.

“insanın kendi özünü sürekli olarak yeniden kurduğunu düşünmektedir” dolayısıyla da “bu sürekli değişim içinde” tiplerden bahsedilemez. 109 Sartre’ın romanında artık sadece karakterlerden söz edilebilir.

c. Tipe yazarın muhayyilesinin ürünü olarak kıymet atfedelenler:

Tahire Memmedova, “Tip: Sınıflandırılması ve Fonksiyonu” başlıklı makalesinde tipin “yazarın düşüncesinin, soyutlamasının ürünü” olduğunu dolayısıyla “yazarın yaratıcı düşünüşüyle belirli özelliklere sahip fonksiyon taşıyıcısı olarak sanat eserine dâhil ettiği herhangi bir nesne, manzara, olgu, insan vb.”den tip olarak bahsedilebileceğini dillendirir.110 Tip olarak edebiyat incelemelerinde sadece insan tipleri ele alınmaktadır. Bu durum yukarıda bahsi geçen iki farklı görüşün ve sınıflandırmanın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu duruma Memmedova tepkilidir:

“İnsanın dışında, sanat eserinde dâhil edilen öteki her türlü cansız varlıkların, bunun yanı sıra olay ve olguların da tip olup olmadıkları birinci derecede onların yerine getirdikleri sanatsal fonksiyona bağlıdır. Eğer yazarın tasvir yoluyla meydana getirdiği herhangi bir nesne, doğa veya hadise sanat eserinde bir insan tipi kadar müstakil edebî fonksiyon yerine getirirse o hâlde edebî tipe çevrilebilir.”111

Edebî eserde tip olarak sadece insanın ele alınması Memmedova’ya göre Hegel ve Engels öğretilerinin tezahürüdür. Bu noktada Lukács’ın da kuramını Hegel’e dayandırdığı unutulmamalıdır. Memmedova’ya göre, Hegel’in ferdî olana umumîyi yükleyen görüşleri ve sanatı bunun üzerinden ifadelendirişi, Engels’i ve ardından gelen “Marksist eğilimli araştırmacıları” “tipik şartlar ve tip meselesi”nde yoğunlaşmaya sevk eder. Bu sebeple de Engels’in ortaya attığı sıradan koşullarda tipleşen sıradan insan görüşü edebî eserlerin değerlendirilmesinde tek ölçüt hâlini alarak buradan da “Marksist-Leninist diyalektiğe dayanan ‘inkılabî-diyalektik’ metotlar teşekkül et[miş]”, “Bu metotlar ise yalnız değişen, inkılap eden karakterler

109 A.y..

110 Tahire Memmedova, “Tip: Sınıflandırılması ve Fonksiyonu”, Türk Kültürü, S. 446, Yıl

XXXVIII, Haziran 2000, s. 358.

ve onları devrimciye döndüren şartları arama[ya]” yaratmıştır.112 Memmedova, Hegel’in görüşünün on dokuzuncu ve yirminci yüzyılların edebiyatına ve medeniyetlere açıklık kazandıramayacağı görüşünü savunan Khrapchenko’nun haklılığını savunur ve aslında Hegel’in görüşlerini genişleterek edebiyat teorilerine uygulayan hâkim edebiyat çevrelerinin tipi sadece evrimsel görüşü destekler mahiyette, devrimci tarafıyla ele almalarının edebiyat araştırmalarını hatalı bir yöne sevk ettiğini belirtir.113 Nitekim yazara göre Doğu edebiyatının hiçbir döneminde esas tip olarak sadece insanın alınmamış olmasının sebebi insanı yaratılmışların en şereflisi olarak gören bir inanca bağlı olan Doğu toplumunun insanın etrafında yaratılmış olan diğer canlı ve cansızları da yaratılmışlıkları sebebiyle değersiz addedememeleridir. Memmedova bu sebeple doğulu sanatçının sadece insanı öne çıkartmadığı kanaatindedir.114 Marksçı-Leninci hümanizm anlayışı “aşırılığa kaçarak insan tipini ön planda götürmekle aslında tipi değil de onda kendisinin görmek istediği fikri tetkik etmek iste[rken]” romandaki tipe bakışı da yanlış yönlendirmekte ancak batıda Kafka ve sonrasında durum değişerek karaktere meyledilmeye başlanmaktadır.115 Günümüzde bazı yazarların Memmedova’nın işaret ettiği eksiği tamamlar mahiyette eşyaları da figürleştirdikleri görülmektedir. Nurullah Çetin bu tür figürleri daha çok “fantastik bir unsur” olarak değerlendirir. Bu tarz figürasyonların yapılma sebebini yazarların “[g]eleneksel kişileştirmenin verdiği tekdüzeliği kırmak, okuyucunun dikkatini çekmek ve etkiyi arttırmak” istemelerine bağlar.116

ç. Tipi psikolojik temellendirmeler ışığında ele alanlar:

Mehmet Kaplan, ‘tip’i yukarıda bahsedilen edebiyat kuramcılarından ve eleştirmenlerinden farklı şekilde ele alır. Kaplan, “‘Tip’ kelimesini bazı psikologların kullandıkları manada muhtelif insanların hayat karşısında almış oldukları tavırlara ve hâkim temayüllere göre sokulabilecekleri grup ve nev’i mânasında kullan[dığını]”117 belirtir. Tipi bu türlü kavrayışın belli bir sıfatın göstergesi olan insanı yansıtan bir tip (cimri, uzun vb.) anlayışıyla tam olarak uzlaşamayacağı ortadadır. Psikolojik

112 A.m., s. 359. 113 A.m., s. 359-360. 114 A.m., s. 360. 115 A.m., s. 360-361.

116 Nurullah Çetin, Roman Çözümleme Yöntemi, 4. bs., Ank., Edebiyat Otağı Yay., 2006, s. 170. 117 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, 8. bs., İst., Dergâh Yay., 2006, s. 402.

temellendirmeden anlaşılan ancak şizofrenik, obsesif-kompülsif rahatsızlıkları olan ya da içe dönük, dışa dönük gibi tipik psikolojik sınıflandırmalar olabilir. Mehmet Kaplan’ın görüşü psikolojik perspektifi de tip değerlendirmesine dâhil etme duyarlılığının önemli bir gereklilik olduğunu savunan Pfister’in, Forster’ın “düz- yuvarlak karakter” sınıflamasına eklediği düz karakterleri “transpsikolojik”, yuvarlak karakterleri ise “psikolojik” olarak ele alışını hatırlatır.118

Genel olarak tipin zıttı olarak konumlandırılan karakteri açıklamak için E.M. Forster, “yuvarlak karakter” tabirini kullanır. Forster’ın yuvarlak karakterlere genel yaklaşımı aşağıda maddeler hâlinde sıralanmaktadır:

1. Yuvarlak karakterler, “Tek bir cümle ile özetlenemez”, 2. Kolayca hatırlanmaz,

3. “Roman içinde canlı bir insan gibi büyü[r] ve değişi[r]”.119

4. “Sadece yuvarlak karakterler, trajik rolleri oynayabilirler ve bize gülünç ve uygun olandan başka her şeyi hissettirebilirler.”120

5. “…daha iyi bir şekilde geliştiril(irler)”121

6. Yuvarlak karakterlerden “eserin yapısı […] daha çok şey talep etse bile bunu karşılayabilirler”,

7. Romanın farklı bölümlerinde yuvarlak karakterler düz karakterlere dönüşebilirler. 122

8. “Eğer bir karakter inandırıcı bir şekilde bizi şaşırtabiliyorsa, ona ‘yuvarlak karakter’ diyebiliriz.”123

9. “Düz karakterlerin tamamiyle zıttı olan yuvarlak kahramanlar; psikoloji ve karakter bakımından büyük bir derinlik ve zenginliğe sahiptirler.”124

10. “Yuvarlak karakterler, düz karakterlere göre insan gerçeğine çok daha yakındırlar.”125

118 Fatih Tepebaşılı, a.g.e., s. 57.

119 E. M. Forster, “Düz ve Yuvarlak Karakterler”, Roman Teorisi, s.165. 120 A.e., s. 167.

121 A.e., s.166, 168. 122 A.e. s. 168. 123 A.e., s. 169.

124 İsmail Çetişli, a.g.e., s. 68. 125 A.e., s. 69.

11. “Karakter; başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıkları ve sadece kendine has değer ve nitelikleriyle belirginleşen kahramandır.”126