• Sonuç bulunamadı

PSİKOLOJİDE BEN VE ÖTEKİ

Psikanaliz çalışmaları, Freud’dan önce başlamış olsa da genel olarak psikanalizin kurucusu olarak -alanda yapılan çalışmaların ilerlemesiyle günümüzde görüşlerinin büyük bir bölümü eleştirilen ve psikiyatri çevrelerince benimsenmeyen- Freud bilinir. Genç bir doktor olan Freud’un birtakım hastaların herhangi bir patoloji olmaksızın rahatsızlanmalarına dönemin tıp çevrelerince bir açıklama bulunamayışı ilgisini çeker. Genel olarak Freud’un mesleğini icra ettiği 1885’li yıllarda doktorlar, bazı davranış bozuklukları görülen insanların rahatsızlıklarının, henüz tıp yeterince gelişmediği için keşfedilememiş nörolojik patolojilerden ibaret olduğu kanaatindeydiler. Bazıları ise durumu genetiğe bağlama çabasındaydılar. Ancak bu söz konusu durumlar dışında, herhangi bir fizyolojik rahatsızlığı olmayan kişilerin de bir takım sorunlar yaşadığını gören Freud, bu tip hastalıkların temelini psikolojide

aramaya başlar.369 Freud’un çalışmalarıyla psikoloji sahasında “psikanaliz” yeni bir kuram olarak ortaya çıkar. “[P]sikanaliz kuramına göre, günlük yaşamda olağan nitelikteki bazı engellemeler ve çatışmalar bazen kişiye aşılamaz görünmekte ve böyle bir kişi, içinde bulunduğu durumlara uyum sağlama çabalarında sağlıksız yollara başvurabilmektedir.”370 Psikanaliz çalışmalarının başlangıcında geçmişi çok eskilere dayanan bir yöntem olan hipnozdan faydalanılır. Hipnoz ile ilgili çalışmaları başlatan isim Avusturyalı Doktor Franz Anton Mesmer (1734-1815)’dir. Telkin ve hipnoz yöntemiyle felçli hastaları dahi iyileştirebildiğini fark eden Mesmer, yöntem üzerinde çalışmalarını sürdürür. Mesmer’in ardından histerili hastalar üzerinde de farklı isimler on dokuzuncu yüzyılda tetkiklerini sürdürürler. Bu tetkiklere dâhil olan isimlerden Charcot ile Freud’un tanışması Freud’un geliştireceği psikanaliz çalışmalarının yöntemini belirlemesi açısından ufuk açıcı bir deneyim olur. Freud, bu yeni bilgiler ışığında histeri üzerinde çalışmaya başlar. Bu arada tanıştığı Bernheim’in normaldışı davranışlar sergileyen kişiler kadar normal davranışlar gösteren kişilerin de telkine açık olduklarını tespit etmesi Freud’u, insanların tipik davranışlarına, genel bir pencereden bakmaya sevk eder. 1889’da başladığı psikanaliz çalışmaları esnasında tanıştığı, dönemin tanınmış hekimlerinden Breuer’in hastalarını tedavi sırasında kullandığı hipnoz yönteminin kullanımıyla hastaların baskıdan uzak şekilde kendilerini rahatça ifade ederek içlerini dökmek suretiyle duygularını boşaltmalarına “katarsis” adını vermesi ve yöntemi kullanış şekli Freud’u çok etkiler, böylece Freud hipnoz temelli bir yeni kuram geliştirmeye hazır hâle gelir. Breuer ile Freud, “psikodinamik” kavramını birlikte ortaya koyarlar.371 Psikodinamik, kısaca “bilinçdışı güçlerin davranışları yönlendirmesi olgusu” olarak tanımlanabilir.372 Freud’un zaten psikolojiye en büyük katkısı “bilinçdışı güdü” kavramı olur.373

Freud’un amacı çağdaşlarının aksine sadece bilinci değil, bir buzdağının denizin altında kalan kısmına benzettiği bilinçdışını da incelemektir. Freud, normaldışı davranışların normal davranışların hastalık hâlini alacak derecede

369 Engin Geçtan, Psikanaliz ve Sonrası, 13. bs., İst., Metis Yay., 2008, s. 11-14. 370 A.e., s. 14.

371 A.e., s. 14-18. 372 A.e., s. 18.

373 Çare Sertelin Mercan, “Gelişim Psikolojisinde Kuramlar ve Araştırma Yöntemleri”, Gelişim

abartılmış hâlleri olduğunu savunur. Bilinçdışına giden geçidin rüyalar olduğunu keşfetmesi Freud’un psikanalitik kuramını oluştururken rüyalar üzerinde yoğunlaşmasına sebep olur. Çalışmaları esnasında normal insanların rüyalarının normaldışı insanlardan pek de farklı olmadığını keşfeden Freud, normal ile normaldışı kabul edilen şahıslar arasındaki günlük hayattaki farklılığın “ego” adını verdiği baskılama sürecindeki farklılıklardan kaynaklandığı görüşünü ortaya atar. Freud’un ilerleyen çalışmaları esnasında günlük yaşantıların rüyaları etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu fark etmesi kurmak istediği dinamik sistemi şekillendirmesinde etkili olur.374 Freud’a göre rüyalarda görülenler insanların geçmişte ya da günlük hayatta gördükleri, yaşadıkları şeylerin simgeleştirilmesinden, yön değiştirmesinden, daraltılmasından veya yansıtılmasından ibarettir.375 Geliştirdiği rüya yorumlama yöntemiyla rüyaları analiz etmeye çalışan Freud, rüyaların kaynağını çocuklukta ve bedende ararken rüya süreçleri üzerinde durur.376

1923’te Freud, Ego ve İd adlı kitabını yayımlar. Freud burada zihne yakınlığı açısından üç farklı bölge tespit eder. Bunlara: bilinçdışı, bilinçöncesi ve bilinç isimlerini verir. Freud’un bu üç saç ayağı üzerine inşa ettiği sistemsel sınıflandırmaya “Topografik Kişilik Kuramı” adı verilmektedir.377 Freud’a göre:

Bilinç: “Dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları fark edebilen zihin bölgesidir. Bedensel algıları, düşünce süreçlerini ve heyecanla ilgili durumları kapsar. Bilinç içeriği konuşma ya da davranışlarla çevreye iletilir.”378

Bilinçöncesi: “Dikkatin zorlanmasıyla bilinç düzeyinde algılanabilen zihinsel olayları ve süreçleri içerir. Bu içerikte, gerçekliğe ilişkin sorunları çözmeye çalışmak gibi gelişmiş düşünce biçimlerinin yanı sıra düş kurma gibi ilkel süreçler de bulunur.”379

Bilinçdışı: “[B]ilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinçöncesini de içerir. Dinamik anlamda ise bilinçdışı, sansür mekanizmasının engeli

374 A.e., s. 21-23. 375 A.e., s. 24-25.

376 Sigmund Freud, Rüyaların Yorumu (Tam Metin), Çev. Dilman Muradoğlu, İst., Say Yay., 2014,

s. 193-304, 533-642.

377 A.g.e., s. 25. 378 A.e., s. 26. 379 A.y.

dolayısıyla bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir. Bu içerik gerçekliğe ve mantığa uymayan ve insanın içinden geldiğince doyurulmak istenen dürtülerden oluşur. Bu dürtüler kişinin bilinçli dünyasında geçerli olan ahlaki değerlere karşıt düşen isteklerden kaynaklanır ve ancak psikanalitik tedavide kişinin dirençleri kırıldığında bilinç düzeyine ulaşabilirler."380

Daha sonraki çalışmalarının ışığında “Topografik Kişilik Kuramı”ndan vazgeçen Freud, “Yapısal Kişilik Kuramı”nı ortaya atar. Yapısal kişilik kuramının ortaya atılmasıyla psikanaliz açısından da yepyeni bir döneme geçilir. Freud’un geliştirdiği “Yapısal Kişilik Kuramı”na göre kişiliği oluşturan üç öğe vardır: id, ego, süperego. İd: Kişiliğin temelini oluşturur. Ego ve süperego başlangıçta var olan temel yapı id’den ayrılarak gelişir. İd, kalıtımla taşınan içgüdüleri kapsar ve “doğuştan var olan psikolojik gizilgüçlerin tümüdür.”381 Freud’a göre çocuk ilk doğduğunda sadece id’e sahiptir. Ego: “[O]rganizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur” ve “gerçeklik ilkesinin egemenliğindedir.”382 Kısacası ego, “[k]işiliğin yürütme organıdır.”383 İd ve superego arasında iletişimi sağlar. Süperego: Çocuğun kültürleme sürecine tabi olduğu gelişiminin ilk yıllarında öğrendiği bilgileri kapsar ki “kişiliğin vicdani ve ahlaki yönüdür.”384 “Vicdan kişiyi suçlu hissettirerek cezalandırır, ikinci alt sistem olan benlik ideali ise gurur ve kıvanç duygusu yaratarak ödüllendirir.”385 Süperego id’i baskılar, onun isteklerine boyun eğmemeye çalışır, ahlaki gayeyi hedefler, kusursuz bir insan olma çabasını aşılar. Bu zihinsel süreçler bir denge içinde çalışırlar ancak dengenin bozulması Freud’a göre psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkışına zemin hazırlamaktadır.386 “Çok geniş anlamda id kişiliğin biyolojik yönünü, ego psikolojik ve süperego toplumsal yönlerini oluşturur denilebilir.”387 Freud, kişiliğin gelişiminde zihinsel bu üç faaliyetin dengeli bir şekilde işlememesini özellikle çocukluk yıllarında yaşanan sıkıntılara bağlar. Bireyin 380 A.y. 381 A.e., s. 42. 382 A.e., s. 43. 383 A.e., s. 44. 384 A.e., s. 45. 385 A.e., s. 45. 386 A.e., s. 46. 387 A.e., s. 46.

gelişimini psikoseksüel gelişim evrelerine ayırarak inceler: oral dönem (0-1 yaş), anal dönem (1-3 yaş), fallik dönem (3-6 yaş), latent (gizli) dönem (7-11 yaş), genital dönem (12 yaş ve sonrası).388

Freud, çocuğun gelişimini her bir psikoseksüel dönemde ayrı ayrı genel cinsel dürtüler üzerinden açıklamaya çalışır. Fallik dönemde anne, baba ve çocuk arasındaki ilişkide yaşanan problemlerin çocuğun yetişkinlik döneminde ruhsal problemler olarak karşısına çıkacağı düşüncesindedir. Bu dönemde çocukların Oedipus Kompleksi geliştirdiklerini savlar. Oedipus Kompleksi erkek ve kız çocuklarda farklı şekillerde görülmektedir. Erkek çocuk annesine eğilim göstermekte, babasına karşı kin beslemeye başlamakta ancak beslediği kin ve nefretin baba tarafından fark edilerek kendisinin anneden ve bu duygularından mahrum edilip cezalandırılacağı korkusuyla yaşamaktadır. Freud bu duruma “kastrasyon (hadım edilme) kompleksi” adını verir. Kız çocuğun ise kendisini eksik hissederek babasına yönelmesi şeklinde kısaca Oedipus Kompleksi özetlenebilir. Kız çocuklarında gelişen kompleks özel bir adla “Elektra Kompleksi” olarak adlandırılmaktadır.Çocukların Oedipus ya da Elektra komplekslerinden fallik dönem içinde kurtulmamaları, ileri yaşlarda bireylerde çeşitli nevrozların ortaya çıkmasına imkân hazırlamaktadır. 389 Freud’un en çok eleştiri aldığı konulardan biri cinselliği her şeyin sebebi sayıp her türlü psikolojik rahatsızlığı cinsellikle ilişkilendirmesidir. Eleştirilere mukabil Freud’a farklı bilim dallarındaki araçtırmacılardan da destek gelir. Bunlardan biri edebiyat teorisyeni ve araştırmacısı Terry Eagleton’dır. Eagleton, söz konusu eleştiriye yönelik Freud’u şöyle savunur: “Freud radikal olarak düalist bir düşünürdü ve her zaman cinsel dürtülerin karşısına, kendini korumaya yarayan ‘ego-içgüdüleri’ gibi cinsel olmayan güçleri çıkart[ır].”390 Eagleton, Freud’un her şeyde cinsellik görmesinin sebebinin cinselliği “bütün faaliyetlerimizin bir bileşeni” olarak merkeze yerleştirmiş olmasından kaynaklandığını savunurken bunun bir “indirgemecilik” olmadığı kanaatindedir.391 Ancak bir teorinin merkezine yerleştirilen unsurun, hâkim unsur olduğunu ve merkezine yerleştirilen tüm psikiyatri

388 A.e., s. 8-9. 389 A.g.e., s. 36-39.

390 Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı Giriş, Çev. Tuncay Birkan, 2. bs., İst., Ayrıntı Yay., 2004, s.

201.

dairesini açıklamak üzere kullanılmak zorunluluğunun doğacağı noktasını tespit etmek Freud’un tezine yöneltilen eleştirilerin haklılığını ispatlar.

Freud’un tezini ele alarak geliştiren isimler genel olarak ego-psikanalistleri olarak tanınırlar. Bunlar arasında Anna Freud, Erik Erikson, Heinz Hartmann, Edith Jacobson ve David Rapaport sayılabilir. Günümüzde psikanaliz çalışmaları çoğunlukla ego üzerinde yoğunlaşmış durumdadır. Bunun sebebi de id’in sonu gelmez isteklerini araştırmanın hastalıkların tedavisinde yeterli olmayacağı görüşünün psikanaliz sahasında hakim görüş olarak ortaya çıkmasıdır. Çünkü ego- psikanalistlerine göre esasen id’in isteklerine ve çevreden gelen dış kökenli etmenlere karşı zihin sistemini koruma altına alan ego’nun araştırılması gerekmektedir.392

Ego’nun savunma mekanizmaları “duyguları yadsıma”, “olaylara duygusal katılımı azaltma” ve “tehlikeye karşı savaşma” olarak özetlenebilir.393 Nevrotik vakalarda bu savunma mekanizmalarının fazla ya da az çalışması gibi durumlarla karşılaşılabilir. Bu noktadan hareketle pek çok kuram oluşturulmuştur.

Freud’un Psikanaliz Cemiyeti’ndeki çalışmalarına katılan Alfred Adler, bir süre sonra cemiyetten ayrılır ve bugün dahi etkisi devam eden yeni bir kuram geliştirir. Freud’un çocukluk dönemini sadece yetişkinlerdeki psikolojik rahatsızlıklar üzerinden ele alması ve cinselliğe yaklaşımı, Alfred’in tepkisine sebep olur. Kendisi esasen çocuklukta kardeşler arasında yaşanan problemlerin çocuğun hayatını daha fazla etkileyeceği görüşündedir ve sadece çocukluk yıllarının değil yetişkinlik döneminin de bir bütün hâlinde incelenmesi gerektiğine inanmaktadır.394 Bu anlamda Freud’un indirgemeci kuramına karşı bütüncü bir yaklaşım getirir.395 Bu yaklaşım Adler’in kuramının hızla farklı bir yönde gelişmesini sağlar. Adler, Freud’un biyolojik kökenli yaklaşımına tam zıt istikamette sosyal bir psikoloji kuramı ortaya koyar. Adler, kişiliğin toplum içinde çevre etkisiyle geliştiği dolayısıyla kişiliğin gelişiminin sadece id ya da egoya bağlanamayacağı kanaatindedir. Bu yüzden de çocuğu sadece Oedipus Kompleksi üzerinden

392 Engin Geçtan, a.g.e., s. 69. 393 A.e., s.70.

394 A.e., s.116. 395 A.e., s.151.

değerlendirmektense aileyi genel olarak bir grup hâlinde incelemeye çalışır.396 İnsan davranışları ancak kişinin iç dünyasına topyekûn bir bakışla anlaşılabilir.397 Bu sebeple insanın iç dünyasını, kişiliğini Freud gibi parçalara ayırmaktan kaçınan398 Adler, aynı zamanda “insanın en önemli ayırıcı niteliğinin, bütünlüğünü ve özgünlüğünü gerçekleştirme ve sürdürme eğilimi olduğu görüşünü savun[an] ilk

araştırmacıdır.”399 Normal davranışlar sergileyen insanlar, sorunlarla

karşılaştıklarında bunlarla baş etme yolunu tercih edip çeşitli yöntemler geliştirirken normal dışı davranışlar sergileyen kişiler bunları başaramazlar.400 Freud’un insanın “kötü” doğduğuna ilişkin tezine mukabil Adler, insanın “iyi” ya da “kötü” olmadığını kişinin içinde bulunduğu durumlara göre farklı seçimlerde bulunabileceğini ileri sürer.401 Adler, insanları karakterlerine göre “saldırgan” ve “saldırgan olmayan” olmak üzere iki sınıfta ele alır.402 Adler’in getirmiş olduğu fenomenolojik yaklaşımdan bugün de etkili bir şekilde faydalanılmaktadır.403

Adler gibi Freud’la bir süre çalıştıktan sonra ondan ayrılan Carl Gustav Jung’un psikanaliz yaklaşımının Freud ve Adler’den ayrılan yönlerini dile getirdiği eseri Symbols of Transformation (Dönüşümün Simgeleri) ilk kitabı olur. Jung, bu çalışmasında duygu ve düşünce arasındaki farklılıklara dikkat çeker.404 Ayrıca karakter tiplerini tanımlayarak onları sınıflandırmaya çalışır. Dışadönük ve içedönük tipler temel sınıflandırma kategorisini oluşturur. Bunlara genel olarak psikolojik tipler adını verir. Jung’un tip sınıflandırmasından edebiyatçıların roman karakterlerini kurgulama aşamasında faydalandığı kadar eleştirmenler de roman karakterlerini değerlendirme aşamasında faydalanırlar. Jung, sekiz tip insandan bahseder: 396 A.e., s. 152. 397 A.e., s. 117-119. 398 A.e., s. 151. 399 A.e., s. 120. 400 A.e., s. 137. 401 A.e., s. 151.

402 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev. Kâmuran Şipal, 14. bs., İst.,

Say Yay., 2013, s. 221-286.

403 A.g.e., s.117. 404 A.e., s. 159.

a. Dışadönük düşünen tip: Nesnel bir bakış açısıyla çevresini değerlendirip sürekli öğrenmeye açık olan insan tipidir. Bilim adamları bu tipe dâhil edilebilirler. Duygusal tarafları ön planda değildir.

b. İçedönük düşünen tip: Filozoflar gibi sürekli kendi düşünceleri ya da düşünceler üzerinde yoğunlaşmış, düşünmeye kendini adamış insan tipidir. c. Dışadönük duygusal tip: Duyguları düşüncelerine baskın olan tiptir.

Dışadönük duygusal tipte insanların duyguları farklı durumlara göre çabucak değişebilir ve duygularını dışarıya kolayca yansıtabilirler. Kadınlar arasında örneklerine daha sık rastlanmaktadır.

d. İçedönük duygusal tip: İçedönük, melankolik, duygularını yoğun yaşayan ancak içinde yaşadığı duyguları dışa yansıtmayan tipteki insanlardır. Kadınlarda sık görülen bir tip özelliğidir.

e. Dışadönük duyusal tip: Duyguları yüzeysel, dış dünyayı seven ve onunla ilgilenen ancak onun üzerinde düşünmeyen, gerçekçi addedilen tiplerdir. Erkeklerde daha sık görülür.

f. İçedönük duyusal tip: Bu tipteki insanlar, kendi iç dünyalarına ve duyularına odaklanmış dış dünyadan kopuk insanlardır.

g. Dışadönük sezgili tip: Düşünce işlevleri kısır olduğundan sezgileriyle hareket eden yatağı olmayan bir dere misali oradan oraya akan tipteki insanlardır. Jung’a göre kadınlarda örneklerine daha sık rastlanmaktadır.

h. İçedönük sezgili tip: Bir bilmeceye benzetilebilecek dış dünyadan uzak, anlaşılması ve çözülmesi zor tipteki kişilerdir (artist tipi vb.). Kendilerine ait bir hayal dünyasında yaşarlar. 405

Jung ekolünde kişilik parçalı olarak ele alınmaz ve kişiliğe bir bütün olarak “psişe” adı verilir. “Psişe, bilinçli ya da bilinçdışı tüm duygu, düşünce ve davranışları” içerdiği gibi “İnsanın fiziksel ve toplumsal çevresine uyum göstermesini [de] sağlar.”406 Zihin, Jung’a göre bir bütündür. Jung, bu bütünün içinde yer alan “bilinç”, “ego” ve “bilinçdışı” olmak üzere üç unsurdan bahseder. Bilinçdışını “kişisel bilinçdışı” ve “ortak (kolektif) bilinçdışı” olmak üzere iki farklı

405 A.e., s. 187-189. 406 A.e., s. 161.

şekilde ele alır.407 Jung’a göre: “Kişisel bilinçdışının içeriğindeki bazı düşünce ve duygular, aralarında gruplaşarak ‘kompleks’ denilen durumları oluştururlar.”408 Jung’un kompleks olarak tanımladığı problemler halk diline de geçmiştir: aşağılık kompleksi, vb. ve bugün anlamı tam olarak bilinmese de yaygın şekilde kullanılmaktadır. Jung, komplekslerin ortaya çıkışını Freud’un kuramındaki gibi çocukluk dönemine dayandırmanın yeterli olmayacağı görüşündedir. 409 Çocukluktan daha geriye daha derine giden bir yapının varlığına inanan Jung, bu derindeki yapıyı “kolektif bilinçdışı” olarak tanımlar. Kalıtımın sadece fizyolojik değil aynı zamanda psikolojik bir etkisi olduğu tezini bu noktadan hareketle geliştirir. Kişi bütün bir insanlık geçmişiyle, farkında olmasa da sürekli bir ilişki içerisindedir. İnsanlığın geçtiği tüm aşamalar insanın zihninin gelişimi ve dolayısıyla karakteri üzerinde de etkili olur. Kolektif bilinçdışı dairesinden kişiye aktarılan bilgi hep gizli bir şekilde zihinde yaşar. Bunlar “gizil imgeler topluluğu”ndan oluşan “birincil imgeler”dir ve Jung’a göre bu imgeler atalardan gelecek nesillere aktarılmaktadır.410

Kolektif bilinçdışının içeriğini Jung, “arketipler” olarak tanımlar. İnsanın atalarının armağanı olarak kabul edilen arketiplerin sayısının “gerçek yaşam olaylarının ve objelerinin sayısına eşit” olduğunu savunan Jung, arketipleri film negatiflerine benzetir. Gerçek hayatta karşılıkları bulunduğunda arketipler, insan zihninin derinliklerinden su yüzüne çıkarak yeni karşılaşılan nesne, durum ya da kişiyi tanımlamakta kullanılırlar (kahraman arketipi vb.). Ayrıca arketipler tüm insanlara hitap etmeleri açısından evrensel kabul edilirler. Jung, bazı arketiplerin kişiliğin gelişimindeki önemine binaen onları ayrı bir konuma yerleştirir.411

Persona: Tiyatroda oyuncuların rollerini sergilerken taktıkları “maske” anlamına gelmektedir.412 Persona, insanların dışadönük yüzüdür. Toplum tarafından kabul görmek, dışlanmamak ya da eleştirilmemek için kişinin büründüğü kişilik olarak tanımlanabilir. Her insan toplum içinde pek çok farklı personaya bürünebilir. Jung’un tehlikeli addettiği durum ise tek bir personanın insana yapışıp kalarak diğer personaları geri plana itmesidir. Kişiliğe yapışan persona, kişinin kendisine 407 A.e., s. 161-163. 408 A.e., s. 163. 409 A.e., s. 164. 410 A.e., s. 164-166. 411 A.e., s. 166.

yabancılaşmasına sebep olur. Personanın çok gelişerek kişiliğin az gelişmiş bölümlerine yaptığı baskı neticesinde kişi kendisini sürekli bir çatışma ortamında hisseder. Egonun persona ile özdeşleşmesi durumu “ego şişmesi” olarak adlandırılmaktadır. Oynadığı rolün büyüsüne kendini kaptıran kişi, etrafındaki kişilerin de aynı rolü oynamalarını bekler. Bu tip bir kişi bir grubun başına geldiğinde gruptaki diğer kişilerden de kendi personasına uygun davranışlar sergilemelerini beklediği için yıldırıcı bir tutum sergileyebilir. Öte yandan ego şişmesi, kişinin bu narsisistik davranışlarının ardında gizlediği aşağılık duygusunun da habercisidir.413

Anima: Erkeklerin içedönük yüzünü yani içlerindeki saklı kadın tarafı temsil eder. Psişenin kadın tarafı erkeğin tarihsel süreçte kadınlarla birlikte yaşayarak geliştirdiği bir arketiptir. Karşı cinsin anlaşılmasına yardımcı olduğu kadar kişinin muvazenisini koruması açısından elzemdir. Bir erkeğin sadece erkek davranışlarını baskın bir şekilde sergilemesi onun kadın tarafının bilinçdışına itilmesine sebep olur ve bu sebeple de bu özellikler gelişemez. Erkeklerin beğendikleri kadına dair normlar animaya bağlı olarak ortaya çıkar. Animanın gelişmemesi durumu “anima sönmesi” olarak adlandırılır. Bazı durumlarda ise “anima başkaldırması” olarak nitelendirilebilecek bir durum ortaya çıkar ki erkeksi özellikler sergileyen bir kişi bir anda bir kadın gibi davranmaya başlayabilir. 414

Animus: Kadınların içedönük yüzünü yani saklı erkek taraflarını simgeler. Aynı animada olduğu gibi persona ile dengeli ilişkinin sağlanmasında önemli bir amildir. Animada olduğu gibi animusun gelişmemesi ya da animusun başkaldırması durumları söz konusu olabilir.415

Gölge: “[İ]nsanın kendi cinsiyetini temsil eden ve kendi cinsinden kişilerle ilişkisini etkileyen arketip”tir.416 Gölge arketipi, insanın hayvan yönünü içeren bölgedir. Jung, evrimsel sürecin çok gerilerinden beslendiği kanaatindedir. Arketiplerin, en güçlüsü ve en tehlikelisi olarak değerlendirilmektedir ve kişinin aynı cinsten kişilerle ilişkilerinde sergilediği iyi ve kötü yanlarının ortaya çıkmasının temel nedeni sayılmaktadır. Kişinin toplumda rahatça yaşayabilmesinin sırrı gölgesini

413 A.g.e., s.166-167. 414 A.e., s. 168-169. 415 A.e., s.168. 416 A.e., s.169.

evclleştirmesinden geçmektedir. Kişi, gölgesini bastırabilmenin yolunu geliştirdiği personayı sağlamlaştırmakta bulur. Persona ne kadar güçlü olursa kişi gölgesine yani hayvani yönüne o kadar az teslim olur. Kişi böylece bir taraftan olgunlaşır ve medenileşirken öte yandan kişi, “kendiliğindenliğini, yaratıcılığını, duygusallığını ve içgörüsünü körletmek zorunda kalır.”417 Bu sebeple de gölgeden yoksun bir yaşam