• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: EĞİTİMDE EŞİTLİK VE ADALET TEORİLERİ VE

1.1. Eşitlik ve Adalet Teorilerine Varsayımsal Yaklaşımlar

1.1.1. Sosyal Liberal Yaklaşımda Eşitlik ve Adalet; Ronald Dworkin

mesi”nin giriş cümlesi, Dworkin’in adalet anlayışının özünü yansıtmaktadır: "Bu araştırmada, adalet ile fayda birbirinden ayrı düşmesin diye, hakkın onayladığını çıkarın gerektirdiğiyle uzlaştırmaya çalışacağım” (Rousseau, 2014: s. 3). Sosyal liberalizm; bireysel özgürlük ve sosyal adalet arasında denge kurmayı amaçlayan politik bir ideolojidir. Klasik liberalizm ile piyasa ekonomisi, sivil ve siyasi hak ile özgürlükleri onaması yönüyle örtüşür. Ancak sosyal liberal yaklaşım, iktidarın meşru rolünün yoksulluk, sağlık ve eğitim gibi ekonomik ve sosyal konuları da içerdiği fikrini barındırmaktadır (pla- to.stanford.edu).

Bu bölümde tartışmaya açılan adalet teorisi, Dworkin’in eşitlikçi sosyal libera- lizm düşüncesinin ana metnini oluşturmaktadır. Dworkin’e göre toplumsal re- fahın sağlanması ve eşitsizliklerin giderilmesi ilişkili kuramsal gelişimlerin merkezinde ekonometri aygıtına sahip piyasa bulunmaktadır. Liberalizmin kabul ettiği eşitlik, fırsat eşitliğidir (Türköne, 2003: s. 120). Dworkin’in adalet anlayışının temelini bireyin hakları oluşturmaktadır. Adalet ise etik ve politik haklara ilişkin doğru ya da en iyi teorinin bulunmasıdır. Sonuç olarak adaleti hak sorununa indirgeyen Dworkin, hakkın merkezine de eşitliği yerleştirmek- tedir (Torun, 2008: ss. 68-70). Dworkin’in yaklaşımında eşitlik, hak ediş ve adalet algısını ortaya koymadan önce çözülmeyi bekleyen bir ikilem mevcut- tur. Adaleti hukukun kaynağı varsayan, mantıkla erişilebilen, yazılı olmayan ve doğuştan gelen hakları savunan "doğal hukuk" ile toplumda bir süre yürür- lükte olan, egemenlik yetkisini yansıtan "pozitif hukuk" ikilemini çözümlemek gerekmektedir.

İnsanın yapay biçimde kurguladığı pozitif hukuk, değerini adalet kavramıyla arasındaki ilişkiden değil adaleti sağlama yolunda kurallar koyan ve bunu zor- la dayatmaya çalışan erklerin varlığından almaktadır. Oysaki doğal hukuk, objektif aklın ürünüdür. Bu nedenle mantık ilkeleri gibi açık, uygulanışı ise güce değil rasyonaliteye bağlıdır. Esnek bir forma sahip olan pozitif hukuk, uygulandığı devletin yönetim biçimine göre şekillenirken doğal hukuk küresel boyutta değişmez bir nitelik taşımaktadır (Torun, 2008: ss. 33-34).

17

Buradan hareketle pozitif hukuk, kurumsal bağlamda yapay hukuka karşılık gelmektedir. Doğal hukukun ise mantıkla üretilen düşünsel ya da ideal huku- ku ifade ettiği söylenebilir. Mackie’den aktaran Torun’a göre Dworkin, doğal hukuk ile pozitif hukuk arasında yaptığı sentezle farklı bir anlayış sergilemek- tedir. Dworkin sözü edilen kuramlara ek olarak üçüncü bir kuram ortaya koy- maktadır (Torun, 2008: ss. 32-33). Dworkin, doğal hukuku a priori niteliği, hu- kuki realizmden uzaklığı ve karar vermede ahlaki boyuta bulunulan atıflar bağlamında eleştirir. Dworkin, bir şeyin adil olması için kanuna uygunluğun temel kriter olmadığını savunur. Pozitif hukuk antitezinde kanuna kaynaklık etmesi gereken şeyin kanuna uygunluk değil mutlak adalet olması gerektiğini vurgulamıştır (Torun, 2008: ss. 37-43). Callinicos’a göre Dworkin’in adalet anlayışında eşitlik ilkesi, “seçme şansı” ve “kaba şans” algısında şekillenir. Seçmeli şans; istenilen ve hesaplanmış risklerin kabul edilmesidir. Kaba şans ise hesap edilemeyen risklerle ilişkilidir dolayısıyla kaba şansın mağduru, ka- yıplardan sorumlu tutulamaz. Dworkin, kişinin bedensel ve zihinsel (anlak) yetisini tıpkı içinde bulunulan sosyo-ekonomik durum gibi kaba şansla ilişkili bir sorun olarak görmektedir. Bu yüzden kaynakların eşit dağılımının, kaba şansın yarattığı eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını sa- vunmaktadır (Callinicos, 2014: ss. 72-74).

Sosyo-ekonomik yapı ve değerlerle ilişkili sorunları, yasamanın iradesine in- dirgeyen pozitif hukuk, olgular arasındaki sosyo-ekonomik ilişkileri görmez- den gelmektedir. "olması gereken" ve "değer" kavramlarına karşı duyarsız kalmaktadır (Torun, 2008: ss. 36-37). Dworkin’in adalet anlayışı, eşitlik ve hak kavramlarıyla yakından ilişkilidir çünkü o, adalet sorununu eşitlik ve hak sorununa indirgemiştir. Ona göre adaletin öncül kriteri olan eşitliğin sağlan- masında öngörülen çözüm, liberal ekonomik sistemdir (Torun, 2008: s. 80). Mutlak eşitlik; bireyler arasındaki farkların görmezden gelinerek her zaman aynı davranılmasını önermektedir. Bundan ötürü mutlak eşitlik, adaletsiz ol- duğu yönünde pek çok eleştiri almaktadır. Sosyo-ekonomik eşitlik; bireylerin iktisadi değerlerinin eşitlenmesidir. Liberal gelenekte ise bireyler yasal sis- temde eşit ve özgürdür. Buradan yola çıkan liberal devlet sistemi, bireyselci- likten uzaklaşmamak adına sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle ilgilenmemek- tedir. Liberal düşünceye göre mutlak eşitlik, devletin müdahalesini gerektirdiği

18

için demokratik idealle uyuşmaz. Mutlak eşitlik bağlamında klasik liberalizme paralel görüş bildiren Dworkin, bireyler arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizlik etkilerinin giderilmesi gerektiğini vurgulayarak klasik liberal gelenekten ayrıl- maktadır. Öte yandan Dworkin, eşitlik kavramına tekdüze yaklaşımla mutlak eşitlik yerine "orantısal" eşitliğe yönelmektedir. Adaletin sağlanması için bi- reylere farklılıkları oranında davranımı onamaktadır (Torun, 2008: ss. 82-86). Aral’dan aktaran Torun’a göre mutlak eşitlik yerine orantılı eşitliği benimse- yen adalet anlayışı, “dağıtıcı adalet” anlayışıdır (Torun, 2008: s. 21). Aritoteles’e göre dağıtıcı adalet bireylerin yetenekleri oranında hak edişidir, eşitlikse ayrım gözetmeden her birey için aynı sonuç anlamına gelmez. Eşitlik benzer olanlar için aynı şey demektir, ona göre adaletin gereği budur (Aristo- teles, 2013: s. 376). Aristoteles, devletlerde mülk eşitliği gibi eğitsel eşitliğin olması gerektiğine inanmaktadır. Ona göre herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir sistem ancak dezavantajlıları koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Aritoteles herkes için bir ve aynı eğitimi, iç bölünmelerin sebepleri arasında göstermektedir (Aristoteles, 2013: s. 165).

Çeçen’e göre mutlak eşitlik, sahip olunan değerler yönünden eşit olmayan bireylere eşitsiz davranmaktır. Mutlak eşitlikte herkese eşit davranılır, bireyle- rin bireysel ve özel durumlarına bakılmaz. Dar anlamda dağıtıcı adaletin, orantılı eşitlik düşüncesinin bir ürünü olduğu düşünülebilir. Öte yandan özni- telik ve diğer değerler bakımından tüm bireylerin benzer içermeye alınışı eşit- liği ortadan kaldırmaktadır. Toplumsal eşitlik, bireyler için dezavantaj olan olumsuz koşulların ortadan kaldırılmasını gerektirir (Çeçen, 1993: ss. 37-39). Dworkin’e göre toplum içerisinde yaşayan her bireyin sahip olduğu temel hak; özgürlük değil eşitliktir. Sözü edilen eşitlik, mutlak eşitlik değildir aksine her açıdan dezavantajlı olanlar için pozitif ayrımcılığı destekleyen eşitliktir. Talep edilen adalet, bireyin irade dışı (kaba şans) sosyal, ekonomik mağduriyetlerin dengelenmesi ve etkilerinin giderilmesini gerektirir (Torun, 2008: s. 123). Dworkin, bireylerin yaşama başlarken eşit başlamadıklarına inanır. Kimileri aileden gelen zenginlik ya da eğitimin kazandırdığı avantajlara sahiptir. Bazı- ları da sıkıntıdadır; yetersiz sosyo-ekonomik koşullar, anlak ve yeti düzeyi bağlamında piyasanın önem verdiği niteliklere sahip olamayabilir. Kaynak erişimindeki engelleri ise hiçbir eşitlik teorisi açıklayamaz. Bu durum, bütü-

19

nüyle hileli biçimde tanımlanan fırsat eşitliği olgusunun eksikliklerini ortaya koymaktadır (Torun, 2008: s. 176).

Buraya kadar Dworkin'in fırsat eşitliğini bireysel hakların merkezine yerleştir- diği görülmektedir. Adaletin sağlanması sorununu da hak sorununa indirgedi- ği ortadadır. Dezavantajlı grubu "kaba şans" bağlamında değerlendiren Dworkin, kaba şansı nedeniyle mağdur olanların mağduriyetinin giderilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ancak Dworkin'e göre adaletin öncül kriteri olan eşitliğin sağlanmasında öngördüğü çözümün liberal ekonomik sistem oluşu ise dikkat çekmektedir. Oysaki liberal devlet anlayışında, ekonomik düzende kapitalist, rekabetçi üretim ilişkilerinin geçerli olduğu bilinmektedir. Bu durum- da akla şu soru gelmektedir: Böyle bir ekonomik sistem bireyin, özellikle de dezavantajlı grubun sermaye karşısında güçlüklerle karşılacağı ve meslek edinimi için eğitsel alanda sürekli rekabet halinde olması gerektiği anlamına gelmiyor mu? Dworkin'in şans ve nimetlerin dağılımında basit bir eşitlik anla- yışı yerine "orantısal" eşitliği benimsediği görülmektedir. Orantısal eşitliğe yönelmesinin ise kaynak oluşturabilme özelliğine bağlı olduğu düşünülmek- tedir. Orantısal eşitliğin işlerliği de "dağıtıcı adalet" fonksiyonuna bağlıdır. Bu durumda oluşturulan kaynakların, bireylerin yetenekleri oranında hak edişi gündeme gelmektedir. Eğitsel alanda bireysel anlak ve yetiye, sosyo- ekonomik duruma ve diğer etmenlere bağlı yetenek ve statü farklarını oluştu- ran dezavantajların, eğitim sisteminde yapılacak reformlarla giderilmesi yuka- rıda bahsedilen kaynak oluşturma ve yetenek oranında hak ediş olgularını temel almalıdır. Dworkin'in adalet sorununa yaklaşımı irdelendiğinde, tam bir doğal hukukçu olarak nitelemek mümkündür. Görüşleri doğrultusunda sosyal devlet anlayışını benimsediği de söylenebilir. Bu durumda devletin esenliği bireyin esenliğine bağlı olacaktır. Dolayısıyla eğitimde fırsat eşitliğini sağla- mak, devletin görevi olmalıdır ve anayasada uygulanması güvence altına alınmalıdır.

1.1.2. Hakkaniyet Olarak Adaletin Metodolojisi, Fark İlkesi; John Rawls