• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: EĞİTİMDE EŞİTLİK VE ADALET TEORİLERİ VE

1.1. Eşitlik ve Adalet Teorilerine Varsayımsal Yaklaşımlar

1.1.2. Hakkaniyet Olarak Adaletin Metodolojisi, Fark İlkesi; John Rawls

20

lendirir. Rawls ile Dworkin’in ayrıştıkları nokta, liberal sistemlerde eşitlik ve özgürlüğün dengelenmesi sorunudur. Bahsedilen sorun, onların eşitlikleri ve özgürlükleri yadsıdıkları anlamına gelmez. Dworkin eşitliğe daha fazla vurgu yapmakta, eşitlik yerine özgürlüğe dayalı bir haklar sistemini eleştirmektedir. Rawls’a göre ise adaletin birinci ilkesi; temel özgürlükler ve bunların öncelik- leridir. Kendi ifadesiyle; “Her bireyin herkesinkine benzer, en geniş ve eşit temel özgürlüklere sahip olma hakkı vardır” (Kocaoğlu, 2014: s. 74). Rawls ve Dworkin literatürde sosyal liberalizmin en önemli temsilcileri olarak kabul görürler. Kymlicka’dan aktaran Torun’a göre yukarıda adı geçen Amerikan liberalleri, iyi hayat hakkındaki bilinen dogmaların yanlışlanabilir ve yeniden gözden geçirilebilir olduğuna inanmaktadırlar (Torun, 2008: s. 168).

Rawls, sınıfsal üstünlüklerin dezavantajlı bireyler karşısında yaratılan geniş özgürlük alanıyla sonuçlanmasını, adalete aykırı bir özgürlük olarak tanımla- maktadır. Özgürlük anlayışının ise iki temel alanı düzenleme amacı olduğuna işaret eder. Bunlardan ilki siyasal haklar, ikincisi ise ekonomik refahın sağ- lanmasıdır. Sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin, birey özgürlüğünü olumsuz etkilediği kabul edilirse, demokratik eşitlik bağlamında sistemsel kurgu, bire- yin adil özgürlüğünü var eden zemini oluşturmalıdır. Burada kastedilen özgür- lük, hakları ve ödevleri tanımlayan kamusal bütünlüktür (Kocaoğlu, 2014: ss. 75-76). Rawls, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin toplumdaki en dezavantajlı bireyin lehine olacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunur (Kocaoğlu, 2014: s. 80). İşte Rawls’ın eşitlikçilerden ayrıldığı nokta tam da burasıdır çünkü o, herkesin durumunu iyileştirdiği sürece bazı eşitsizliklerin onaylanabileceğini ifade eder (Kocaoğlu, 2014: s. 83).

Doğal ve sosyal dezavantajlar sonucu hak ve fırsatlara erişimde yaşanan yoksunluklar, özgürlüğün sınırlarıdır. Rawls, dezavantajlı bireyin amacını gerçekleştirmesi için bu sınırlılıkların kaldırılması gerektiğini vurgular. Top- lumsal ve kurumsal temel yapının en dezavantajlı bireylerin lehine düzen- lenmesi gerektiğini ifade eder. Sosyal adaletin ancak bu şekilde gerçekleşe- ceğini düşünmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin toplumsal fayda adına ihla- li, adaleti zedeler. Rawls’ın teorisinde bireyin dezavantajlarından bağımsız eğitim gibi diğer kamusal hizmetlere erişimini gerçekleştiren pozitif haklar,

21

adalet teorisinin ilkesel bütünlüğü adına bir zorunluluktur (Kocaoğlu, 2014: ss. 163-165).

Görüldüğü gibi dezavantajları etkisizleştiren pozitif haklara dayalı politik dü- zenlemeler, bir anlamda bireyler arasındaki özgürlüğü koruyacak ve eşitliği sağlayacaktır. Adil olarak tanımlanan bir toplumda yaşayan dezavantajlı bi- reyler, adalet ilkelerinin gerektirdiği değer ve hizmetleri hak ederler. Rawls, eşit hakların özgürlüğün temeli, özgürlüğün ise adaletin birincil ilkesi olduğu- nu savunur. Rawls, Rousseau gibi özgürlükçü düşünceyi onaylamakta, mut- lak eşitlik adına değil özgürlük adına eşitliğe vurgu yapmaktadır. Rousseau’ya göre bireyin özgürlüğünden vazgeçmesi, insanlık haklarından ve ödevlerinden vazgeçmesi anlamına gelir. Özgürlükten vazgeçildiği takdir- de bireyin göreceği zararın tazmini olanaksızlaşır. Zarar gören bireyin davra- nışları bu durumda etik dışına taşabilir (Rousseau, 2014: s. 9). Rawls hakka- niyet bağlamında adalet kavramına farklı metodoloji üzerinden yaklaşarak, varsayımları ilişkilendirip özgün adalet kuramını ortaya koymaktadır. Öncelikli olarak doğru ile iyi arasındaki bağıntıya yönelen Rawls’a göre her bireyin iyi- lerinin farklı oluşundan ötürü adalete olan yaklaşımda doğruya yönelik ilkeleri belirlemek gerekir. Rawls'ın doğa durumundaki eşitlik ve eşitsizlikleri temel alan “orijinal pozisyon” metodu, adil toplumsal oluşumda özgür bireylerin de- zavantajlarını ortadan kaldıran bir anlaşmaya ve bunun kamusal kabulüne dayanır. Burada sözü edilen bireyler, gerçek insan değildirler çünkü gerçek durumda çıktılar bireyin keyfiyetine göre değişir. Orijinal pozisyonda bireylerin ahlaki açıdan eşit olduğu varsayılmaktadır (Kocaoğlu, 2014: ss. 30-46). Rawls bu varsayımla oluşan tarafsızlık kaygısını, doğrunun iyi karşısındaki önceliğinin baz alındığı bir başlangıç durumu olarak ele almıştır. Bu temel yapı üzerinde varılacak sözleşmede, bireylerin reel eşitliğini sağlayacak me- todu “bilgisizlik peçesi” olarak tanımlamıştır. Bilgisizlik peçesi bireylerin ön- yargıdan ve çıkar eğiliminden uzak kalarak objektif olmalarını sağlar. Bilgisiz- lik peçesi ardında bireyler, toplumsal yapıdan soyutlanmış biçimde ortak fay- dayı tercih eden alternatif adalet ilkeleri arasında seçime yöneltilirler. İdealar dünyasında alınan orijinal pozisyonun geçici olmasından ötürü bireyin yine kitlesel çıkara yönelimi sağlanır. Rawls, bahsedilen metodolojiler üzerinden elde ettiği sonuçları “düşünümsel denge” aracıyla haklılaştırmaktadır.

22

“Maximin kuralı” ile karar vericilerin kendilerini koruma güdüsüyle adalete yö- nelmesini açıklamaktadır. Zira doğal (kaba şans) ve sosyal şanstan (seçmeli şans) kaynaklanan avantajlar etkisiz hale getirilerek, bireylerin rasyonel se- çimler yapmaları beklenmektedir. Bu durum toplumsal düzlemde dezavantajlı konumda olan bireyin çıkarına uygun görünmektedir (Kocaoğlu, 2014: ss. 47- 59). Rawls, yukarıda anlatılan metodolojik kurgunun işletilmesi sonucu özgür- lük ve eşitliğin adaletin temel ilkeleri olarak belirlenebileceğini savunmaktadır. İkinci ilke olan eşitliğin aynı metodoloji üzerinden irdelenmesiyle "fırsat eşitli- ği" açılımından "fark ilkesi"ne varılacağını ifade etmektedir. Ona göre geniş bir özgürlük alanını içeren doğal özgürlük sistemi adaletsiz bir sistemdir. Rawls, statünün yetenek ve doğal şansa dayandırılması nedeniyle doğal öz- gürlüğün tam rekabete dayalı serbest piyasa düzenine zemin hazırlandığın- dan söz etmektedir. İşte bu zemin üzerinde yükselen sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin dezavantajlı bireyin lehine düzenlenmesi, fark ilkesine karşılık gelmektedir. Rawls, kurguladığı hakkaniyet metodundan türettiği adalet teori- si ile birey hatasından kaynaklanmayan dezavantajları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Çözüm önerisi olarak fark ilkesine göre kaynakların büyük oranda eğitime harcanabileceğini ifade etmektedir. Fark ilkesi uzun vadede, avantajlı kesime de fayda sağlayacaktır (Rawls, 2014: ss. 80-87).

Rawls, adaletin birinci ilkesi olarak eşit özgürlüğün önemini ortaya koymakta- dır. Ardından toplumsal eşitsizlikleri düzenleme amacında olduğu görülmek- tedir. Rawls'ın fark ilkesi ve onun etrafında ortaya attığı görüşlerin adalet bo- yutunda siyaset felsefesine yaptığı en önemli katkılardan biri olduğu düşü- nülmektedir. Fark ilkesine göre toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin, toplum- da en az avantajlı konumda olan bireylerin maksimum yararına olacak şekil- de düzenlenmesi gerekmektedir. Buradan çıkarılacak anlam: eşitsizlik duru- mu ancak dezavantajlıların yararına ise kabul edilebilir olduğudur. Rawls'ın fark ilkesinin Dworkin'de ele alınan "dağıtıcı adalet" kavramı ile ilgilidir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, Rawls'ın fark ilkesini ortaya ko- yarken dezavantajlı kesim için sürekli bir yeniden dağıtım mekanizmasının gerekliliğidir. Başka bir deyişle fark ilkesi ile toplumda dezavantajlı konumda olanlara sürekli olarak devlet eliyle transferi ya da bütün bireyler arasında eşitlik sağlanmasını önermektedir. PISA bulguları irdelendiğinde TES'de eğit-

23

sel alana dâhil olan bireyler arasındaki farkların görmezden gelindiği düşü- nülmektedir. Ayrıca ekonomik sistemlerde yeniden dağıtım mekanizmalarının işlerliği, ülkenin gelişmişliği ve yönetim biçimiyle yakından ilişki içindedir. Rawls'a göre devletin görevi toplumdaki her bireye fark ilkesine dayalı eşit eğitim şansından yararlanmasını sağlamaktır. Fakat bu görev toplumdaki elit- leri ayrımlaştıran, toplumsal sınıflaşmayı artıran, meritokrasiyi sürdüren bir yapıya sahip eğitim sistemi ile yerine getirilmemelidir. Eğitsel alanda fırsat eşitliği, adaleti ve toplumsal genel başarıyı sağlayabilir ancak bu eğitim sis- teminin niteliğine bağlıdır. FES'in buna örnek olduğu düşünülmektedir.