• Sonuç bulunamadı

Sosyal Kaygı

Genel popülasyonun yaklaĢık % 80‟i yaĢamının bazı zamanlarında utangaçlığın

sıkıntısını çekmiĢ, yaklaĢık % 40 utangaç insan, kendilerini bu Ģekilde tanımlamıĢlardır (Pilkonis ve Zimbardo, 1979). Birçok ünlü artist, örneğin Robbie Williams bile televizyon Ģovunda utangaç olduğunu ifade etmiĢtir. Hepimiz tahminen, önemli bir günü beklerken endiĢe hissederiz veya sınav kaygısının belirli bir derecesini yaĢadığımız yaĢam deneyimimiz vardır. Anksiyetenin düĢük seviyesinde performans artabilir, yüksek seviyesinde ise performans aĢırı derecede engellenebilir (Lincoln, 2003).

Sosyal kontakt ve yakın iliĢki, aslında bütün türlerin temel ihtiyacıdır. Ġnsanlar

özellikle diğerlerinin destek ve onaylamasına ihtiyaç duyar. Ayrıca, hoĢlanmaya, önem verilmeye, anne babanın sorumluluk vermelerini sağlamak için onaylanmaya, akran iliĢkilerini geliĢtirmeye, istenen arkadaĢları cezbetmeye ve sosyal iliĢkilerin birçok tipinde baĢarılı olmaya ihtiyacı vardır. Her sağlıklı kiĢi, sosyal olarak anksiyete veya utandırmaya benzer hislerinin neler olduğunu bilir. Tipik olarak çocuk, daha güçlü anksiyete ve ayrılma anksiyetesinin periyotlarına maruz bırakılır. Belki bu, birçok yıl için ihmal edilen sosyal kaygının niçin klinik olduğunun bir ifadesidir (Hofmann, 2007).

Fobi terimi köken olarak, Yunanca, dehĢet veya korku anlamında, φόβоς

kelimesinden gelmektedir. Antik çağlarda Phobos‟un Yunan‟da, 4. korku ve terör olarak çağrıldığına inanılırdı. Korkunun büyük olanı, Latin ve Yunan ön ekine “phobia” ilave edilerek isimlendirilmiĢtir. Utangaçlık ve sosyal anksiyetenin literatür tanımları, Hipokrat tarafından yapılmıĢtır fakat sosyal fobi ilk olarak Janet tarafından 1903‟de kullanılmıĢtır (Furmark, 2000). Janet, bu kavramı, kalabalık yerlerde konuĢmaktan, baĢkalarının önünde piyano çalmaktan ve yazı yazmaktan çekinen bireyler için kullanmıĢtır (Sevinçok, 2000). Sosyal kaygı, 1966‟da Marks ve Gelder tarafından diğer kaygı bozukluklarından ayırt edilmiĢ, sadece, insanlar arası etkileĢim durumlarıyla sınırlı, baĢkalarının önünde yemek yeme, içme, titreme ya da kusma korkusu ve diğer kiĢiler karĢısında küçük düĢme temeline dayanan, yoğun korkular olarak tanımlanmıĢtır (Sayan, 2005).

DSM II‟de (1968) tüm fobik bozukluklar, “fobik nörozlar” baĢlığı altında toplanmıĢken DSM III‟de sosyal fobi; agorafobi ve basit fobi alt gruplarında tanımlanmıĢtır. DSM III‟de sosyal fobi, “baĢkaları tarafından değerlendirileceği durumlardan sürekli ve gerçek dıĢı bir korku duyma ve bu durumdan kaçınma, utanç duyacağı ya da rezil olacağı biçimde davranabileceğinden korkma” olarak tanımlanmıĢtır. DSM III-R‟de (APA 1987) sosyal fobi, “baĢkaları tarafından değerlendirileceği bir veya birden çok durumdan sürekli ve gerçeğe uygun olmayan korku duyma ve rezil olacağı biçimde davranacağından korkma” olarak ifade edilmiĢtir. Fobiler, karĢı cinsten biri ile tanıĢma, herkesin önünde yemek yeme, konuĢma ile sınırlı kalabileceği gibi aile ortamı dıĢındaki tüm toplumsal durumları kapsayacak Ģekilde yaygın olabilir (Sevinçok, 2000).

Sosyal fobi DSM IV‟de, “tanımadık insanlarla karĢılaĢtığı ya da baĢkalarının gözünün üzerinde olabileceği, bir ya da birden fazla toplumsal ya da bir eylemi gerçekleĢtirdiği durumdan, belirgin ve sürekli bir korku duyma” olarak tanımlanmıĢtır. (Amerikan Psikiyatri Birliği, 1994) Bu da sık sık performans kaygısı demektir. KiĢi, ne söyleyeceğini unutmaktan, utandırmak veya küçük düĢürmek gibi bazı Ģeyleri yapmaktan korkar. KiĢi bir de, kendi kendisinin korkusundan korkar,

titremeye baĢlar ve utanma hisseder. Bunun sonucunda, sosyal ortamdan kendisini çeker (Alnaes, 2001).

ICD-10‟da sosyal fobinin operasyonel kriterleri, DSM-IV‟le karĢılaĢtırıldığında, çok az farklılıklara sahiptir. ICD-10, insanların küçük gruplarını incelemeyi gerektiren korkuyu Ģart koĢar, kalabalıklardan ziyade ve spesifik stresle ilgili terleme, mide bulantısı, el titremesi gibi fiziksel semptomları vurgular.

Birçok durumda birey, diğer insanların onlara doğru küçümseyen veya çok utandıran ve kaygının fiziksel semptomlarının farkına varabileceği, hatta somatik anksiyete semptomlarının eĢlik edeceği ve bunu anlatacağı korkusu yaĢar. Sosyal fobi, bir iĢverenle konuĢma, bir partide hazır bulunma gibi performans durumlarıyla ilgili olabilir. Halkın önünde konuĢma korkusu, en tipik korku olarak bilinir, bunu, bir odaya girme, daha güçlülerin mitinglerinde, onlara hitap etme takip eder. Birçok sosyal fobili yaĢam kalitesizliğinin (daha aĢağı bir nitelikte olma) sıkıntısını çeker (Lincoln, 2003).

Holt ve arkadaĢları (1992), sosyal kaygının 4 kategori içinde sınıflandırılabileceğini ileri sürmüĢtür. Anksiyete üreten durumların, 1.‟si, resmi konuĢmaları ve etkileĢimleri içerir. Bir seyircinin önünde bir konuĢma yapmak, bir sahnede performans sergilemek, bir gruba rapor vermek, bir mitingde konuĢma yapmak ve benzeri. 2.‟si, resmi olmayan konuĢma ve etkileĢim gerektiren sosyal anksiyete içeren durumlardır. Bu kategoriyi, partiye gitmek, daha güçlülerle karĢılaĢma ve birine bir teklifte bulunmayı deneme durumlarını içerir. 3.‟sü, kendine güvenli davranıĢları gerektiren etkileĢimler, ani sosyal anksiyete durumlarını (anlaĢmazlıkları ifade etme, bir dükkana aldığı Ģeyleri geri vermek veya çok baskı uygulayan satıcılara direnmek) içerir. 4.‟sü, insanlar bazı zamanlarda diğerleri tarafından çalıĢırken, yazarken veya yerken (örneklerde), sade bir Ģekilde izlendiklerinde, sosyal olarak anksiyete hissederler. Bu durumların hepsinde onlar diğer insanların kendi kendilerinin olaylarıyla ilgilendiğini, yaygın olarak aklına getirme eğilimindedirler.

GenelleĢtirilmiĢ ve genelleĢtirilmemiĢ sosyal fobili bireyler, demografik ve klinik özelliklerin birine göre ayırt edilir. GenelleĢtirilmiĢ sosyal fobili bireyler, daha genç, daha az eğitimli ve muhtemelen daha fazla iĢsiz olarak bulunmuĢtur (Heimberg ve diğ., 1990). GenelleĢtirilmemiĢ sosyal fobililer, benlik raporları ölçümleri sırasında, negatif olaylardan korku ve kaçınma, sosyal anksiyete ve depresyonun daha yüksek seviyeleri, baĢlangıcı daha erken yaĢ ve yüksek oranda alkolizm görülmüĢtür (Lincoln, 2003).

Anksiyete genellikle birbiriyle ilgili 4 farklılık gerektirir; biliĢsel deneyim yansıtmaları, somatik, davranıĢsal ve etkisel yönler.

1. Anksiyete, endiĢeli düĢünceler veya biliĢleri içerir. Kaygılı insanlar korkunç düĢünceler üzerinde durur, halen veya gelecekte deneyim içinde olabilirler. Örneğin, sosyal kaygılı bir adam bir kadınla etkileĢimdeyken bazı Ģeyleri düĢünür. “keĢke ben buradan gidebilsem” gibi. Büyük bir dinleyiciye konuĢma yapmak için bekleyen bir kiĢi, nasıl hazırlandığını derin derin düĢünebilir, o, onun performansı hakkında diğerlerinin ne düĢüneceğini merak eder.

2. Anksiyeteye somatik semptomlar eĢlik eder. Fiziksel tepkiler, avuç içinin terlemesi ve kalp ritminin artması. Sempatik endiĢe sistemleri, aktiviteleri, kalp ritmi, nefes alma ve kaslarda gerilim artması, sindirim yavaĢlaması ve ter gözeneklerinde açılma. Bu ve diğer tepkilerle birlikte, bireysel olarak onların mutluluğunu tehditlerle karĢılaĢmaya hazırlar.

3. DavranıĢsal olarak, anksiyeteden kaçınmayı denemek veya anksiyete üreten durumlardan kaçmak eĢlik eder. KiĢi, kaçınmayı vurgulamada harekete geçme veya geçmeme konusunda kesinlikle eğilim artar. Sosyal anksiyete halinde, insanlar devam eden etkileĢimlere, daha az katılmaya veya gerçek olarak sosyal durumlardan tamamıyla ayrılmaya çalıĢır.

Sonuç olarak, anksiyete durumunda hemen hemen her zaman hoĢa gitmeyen subjektif duygular karakterize edilmiĢtir. Ġnsanlar, sinir ve gerginlik hissettiklerini rapor etmiĢlerdir. Subjektif anksiyeteye sık sık, öfke, ümitsizlik veya depresyon gibi diğer negatif duygular eĢlik eder (Leary ve Kowalski, 1995).

Heerey ve Kring (2007) yaptıkları araĢtırmada, iki sosyal anksiyetesi olmayan bireyler (NSA) veya bir sosyal kaygılı (SA) ve bir NSA bireyden meydana gelen ikilide, sosyal etkileĢimleri incelemiĢlerdir. Bu iliĢkilerde davranıĢ, benlik raporu etkileri ve algıları incelemiĢlerdir. NSA‟lı eĢlerin etkileĢimleri karĢılaĢtırıldığında, yüksek seviyede yerinde duramama, gülme davranıĢının zayıf karĢılıkları, daha fazla benlik konuĢması ve daha fazla sıklıkta endiĢelerini gidermeye çalıĢma arayıĢı görülmüĢtür. SA katılımcıların ve onların NSA partnerleri, NSA-NSA ikilisinde katılımcılardan daha az problemsiz ve koordine edilmiĢ olarak onların etkileĢimleri oranlanmıĢtır. SA katılımcılarının endiĢelerini tekrar giderme arayıĢı ve benlik konuĢması partner pozitif etkileriyle ve etkileĢim niteliğini algılamaları negatif olarak korelasyon edilmiĢtir.

Sosyal kaygı bozukluğuna eĢlik eden hastalıklar, major depresyon, fobik bozukluklar, alkol ve madde bağımlılığıdır. ECA çalıĢmalarına göre sosyal kaygı bozukluğuna en sık eĢlik eden hastalıklar, özgül fobi (%59), agorafobi (%44,9) ve alkolün kötüye kullanımıdır (%18,8) (Dilbaz ve Güz, 2002).

Solmaz ve arkadaĢları (1999) araĢtırmalarında, klinik bir örneklemde, sosyal fobinin klinik özelliklerini ve eĢ tanılı durumların sıklığını araĢtırmıĢlardır. DSM-IV ölçütlerine göre sosyal fobi tanısı alan 44 hastaya (36 erkek, 8 kadın) yarı yapılandırılmıĢ sosyo demografik veri formu, SCID-OP, SCID-II, Hamilton Depresyon ve Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçekleri ve Liebowitz Sosyal Anksiyete Ölçeği uygulamıĢlardır. Grubun %52.3‟ünde eĢlik eden I. eksen tanısı saptanırken, bunların %33‟ü agorafobili panik bozukluğu belirlenmiĢtir. EĢ tanılı durumların %76‟sında sosyal fobi, eĢ tanıdan önce baĢlamaktaydı. Hastaların %68.2‟sinde II. eksen tanısı vardı ve bunların %50‟si çekingen kiĢilik bozukluğuydu. Bu çalıĢmada eĢ tanı sıklığı literatürdeki çalıĢmaların büyük çoğunluğundan daha düĢük bulunmuĢtur. Çekingen kiĢilik bozukluğu ile sosyal fobi eĢ tanısı, ayrıca araĢtırılması ve tartıĢılması gereken bir konu olarak belirlenmiĢtir.

Epidemiyoloji

Sosyal anksiyetenin, Amerika ve Avrupa popülasyonlarının epidemiyolojik çalıĢmalarında, ömür boyu hüküm sürme oranı %7 ile %16‟dır. Kronik yön ve yüksek eĢ zaman, 15 ve 18 yaĢları arasında baĢlama yaĢıyla, çok genç bireyleri etkiler. Her nasılsa bu rahatsızlığa rağmen, psikofarmakoloji ve psikoterapötik tedavilere bugünlerde elde edilir cevap verir, sadece sosyal fobiklerin %25‟i kendine mal edilen tedaviyi kabul ederler. Eğer birey 18 yaĢının altındaysa, DSM IV kriterlerinde minimum, en az 8 ay süreklilik gerekir (Furmark, 2000). Sosyal kaygıda, tedaviye baĢvurma yaĢı, genellikle, baĢlangıçtan 15-25 yıl sonra 30 yaĢlarında olmaktadır (Dilbaz, 2000).

Sosyal kaygı, ABD‟de en sık görülen ikinci ruhsal hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından Fransa‟da yürütülen epidemiyolojik çalıĢmada, sosyal fobinin ömür boyu prevalans oranı %14,4 ile en sık görülen üçüncü ruhsal bozukluktur (Türkçapar, 1999).

Halk önünde konuĢma en yaygın korkudur ve performans durumunda, normal popülasyon deneyimi önemli korkuların %15 ve %30‟u arasındadır. Sosyal fobili bireyler, sık sık belirgin olarak Ģiddetli kaygı meydana gelmeden, bu durumdan kaçar. Sosyal fobi erken olarak 11-19 yaĢları arasında baĢlar. Bu, yaĢam kalitesinde sosyal fobinin tedavisi ve tanınmasında önemlidir (Tillfors, 2004).

ABD‟de DSM III-R tanı ölçütlerine göre sosyal kaygı bozukluğu tanısı konmuĢ 8000 kiĢi üzerinde yapılan bir araĢtırmada hastalığın görülme sıklığı, kadınlarda %15,5, erkeklerde %11,1‟dir (Dilbaz ve Güz, 2002).

Sosyal kaygının, 1 ay yaygınlık oranı %4.5‟tir. Depresyon ve genel anksiyete rahatsızlığından sonra 3. en sık rastlanan rahatsızlıktır (Toit ve Stein, 2003). Bunu major depresyon ve alkol bağımlılığı takip eder. Ulusal Comorbidity inceleme sonuçları, yaĢam zamanına sosyal fobinin yaygınlık oranının %13,3 olduğunu gösterir ve bu sonuçlar, mesleki ve sosyal görevlerde önemli bozuklukların sonuçlarıdır (Hoffmann ve DiBartolo, 2001).

Sosyal kaygı bozukluğunun, yetiĢkinlikte bir yıllık prevalansı %4-8‟dir. Çocuklardaki prevalansı ise %1.4‟tür. 12 ile 24 yaĢlarındaki ergen ve genç eriĢkinlerdeki prevalans %7.2‟dir. Bu yaĢ grubu kızlarda %9.5, erkeklerde ise %4.9‟dur (IĢık ve Taner, 2006).

Stein ve arkadaĢları (1994), 526 kiĢide, sosyal kaygı bozukluğu belirtilerini incelemiĢler, bunun sonucunda, kadınların toplum önünde konuĢma, küçük bir gruba konuĢma, yabancı veya yeni tanıĢılan biriyle konuĢma, otorite sahibi biriyle konuĢma konusunda daha fazla kaygı ve kaçınma yaĢadıklarını belirtmiĢlerdir. BaĢkalarının önünde yazı yazma, yemek yeme gibi sosyal kaygı durumlarında duyulan kaygının cinsiyete göre farklı olmadığını bildirmiĢlerdir.

Davidson ve arkadaĢları (1994), yaptıkları araĢtırmada, sosyal fobiye epidemiyolojik bir yaklaĢımla 6 ay ve yaĢam boyu prevalans oranı, demografik özellikler, ailesel özellikler, yapısal ve okul güçlükleri, psikiyatrik eĢ zamanlı hastalıklar, intihar eğilimi, sosyal desteğin boyutları açısından incelemiĢlerdir. 3801 denekle bir yıl arayla iki görüĢme yapılmıĢtır. Ġkinci görüĢmeye 2993 denek katılmıĢtır. AraĢtırma sonucunda, sosyal fobinin 6 aylık prevalans oranı %2.7, ömür boyu prevalans oranı %3.8 ve eĢ zamanlı olmayan sosyal fobinin, ömür boyu prevalans oranı %0.6 olarak bulunmuĢtur. Sosyal fobinin baĢlangıç yaĢının ortalama, 14.6 olduğu, sosyal fobisi olan ve olmayanlar arasındaki farklı değiĢkenlerin çoğunlukla, eĢ zamanlı diğer bozukluklarla iliĢkili olduğu, kaçma davranıĢı, yalan, hırsızlık ile iliĢkisi olduğu, annede psikiyatrik bozukluğa, 10 yaĢından önce ebeveynlerin boĢanmalarına, diğer anksiyete bozukluklarına sıklıkla rastlanıldığı, psikolojik tedavi ve sosyal fobi için tedavi arayıĢının az olduğu ve düzelme oranının %27 olduğunun bulunduğunu belirtmiĢlerdir.

Sosyal kaygıya etki eden faktörler

Sosyal anksiyetenin etiyoloji ve korunmasına katkıda bulunan farklı faktörleri sosyal psikologlar, geliĢimsel psikologlar, davranıĢ genetikçileri, klinik psikologlar ve psikiyatristler tartıĢmıĢlar ve 4 kategoride sınıflandırmıĢlardır: (1) biyolojik

mekanizma, yaradılıĢtan gelen faktörleri içerir. (2) davranıĢsal faktörler (3) biliĢsel değiĢkenler ve (4) sosyal etkileĢimde konuyla ilgili kiĢilerarası yöntemler.

Sosyal fobide nadir olarak biyolojik literatür eleĢtirilmiĢtir. Moutier ve Stein, sosyal fobinin yapısal ve metabolik beyin anormallikleriyle iliĢkisi olduğunu belirtmiĢler, dopaminerjik, seratonejik ve noradrenerjik, neuro transmitter fonksiyonlar kadar iyi olduğunu gözlemiĢlerdir (Hoffmann ve DiBartolo, 2001).

Birkaç risk faktörleri içinde, biyolojik, ailesel ve genetik; erken mizah (davranıĢsal engelleme), sosyalizasyon örnekleri ve psikolojik faktörler sayılabilir. Sosyal fobinin geliĢiminde ailesel faktörlerin rolü hakkında deliller artmıĢtır. Aile çalıĢmaları ve aile tarihi yaklaĢımının her ikisinde, kontroller akrabalarla karĢılaĢtırıldığında, sosyal fobili kiĢilerin iliĢkilerinde, sosyal fobinin oranı daha yüksek bulunmuĢtur. Birçok araĢtırma, temel olarak, yetiĢkinler arasındaki sosyal fobinin aile baĢlangıçlı olmasına odaklanmakla beraber, aileler ve çocukları arasındaki sosyal fobiyle ilgili özel bağlantılar konusunda çok az araĢtırma vardır. Kaygı ve sosyal fobi ile ilgili yapılan çalıĢmalarda çocuklarda yüksek oranlarda sosyal fobi görülmektedir.

Bir çok çalıĢma, sosyal fobinin geliĢiminde ailenin önemli bir rol oynadığını göstermesine rağmen, genetik etkiler ve özel aile çevre faktörlerinin (ebeveyn stilleri) terminolojide ailevi bağlantıları hakkında çok az deneysel kanıtlar vardır. Son birkaç çalıĢma, özellikle sosyal fobinin, gereğinden fazla koruma veya reddetme, onların ebeveynlerinin geçmiĢle ilgili oranı, anksiyete rahatsızlığı olan yetiĢkinlerle kanıtlanmıĢtır. Ebeveyn karakteristiklerinin her ikisi, bireysel olarak ve birleĢtirildiğinde, (literatürde sevgisiz kontrol olarak tanımlanır) kiĢiler arası etkileĢim ve sosyal durumlarda, çocukların geliĢiminin sonraki zorluklarının sonucu olduğu görülmüĢtür (Lieb, Wittchen ve Höfler, 2000).

Erkan (2002), “Ergenlerin Sosyal Kaygı Düzeyleri, Ana-Baba Tutumları ve Ailede Görülen Risk Faktörleri Üzerine” bir çalıĢma yapmıĢtır. AraĢtırmada, ergenlik dönemindeki öğrencilerin sosyal kaygı düzeylerinin ana baba tutumlarına ve

cinsiyete göre değiĢip değiĢmediği; sosyal kaygı düzeyi yüksek ve düĢük öğrencilerin ailelerinde yer alan risk faktörlerinin neler olduğu ve ana-baba tutumlarını nasıl betimledikleri incelenmiĢtir. ÇalıĢma, Adana ve Ġçel‟de bulunan genel liselerden seçilen 782 öğrenci üzerinde yapılmıĢtır. AraĢtırma sonucunda, ana-baba tutumlarının, Olumsuz Değerlendirilmekten Korkma Ölçeği puanları ile Sosyal Kaçınma ve Huzursuzluk Ölçeği puanları üzerindeki etkisi anlamlı bulunmuĢtur. Koruyucu-istekçi ve otoriter ana baba tutumlarına sahip öğrencilerin, ölçeklerden yüksek puan aldıkları, demokratik ana baba tutumuna sahip öğrencilerin ise ölçeklerden düĢük puan aldıkları gözlenmiĢtir.

Bandelow ve arkadaĢları (2004), yaptıkları araĢtırmada, sosyal kaygı bozukluğunda erken travmatik yaĢam olayları, ebevyn tutumları, ailede ruhsal rahatsızlık öyküsü ve risk faktörlerini incelemiĢlerdir. AraĢtırmaya, 50 sosyal kaygı bozukluğu olan ve 120 kontrol grubu katılmıĢtır. Sonuçta, ebeveynden ayrılma, ebeveynlerin boĢanması, aile içi Ģiddet gibi, bildirilen erken travmatik yaĢam olaylarının, sosyal kaygı bozukluğu olanlarda, kontrollere göre anlamlı olarak daha fazla olduğunu, kontrollerle karĢılaĢtırıldığında sosyal kaygı bozukluğu olanların, ebeveyn tutumlarını, anlamlı olarak daha uygunsuz olarak tanımladıklarını, sosyal kaygı bozukluğu olanların anlamlı olarak, daha fazla ailede psikiyatrik bozukluk öyküsü bildirdikleri görülmüĢtür.

Çocuk ve ergenlerin %1‟i ileriki yaĢamlarında kendilerini rahatsız edecek sosyal fobi tanısı almaktadırlar. Sosyal fobili kiĢilerin birinci derece yakınlarında sosyal fobi görülme riski yüksektir. Yapılan aile çalıĢmaları ve aile öyküsüne dayanan çalıĢmalarda, sosyal fobililerin yakınlarında, kontrol gruplarından daha fazla sosyal fobiye rastlandığı görülmüĢtür. YaklaĢık %9-20‟ si, yakın akrabalarında benzer bozukluktan söz etmiĢler, ailelerinde aynı hastalığın görülme sıklığının daha fazla olduğunu belirtmiĢlerdir. Sosyal fobililer, anne babalarının aĢırı koruyucu, fakat duyarlı olmayan bir yapıya sahip olduklarını belirtmiĢlerdir (Öztürk ve diğ., 2005).

Öztürk ve arkadaĢları (2005), araĢtırmalarında, sosyal fobi tanısı almıĢ çocukların annelerinde sosyal fobi oranını ve sosyal fobik davranıĢların yaygınlığını

belirlemeyi amaçlamıĢlardır. 8-16 yaĢlarında sosyal fobi tanısı almıĢ çocukların anneleri ve aynı yaĢ grubunda kontrol grubu çocukların annelerine Liebowitz Sosyal Anksiyete Ölçeği ve Belirti Tarama Testi 90 uygulanmıĢ, tanısal görüĢme yapılmıĢtır. AraĢtırma sonucunda, sosyal fobili çocukların annelerinde sosyal fobiye rastlanma oranı, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların annelerine göre fazla bulunsa da, istatistiksel olarak anlamlı değildir. Kaçınma bölümünde, iki grup arasında anlamlı fark tespit edilmiĢtir. Ayrıca, Belirti Tarama Testi 90‟da, somatizasyon, depresyon, hostilite alt ölçeklerinde sosyal fobili çocukların annelerinde, anlamlı derecede yüksek puanlar saptanmıĢtır. Sosyal fobinin oluĢumunda, çeĢitli ailesel faktörlerin rol oynayabileceğini belirtmiĢlerdir.

Lieb ve arkadaĢları (2000), DSM IV kriterlerine göre sosyal fobi, anne babaya ait psikopatoloji, ebeveyn stili ve aile fonksiyonlarının karakteristiklerini incelemiĢlerdir. Bulgular temel olarak, 14 ile 17 yaĢlarında 1047 ergenin, takip eden ilk dataları ve onların ebeveynlerinden biriyle bağımsız olarak yapılan görüĢmelerde teĢhis edilmiĢtir. Ebeveynlerde ve ergenlerde teĢhis değerlendirmeleri, DSM IV temel alınarak, Munich BirleĢik Uluslar Arası TeĢhis görüĢmeleri tarafından yapılmıĢtır. Ebeveyn stilleri (reddedici, duygusal içtenlik ve aĢırı koruyucu), Hatırlanan Ebeveyn YetiĢtirme DavranıĢları Anketi tarafından değerlendirilmiĢ ve aile fonksiyonları (problem çözme, iletiĢim, roller, duygusal etkililik, duygusal iliĢki ve davranıĢsal kontrol), McMaster Aile Değerlendirme Aracı tarafından değerlendirilmiĢtir. AraĢtırma sonucunda, cevapların DSM IV kriterlerinin %5.6‟sını, genelleĢtirilmiĢ benzer tipin kriterlerinin, %4.4‟ünü karĢıladığı ve genelleĢtirilmiĢ sosyal fobinin %1.1‟ini karĢıladığı görülmüĢtür. Ebeveyn sosyal fobi ile evlatları arasındaki sosyal fobi iliĢkisinin güçlü olduğu, anne babaya ait psikopatolojinin diğer formlarının da ergenlerin sosyal fobisiyle ilgili olduğu ve ebeveyn stili özellikle gereğinden fazla koruyucu ve reddedici ebeveynlerin cevapları sosyal fobiyle ilgili bulunmuĢtur. Aile fonksiyonları cevapları sosyal fobiyle ilgili bulunmamıĢtır.

AraĢtırmacılar, acil durum ve sosyal fobinin sürdürülmesinde genetik ve çevresel etkilerin sonuçlarının kombinasyonu olduğuna inanırlar. Biyolojik teoriler, bazı çocukların utangaçlık veya yaradılıĢtan engellenen bir genetik yatkınlıkla doğduğunu

ileri sürerler. Ek olarak belirli aile modelleri, çocuk yetiĢtirme alıĢkanlıkları, okul deneyimleri ve bir de rol oynama etkilidir. Bazı araĢtırmalar, sosyal olarak fobik çocukların ebeveynleri ve ergenlerin kendilerinin sosyal olarak kaygılı olma eğilimlerinin, daha az giriĢken ve baĢkalarının fikirleriyle daha üst düzeyde ilgili olduğunu bulmuĢlardır. Bu ebeveyn stili, potansiyel tehlikelerle dolu, küçük düĢürücü ve utandırıcı kelimelerle çocuğa mesaj iletebilir. Çoğu ebeveynler, çocuklarını reddetme ve üzme, doğal isteklerini korumaları aslında, sosyal durumdan çocuğun kaçmasını destekleyebilir, bu kasıtsızca sürdürülen korku ve kaygının modelidir (Albano, 2000).

Kendler ve arkadaĢları (1992), yaptıkları araĢtırmada, kadınlarda var olan fobilerin genetiksel geçmiĢlerini incelemiĢlerdir. Örneklem, Virginia ikizler sicilinden 2163 ikiz kadındır. Bu kadınların 722‟si hayatında en az bir kez fobi ve %11.5‟inin de sosyal kaygı geçmiĢine sahip oldukları tespit edilmiĢtir.

Benzer Belgeler