• Sonuç bulunamadı

Uzun yıllar birçok araştırmaya konu olan ve çoğunlukla teknolojik bağlamda ele alınan inovasyon araştırmaları, yirminci yüzyılın ilk yarısında farklı bir boyut kazanmıştır. İnovasyon kavramını teknolojik bağlamı dışında ilk olarak kullanan Avusturyalı iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph Schumpeter, inovasyonun sosyal alanı da içermesi gerektiğini belirtmiştir (Schumpeter, 1934). Bazı düşünürlere göre Schumpeter’in dışında Emile Durkheim, Benjamin Franklin, Max Weber gibi düşünürlerin çalışmalarında da bu fikrin var olduğu belirtilmektedir (Hubert, 2010; Moulaert & Nussbaumer, 2005; Mumford, 2002). Ekonomik etkinliği sağlamada teknolojik inovasyona paralel olarak sosyal inovasyonun gerekliliğine vurgu yapan Schumpeter, yeniliğin üretilmesinde girişimcilerin aktif bir rolü olduğunu, diğer insanlardan farklı güdülere sahip bu girişimcilerin eski yapıların yerine yeni yapıları koymak suretiyle yaratıcı yıkım (creative destruction) adlı süreci ortaya çıkardıklarını ifade etmiştir (Basilgan, 2011). Böylece başarılı yenilikler sürekli olarak yeni birini yaratırken eskisini daimî olarak yok ederek ekonomik yapıyı kökten değiştiren bir değişimi temsil etmektedirler (Kiessling, 2004).

23

Schumpeter, inovasyonun beş boyutunu şu şekilde sıralamaktadır; (1) yeni ürün veya mevcut bir ürünün geliştirilmiş versiyonu, (2) yeni üretim metotlarının geliştirilmesi, (3) yeni piyasaya giriş veya mevcut piyasaya yeni bir oyuncu ile girilmesi, (4) ham maddelerin yeni bir arz kaynağına ulaşması ve (5) herhangi bir sektördeki kuruluşun daha etkin ve verimli olmasıdır (Alex Nicholls & Murdock, 2011). İnovasyon konusunda çalışan birçok kişi Schumpeter’in yenilik alanındaki öncü rolüne atıf yapmakta ve onu yenilik çalışmalarının “babası” olarak anmaktadır. Nitekim McCraw (2009) onun hayatını ve fikirlerini “The Prophet of Innovation” adlı bir kitapta toplamıştır.

İnovasyon araştırmalarına bir diğer katkı da kırsal sosyoloji alanında çalışan Rogers (1962) tarafından yapılmıştır. Rogers, inovasyonun yayılmasını temelde toplumda ortaya çıkan yeni fikirlerin farkına varıldığı sosyal bir süreç olarak ele almıştır (Rogers, 2010). İnovasyonu sosyal yapılanma sürecinin başarılı olması olarak gören Rogers, yeniliğin benimsenmesini

(adopters of innovation) yenilikçi, erken benimseyen, erken çoğunluk, geç çoğunluk ve geriden takip eden olarak kategorilere ayırmıştır (Alex Nicholls & Murdock, 2011). Rogers

(2010) ayrıca birçok potansiyel benimseyicinin inovasyon fikrinin bilincinde olduğunu ama bu kişilerin motive edilerek harekete geçirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Bir dizi ekonomik kriz, yüksek enflasyon, artan rekabet ile birlikte inovasyonun çalışma alanı genişleme fırsatı bulmuş, 1970’lerden sonra gelişen yeni teknolojilerin ekonomik verimlilik üzerindeki etkisi incelenmiş (Freeman, Clark, & Soete, 1982; Nelson & Winter, 1977), yönetim gibi alanlarda çeşitli çalışmalar tartışılmıştır (Druker, 1985; Hitcher, 2006; Luecke & Katz, 2003; Sarkar & Costa, 2008; Tuomi, 2002; Von Hippel, 2005). Ayrıca bir yandan inovasyonun ekonomik değeri ve performans ölçümü üzerine odaklanılırken (Davila, Epstein, & Shelton, 2006) diğer yandan hizmetlerde inovasyon (Miles, 2005) konusunda çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Baregheh, Rowley ve Sambrook (2009) tarafından inovasyon çok disiplinli yaklaşımla bütüncül olarak ele alınmıştır (Alex Nicholls & Murdock, 2011).

Özellikle 1990’la birlikte önceleri daha çok teknolojik anlamda yeniliği ifade eden inovasyonun “sosyal” tarafı da dikkate alınmaya başlamıştır (Christensen, Baumann, Ruggles, & Sadtler, 2006; Mumford, 2002; Murray, Mulgan, & Caulier-Grice, 2008; Zapf, 1989, 1991). Gün geçtikçe politika yapıcılar da dâhil birçok kesimin ilgisini çekmekte olan sosyal inovasyon fikri, klasik yöntemleri ile üstesinden gelinemeyen sorunların çözümü için umut vaat etmektedir (Murray vd., 2008). Ekonomik kalkınmanın yanında sosyal ve insani

24

kalkınmanın da en önemli dinamiklerinden birini oluşturan inovasyon kavramı bazı düşünürlere göre teknolojik yeniliğin oluşmasına zemin hazırlayacak altyapını oluşturulması için sosyal değişim ve dönüşümü sağlayacak sosyal inovasyon fikirlerinin üretilip sistematik bir şekilde geliştirilerek uygulanması süreçlerinin tümünü kapsamaktadır.

Bir sonraki bölümde inovasyonun tanımı ve ilişkili olduğu bazı kavramlar tartışılmış, böylelikle inovasyon ile ayrılan yönleri açıklanmıştır. Ardından bilimsel araştırmalar ışığında dinamik bir kavram olan ve üzerinde mutabık kalınmış; genel geçer bir tanımı bulunmayan sosyal inovasyonun tanımı ele alınmıştır. Ayrıca inovasyonun sosyal boyutu irdelenmiş, akabinde sosyal inovasyon düşüncesini etkileyen teorik yaklaşımlar tartışılarak sosyal inovasyon süreci, dinamikleri ve ilgili bazı kavramlara yer verilmiştir.

2.1.1 İnovasyon nedir?

Sosyal inovasyonu anlamak için öncelikle inovasyon kavramının ne olduğunu, neleri içerdiğine değinmek faydalı olacaktır. Bilginin oluşumu, birleştirilmesi, gelişmesi ve aktarılması ülkelerin büyüme, gelişme ve refahı için gereklidir. Bu kapsamda inovasyon kavramının tanımlanması ve bunu belli bir standarda uygun olarak oluşturulması önemlidir. Bu sebeple öncelikle inovasyon kavramının literatürde nasıl şekillendiğine, ne tür anlamlar ifade ettiğine bakmak gerekmektedir. Latince “innovatus” kelimesinden gelen inovasyon

(innovation), son 20 yıldır hem uluslararası literatürde hem de pratikte üzerinde sıkça

tartışılan bir kavramdır. Türkçe literatürde “buluş, icat, yenilik, yenilenme, yenilikçilik ve yenileşim” gibi kelimelerle tanımlamaya çalışılsa da tüm bu çabalar inovasyonu tam manasıyla kapsamaktan uzak görünmektedirler (Yavuz, Alben, & Kaya, 2009; Esen & Çetin, 2012). Binaenaleyh, inovasyon kelimesi Türkçe literatürde çoğunlukla orijinal hâli ile yer bulmakta ve kullanılmaktadır.

Birçok disiplinin çalışma alanına giren inovasyon kavramı farklı perspektiflerde çeşitli şekillerde kavramsallaştırılmakta, bu da literatürde üzerinde mutabık kalınan ortak bir tanımın oluşmasını güçleştirmektedir. Zira günümüzde birçok araştırma alanı, çok disiplinli bir anlayışla hareket etmekte ve yeni bakış açıları geliştirilmektedir. Ancak küreselleşme ile birlikte artan ekonomik, siyasal, sosyal ilişkiler bu alanlara ilişkin kavramları bazı standartlara bağlamış ve uluslararası düzeyde bir çerçevenin oluşmasını sağlamıştır. İnovasyonun tanımı konusunda belli başlı bazı standartlar olsa da uluslararası düzeyde kabul

25

gören kaynak son olarak 2005 yılında güncellenen Oslo Kılavuzu’dur. OECD ve Eurostat’ın birlikte geliştirdiği bu kaynak, inovasyon ve türleriyle ilgili tanımlara geniş ölçüde yer vermektedir. Bunlar, yukarıda zikredilen genel tanım çerçevesinde inovasyonu kategorilerine ayırarak açıklayan, ayrıca neyin inovasyon sayılacağını neyin sayılmayacağını sınır şartlarıyla ortaya koyan tanımlardan oluşmaktadır (Göker, Durgut, & Akyos, 2003).

Oslo Kılavuz’u inovasyonu ürün, süreç, organizasyonel ve pazarlama inovasyonu gibi farklı kategorilere ayırmak suretiyle “işletme içi uygulamalarda, iş yeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni veya önemli derecede iyileştirilmiş bir ürün (mal veya hizmet), veya süreç, yeni bir pazarlama yöntemi ya da yeni bir organizasyonel yöntemin gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlamaktadır (OECD & Europäische Kommission, 2005, p. 46). Bu tanım doğrultusunda inovasyon; ürün inovasyonu (mal ve hizmetlerdeki önemli değişiklik ve özellikler), süreç inovasyonu (üretim ve dağıtım metotlarındaki belirli değişiklikler), organizasyonel inovasyon (yeni organizasyonel metotların uygulanması) ve pazarlama inovasyonu (yeni pazarlama metotlarının benimsenmesi) olarak dört temel kategoride ele alınmaktadır.

İnovasyon derken elbette “yeni” olandan bahsedilmektedir, ancak neye göre yeni olduğu yine Oslo Kılavuzu’nda belirtilmiştir. Buna göre yeni, dünyada yeni, ülke için yeni veya firma için yeni olabilmektedir (Göker vd., 2003). Gelişen ve değişen toplum yapıları ve küresel ekonomide en önemli rekabet aracı hâline gelen inovasyon kavramı hakkında çeşitli tanımlar yapılmaktadır. Kotler ve arkadaşları (1999) inovasyonu, müşterinin yeni olarak algıladığı fikir, ürün ve teknolojinin geliştirilmesi ve pazarlanması şeklinde tanımlamaktadırlar (Karaca, 2009). Durgut’a (2003) göre ise inovasyon, yeniyi oluşturmak için eski olanın geliştirerek yeni ürünlerin, üretim süreçlerinin, hizmet ve organizasyonların araştırılması, bulunması, denenmesi, geliştirilmesi, izlenmesi ve benimsenmesidir. İnovasyonun teknik bir kavramdan ziyade ekonomik ve sosyal bir kavram olduğunu ifade eden Drucker (2002) tüketici, üretici, vatandaş veya öğrenci olarak insanların davranışlarındaki değişimi inovasyonun kriteri olarak göstermiştir.

Akademik çalışmalar incelendiğinde inovasyon ile ilgili iki ana akımdan bahsetmek mümkündür. Bu kapsamda, inovasyon bir taraftan yeni ürün, ürün özellikleri ve üretim yöntemlerini ifade eden “çıktı”, diğer taraftan ise bireysel yaratıcılık, organizasyonun

26

yapısı, çevresel ve soyo-ekonomik faktörler gibi inovasyonu üretecek “süreç” olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle inovasyon, “öğrenmenin bir sonucu” (Foray & Lundvall, 1998) veya “bir değişim süreci” (O’Sullivan & Dooley, 2008) olarak görülmektedir. Ancak inovasyon ister çıktı isterse süreç olarak kabul edilsin orjinal (özgün veya yeni) olma (novelty) ve gelişim (improvement) özelliğine sahip olması gerekmektedir. Sözgelimi bir inovasyon bütünüyle orijinal olmasa da kullanıcı, bağlam ve uygulamada yeni olması gerekmekte ve diğer alternatiflerinden çok daha etkin ve verimli bir çözüm üretmesi beklenmektedir. Bu iki temel kritere “adaletli” veya “sürdürülebilir” (inovasyonun hem çevresel hem de kurumsal anlamda uzun zaman hayatta kalması ve işe yaraması) olma özelliği de eklenebilir (Phills vd., 2008). Diğer bir çalışmada ise inovasyon, toplumların ekonomik, entelektüel ve sosyal gelişimi ile ilgili önemli bir unsur olarak ele alınmış yeniliğin ekonomik büyüme, gelişme, kalkınma, daha iyi yaşam ve iş imkânları için merkezî bir etmen olduğu düşünülmektedir (Dutta, 2011).

Akademik çalışmalar göz önünde bulundurulduğunda inovasyon türlerinin sınıflandırılması, temelde birbirine benzemekle beraber tamamen aynı değildir. Bazıları inovasyonu ürün ve süreç inovasyonuna ek olarak pazarlama inovasyonu, organizasyonel ve iş inovasyonu (Dealtry & Rademakers, 2005) bazıları ise ürün, süreç, organizasyonel ve pazarlama inovasyonu (Gadrey, Gallouj, & Weinstein, 1995) şeklinde kategorize etmektedir (Karaca, 2009). Diğer taraftan bazı yazarlara göre inovasyon, süreç ve çıktının dışında “değişim” ile sıkı sıkıya ilişkilendirerek artımsal (incremental) ve radikal (radical) inovasyonlar şeklinde sınıflandırılmaktadır (Dewar & Dutton, 1986; Ettlie, Bridges, & O’keefe, 1984). Radikal inovasyonlar mevcut normlar, varsayımlar, bilgi, yapı ve uygulamalardan vazgeçmek gerektirdiğinden bu tür inovasyonların uygulamaya geçirilmesinin artımsal inovasyonlardan daha zor olduğu vurgulanmaktadır (Orlikowski, 1993).

Özetle, son on beş yılda inovasyon kavramı üzerinde mutabık kalınan bir çerçevesi çizilmiş ve bu minvalde bazı standartlar oluşturulmuştur. Oluşturulan çerçevenin inovasyonu ölçme, değerlendirmeye imkân vermesi kamu, faydalanıcılar ve fon sağlayıcıların inovasyonun sağladığı değişimi ve gelişimin etkisini görmelerini sağlamaktadır. Ancak OSLO kılavuzundaki standart tanım, çoğu ülke tarafından kabul görmüş olsa da literatürde ve uygulamada farklı bakış açıları ve yansımaları mevcuttur. Dolayısıyla böylesine dinamik bir kavram üzerinde daha fazla tartışmak gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir. Zira günümüzde

27

belli bir standarda bağlanan ve tanımlanan inovasyon kavramını daha farklı boyutlarla ele almak, özellikle toplumsal gereklilikler için sosyal boyutu daha ayrıntılı bir şekilde genişletme ihtiyacı bulunmaktadır.

2.1.2 İnovasyon ile ilgili kavramlar

Daha önce ifade edildiği üzere, önceleri bilimsel çalışmalarda daha çok ekonomik ve teknik anlamda yer bulan inovasyon kavramı, artık kendini geliştirmek isteyen herkesin ilgi odağı olmaya; bireysel ve toplumsal ihtiyaçları daha iyi karşılayacağı düşüncesi, hızla yayılmaya başlamıştır. Dolayısıyla dinamik bir kavram olan inovasyonun farklı disiplinlerde ele alınması ve net bir tanımının bulunmaması, onun tam olarak anlaşılmasını zorlaştırmakta ve yaratıcılık, bilgi, değişim, icat ve tasarım gibi ilişkili bazı terimlerle karıştırılmakta olduğu değerlendirilmektedir (O’Sullivan & Dooley, 2008). Bu nedenle bir sonraki bölümde yukarıda bahsi geçen terimlere kısaca değinilmiş ve inovasyonla ilişkileri irdelenmiş olacaktır.

İcat ve inovasyon

İcat (invention) ve inovasyon (innovation) kavramları birbirlerine yakın fakat ihtiva ettikleri unsurlar ve kullanıldıkları bağlam içinde birbirlerinden farklı kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahse konu iki kavram ile ilgili yapılan tartışmaların odağını oluşturan temel iki olgu ise şu şekilde özetlenebilir;

 İşlevsellik kazanmamış olsa da yeni süreç veya girişimlerin, aletlerin veya sistemlerin icat olarak adlandırılabileceği, diğer bir deyişle işlevsellikten bağımsız yapılan yeniliklerin “icat” olarak isimlendirilebilir,

 “inovasyon” kavramı ise yapılan icatların insanların kullanımı sonrasında işlevsellik kazanmaları, günlük pratiklerinde, üretim sistemlerinde veya uygulamalarında yeniliklere kapı açmasını ve içselleştirilmesini kapsamaktadır.

Görüldüğü üzere icat ve inovasyon kavramları çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılmasına rağmen bu kavramların birbirlerinden ayrılan birçok yanları bulunmaktadır. Örneğin, bir icadın uygulanabilir olması ve kullanılması elzem değildir. Zamanında kullanım imkânı bulamayan birçok teknolojik yenilik “icat” olarak isimlendirilmişlerdir. Patent alarak icat olduklarını kanıtlayan birçok yenilik (alet, sistem, süreç vs.) farklı sebeplerden dolayı uygulamaya konulamadıkların dolayı bir inovasyon olarak kabul

28

görmemektedirler. Bu gerçeklerden dolay, Da Vinci tarafından geliştirilen ve çizimi yapılan “uçan makineler”, zamanına göre bir icat olarak görülmekle birlikte bahse konu yıllardaki yetersiz teknik kapasiteler ve imkânlar dolayısıyla hayata geçirilememiş ve günlük kullanıma sokulamamış olması itibariyle icat olmaktan öteye gidemeyerek ‘inovasyon’ aşamasına geçememiştir (Fagerberg, 2006).

Bu çerçeveden bakıldığında, bahse konu icatların çoğunlukla teknik ve işletme alanında geçerli oldukları, sosyal alanlardaki yenilikçi uygulamaların ise çoğu zaman teknik ve işletme alanlarından ayrılarak ‘icat’ kavramını içine alamayacağı görülmektedir. Zira yukarıda değinildiği üzere “icat” kavramı bir süreçten çok somut bir çıktıyı öngörmekte, bu çıktının ise uygulamadaki ve kullanımdaki durumuna birinci derecede önem atfetmemektedir. Diğer taraftan ‘inovasyon’un gerektirdiği “uygulanabilir olma” kriterini yerine getirmesi açısından, “inovasyon” kavramının sosyal alanda kullanımı mümkün gözükmektedir. Bu durumda sosyal alanda geliştirilen yeni sistemlerin, ürünlerin ve süreçlerin icat olmaktan öte inovasyon olarak değerlendirilmeleri daha uygun olacaktır.

Yaratıcılık ve inovasyon

Yaratıcılık ve inovasyon belli başlı özellikler açışından birbiri ile yakın kavramlar olsa da esasında farklı anlamlar içermektedir. Özü itibariyle yaratıcılık, ilk olarak bireysel düzeyde kullanışlı ve orijinal fikirler vücuda getirme olarak tanımlanırken, inovasyon ortaya atılan bu fikrin fark edilmesi, filtrelenmesi, fonlanması, geliştirilmesi, değiştirilmesi, netleştirilmesi ve nihayetinde ticarileştirilerek uygulanması anlamına gelmesidir (Amabile, 1996; Amabile, 1988). Bir başka deyişle inovasyon yaratıcı fikrin potansiyel değerinin farkına varılma sürecidir. Hunter (2013) “Out think: how innovative leaders drive exceptional outcomes” adlı eserinde yaratıcılığı “akla uygun orijinal veya alışılmamış hareket ve beceriler” inovasyonu ise “diğerlerine nazaran değerinin farkına vardığı yeni bir şey yaratma veya uygulama” olarak tanımlamaktadır (s. 80). Bu bağlamda yaratıcılık yeniliğin altyapısını oluşturmaktadır denilebilir. Bu doğrultuda beyin fırtınası toplantılarında ortaya çıkarılan ve hayal edilen yüzlerce orijinal fikir yaratıcılık olarak nitelendirilse bile uygulamaya dönüşmeden inovasyon sayılmazlar.

İnovasyon ve yaratıcılık terimlerin farkına açıklık getiren Levitt'e göre (2002) yaratıcılık, yeni şeyler düşünme, inovasyon ise yeni şeyler yapmadır. Buna göre yaratıcılığı inovasyon izlediği zaman girişimci güç ortaya çıkmış olmaktadır (Zimmerer, Scarborough, & Wilson,

29

2002). Yaratıcılık yeni üretme süreci olsa dahi, yeni fikirlerin ortaya çıkarılmasından toplumsal fayda sağlayacak değer yaratacak ürün, hizmet ve iş yapış yönetimlerine dönüştürülmesine kadar geçen bütün süreci tanımlayan inovasyon teriminden ayrılmaktadır (Güngör & Göksu, 2013).

Değişim ve inovasyon

Değişim ve inovasyon kavramları çoğu zaman birbirlerini destekleyici iki kavram olarak kullanılmaktadır. Hem teknolojik, hem yönetimsel hem de sosyal alanlarda karşı karşıya kalınan değişikliklere karşı yaratıcı ve uygulanabilir çözümler üretilmesi gerektiğinden hareketle inovasyon kavramı üzerinde durulmaktadır. Diğer taraftan inovasyonu ortaya çıkaran ve güdüleyen en önemli faktörün ise “değişim” veya “değişim ihtiyacı” olduğu görülmektedir.

Rekabet yapılan alanlardaki gelişmeler, tüketici davranışlarındaki değişimler, sosyal statülerdeki değişimler, sosyal önceliklerdeki değişimler, sosyal ihtiyaç alanlarındaki değişimler, kamunun ve STK’ların rollerindeki değişimler, eğitim ve öğretim yaklaşımlarındaki değişimler gibi çok farklı alanlarda ve düzlemlerde karşımıza çıkan değişimlere nasıl cevap verebileceğimiz önemli bir husustur. Bu nedenle bahsedilen değişimleri ortaya çıkaran dinamiklerin analiz edilerek dönüşüm taleplerine uygun, eldeki yeni imkânlar ve bilgiler ışığında “zamanın ruhuna (zeitgeist)” uyumlu inovatif çözümler üretilmesi gerektiği görülmektedir. Görüleceği üzere değişim ve inovasyon kavramları birbirlerini tamamlayan, birisi diğerinin cevabı olmaya matuf iki kısa soru şeklinde ele alınabilecek ve birbirlerinden ayrılamayacak iki kavram olarak değerlendirilmektedir.

Bilgi ve inovasyon

Yapılan birçok araştırma, bilgi (knowledge) ve inovasyon arasında çok sıkı ve geçişli bir bağ olduğunu ortaya koymaktadır. Zira hem inovasyona götüren süreç hem de inovasyonun uygulama süreci, gerekli bilgi ve birikim olmadan gerçekleşemeyecek unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda sosyal inovasyon, son zamanlarda “bilgi toplumu“ kavramı ile birlikte tartışılmaya başlanmıştır (Franz, Hochgerner, & Howaldt, 2012). Zira sosyal inovasyonu mümkün kılabilecek mümbit bir ortamın oluşmasında temel faktörlerden birisinin de yeterli bilgi ve birikime sahip, ihtiyaçlarını analiz edebilen, elindeki bilgiler ile kendisini muasır medeniyetler seviyesine taşımaya muktedir bir topluluk olduğu görülmektedir.

30

Bilgi toplumu, yaptığı araştırmalar, gözlemler ve analizler sonrasında bilgi üretebilen, bilgiye değer veren, bilgiyi sınıflandırabilen ve bilgiyi sosyal ve ekonomik açıdan çıktılara dönüştürebilen toplumlar olarak tanımlanabilir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken husus, bahse konu “bilgi toplumu”nun statik olmaktan ziyade dinamik olarak varlığını sürdürdüğü ve aslında “öğrenen toplum” olduğu gerçeğidir. Bu bağlamda, sosyal inovasyon faaliyetlerinin yoğun görüldüğü coğrafyalara bakıldığında, bahsedilen toplumların bilgi toplumu kavramının içini doldurabilecek özelliklere sahip oldukları, diğer taraftan ise sosyal inovatif girişimlerin göreceli az görüldüğü bölgelerin “bilgi”nin yoğun olarak üretilmediği, içselleştirilemediği veya kullanılmadığı bölgelere olduğu iddia edilebilir. Çünkü inovasyon çoğu zaman bilgi üretim faaliyetlerinin son aşaması olarak değerlendirilmektedir.

Tasarım ve inovasyon

Tasarım (design) ile inovasyon kavramları birbirlerini tamamlayan unsurlar olarak görülebilir. Dizayn faaliyetleri, ortaya konulan çıktının fonksiyonelliğinin, biçim ve estetiğinin yaratıcı bir biçimde oluşturulmasını içermektedir (O'Sullivan, 2009). Özellikle sosyal inovasyon söz konusu olduğunda son zamanlarda öne çıkan başlıklardan birisi, hiç kuşkusuz tasarımsal düşünce “tasarımsal düşünce (design thinking)” konusudur (Brown & Wyatt, 2010).

Genellikle teknik manada ele alınan tasarım konusu, inovasyona gidilen yolda önemli bir araç olarak görülmektedir. Çünkü inovasyon olarak görülebilecek birçok yeni ürün, mevcut kaynakların yaratıcı bir biçimde tasarımı ile hayata geçirilmiş olmaktadır. Geliştirilen yeni araçlar ve yeni aletlerin çoğu, elde hâlihazırda bulunan kaynakların ve imkânların yeni kombinasyonları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tasarım kavramı, özellikle sosyal inovasyon alanında daha çok anlam kazanmaktadır. Zira sosyal inovasyon olarak adlandırılan yeni ürünler, yeni süreçler ve yeni terkipler veya yeni roller aslında çoğu zaman yaratıcı bir tasarımla ortaya konulmuş çıktılardan söz etmek mümkündür.

Sosyal inovasyon açısından tasarımsal düşüncenin temelde talep ve arza dayalı olarak şekillendiği görülmektedir (Badke-Schaub vd., 2011). Talep tarafını çözülmesi gereken bir sosyal problem veya iyileştirilmesi gereken bir sosyal unsur oluşturabilir. Daha sonraki aşamada ise bahse konu “talep”i karşılayabilecek kaynaklar “arz” tarafında konumlandırılarak yaratıcı bir kombinasyon yani yeni bir ürün, süreç veya rol ortaya çıkarılır.

31

KIVA tarafından geliştirilen ufak çaplı mikrokredi sistemi, yaratıcı bir tasarımla oluşturulan bir sosyal inovasyona örnek olarak gösterilebilir. KIVA’nın çalışma prensibi ufak çaplı ticari faaliyette bulunmak isteyen ihtiyaç sahipleri ile küçük miktarlarda destek vermek isteyen gönüllüleri bir araya getirmeyi öngörmektedir. Buradaki temel problem, ufak miktarlarda desteğe ihtiyaç duyan insanların bu desteği bulmakta yaşadığı sıkıntı olarak değerlendirilebilir. Diğer tarafta ise cüzi miktarlarda yardım yapmaya hazır bir topluluk bulunmaktadır. Üstelik bu topluluk, vermiş oldukları 25 $ civarındaki desteği belli bir süre sonra geri alabilmektedir. Görülebileceği gibi bir tarafta talep (ihtiyaç sahipleri) diğer tarafta ise arz (bağışçılar) yer almaktadır. Bu noktada KIVA, eldeki imkânları kullanarak talep ve arz sahiplerini yaratıcı bir biçimde bir araya getirmiştir. Kurduğu online ağ sayesinde, ihtiyaç sahibi kişilerin isimlerini, ülkelerini ve parayı kullanacakları girişimi ayrıntılı bir şekilde içeren ‘talep’leri, yardım yapma gücüne sahip insanlar ile (arz tarafı) buluşturmaktadır. Sonuçta sosyal inovasyon olarak nitelendirilen uygulama yoluyla binlerce insan, ufak çaplı girişimlerine fon bulabilmektedir. Burada yapılan ise mevcut kaynakları, yaratıcı bir biçimde kombine ederek ve tasarlayarak sosyal bir problemin çözümüne katkı sağlamaktır.

Eğitim, kamu yönetimi, sosyal dışlanma gibi birçok alanda tasarımsal düşünce yaklaşımı ile