• Sonuç bulunamadı

1.4. Sosyal Politikada Feminist Kavramsallaştırma

1.4.4. Sosyal Güvenlik ve Toplumsal Cinsiyet

Sosyal güvenlik kadınların karşılıksız ev emeği ve bakım işleri ile doğruda ilgili bir refah devleti politikasıdır. Özellikle bakım işlerinin kadınların karşılıksız emeği üzerinden ‘doğallaştırılan’ niteliklerinden uzaklaştırılması ve toplumsallık çerçevesinde ele alınması sosyal güvenlik ve cinsiyet tartışmaları ile gündeme gelebilir. Karşılıksız emek ve bakım emeğinin maddi-manevî tazminatı hak etmesi ve ev kadınlarının sosyal güvenlik haklarının tanınması talepleri bu toplumsallığın konusudur. Bu tartışmalara geçmeden önce kısaca sosyal güvenlik yaklaşımlarına bakmak gerekir. Sosyal güvenliğin tanımlanmasında iki yaklaşım vardır. Bunlardan ilki İngiliz bağlamıdır ki bu tüm gelir getirici devlet politikalarını içerir. İkinci yaklaşım olan ABD yaklaşımı ise sosyal güvenliğin daha dar kapsamda tanımlanmasını esas alır ve daha çok sosyal sigorta sistemine referans eder (Mckay, 2005). Aslında sosyal güvenlik tüm yurttaşlar için ekonomik güvencesizlikten korunma demektir. Pek çok araştırmacı erkeğin evi geçindirdiği aile modelinin kadınların ücretli işgücüne katılımının dışında bırakılmasına ve bunun sonucu olarak da sosyal güvenlik sisteminin erkek vatandaşlara sağladığı maddi ve sosyal haklardan kadınların mahrum bırakıldığına işaret eder (Kobzar 2007). Bu hakların en başında sosyal güvenlik hakkı gelir. Çünkü yukarı da ifade edildiği gibi sosyal güvenlik hem kapsamı hem de yararlanma koşulları bakımından refah devletinin sağladığı hizmetlerin en önemlilerinden biridir (Bonoli, 1997). Özellikle sosyal güvenliğin refah devletinde sosyal ilişkilerin örgütlenmesinde ne denli etkili olduğu düşünüldüğünde bu hizmetin pek çok bakımdan ele alınması kaçınılmazdır. Sosyal güvenliğin refah devleti çalışmalarındaki yerine işaret eden Pamela Herd “başka hiçbir politika sosyal güvenlik politikası kadar sosyal ilişkileri şekillendirme kapasitesine sahip değildir” diyen Esping- Andersen’e atıf yaparak sosyal güvenliğin refah rejimindeki öneminin altını çizmiştir (Herd., 2005) .

56

Hiç kuşku yok ki pek çok refah devletinde tüm reform ve değişim taleplerine rağmen erkeğin evi geçindirdiği aile modeli mantığı terkedilmemiştir (Palier 2010). Dolayısıyla sosyal güvenlik sistemi dâhil pek çok cinsiyet eşitsizliği hala ve yeniden üretilmektedir. Erkeğin evi geçindirdiği aile modeli mantığının esas alındığı sosyal güvenlik sistemlerinin en büyük mağdurları kadınlardır. Kadınlar hem cinsiyete dayalı işbölümü ve ücretsiz bakım emeği rollerinden kaynaklanan nedenlerle ekonomik kaynaklara erişimlerinin önünde engeller nedeniyle ve hem de hakların ve kazanımların ücretli iş üzerinden tasarlandığı sosyal güvenlik sistemi nedeniyle de vatandaşlık haklarından da tam anlamıyla yararlanmazlar (Fineman 2000).

Farklı refah rejimlerinin sosyal güvenlik provizyonları arasında temel bazı ayrımlar mevcuttur. Emek piyasaları cinsiyetçidir ve dolayısıyla bir refah rejimindeki sosyal güvenlik sistemindeki ayrımlar hem emek piyasası yapısına hem de cinsiyete dayalı işbölümüne yansımaktadır. Sosyal güvenlik sistemleri istihdam piyasasındaki yapısal sorunları ve eşitsizlikleri göz ardı ederek oluşturulurlarsa, bu onların bizatihi kendilerinin bazı vatandaşları dışlayan mekanizmalar haline gelmelerine neden olur (Elveren, 2008). Sözü edilen dışlayıcılık toplumsal cinsiyet ilişkilerinde de geçerlidir. Bu yönüyle refah devletinin sosyal politikaları yasaları ve düzenlemeleri cinsiyetçi ideoloji ve geleneklerden bağımsız değildir (Gonas ve Karlsson, 2006, s. 3). Ancak kadınların ücreti işe katılımlarının giderek artmasının bir neticesi olarak geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine dair ideolojiler göreceli olarak değişime uğramak zorunda kalmıştır. Bu değişim talebi geleneksel sosyal politika yazını tarafından da fark edilmiş ve sosyal güvenlik alanında toplumsal cinsiyeti hesaba katmanın zorunluluğunun farkına varmak durumunda kalmıştır. Bunun bir göstergesi olarak feminist eleştiriler karşısında Esping-Andersen 2002 yılında “Yeni bir Toplumsal Cinsiyet Sözleşmesi” başlığı altında kitabına bir bölüm eklemesi gösterilebilir. Bu bölümde Esping-Andersen toplumların erkek üretim işçisinin evin gelir getireni olduğu durumdan kadınların büyük rakamlarla ifade edilebilecek sayılarla iş yaşamına katıldıkları ve böylece kadın ve erkek iki gelir getirenli ailelerden oluşan toplumlara doğru bir geçiş

57

yaşadığını açıklamaktaydı. Özellikle Esping-Andersen ‘in şu sözleri bu geçişin çarpıcılığını anlatması bakımından önemlidir:

“Önceden erkeğin güvenliği evrensel güvenlik demekti.1950 ve 1960’ larda kadınların ekonomik güvenlikleri neredeyse kati olarak erkeğe bağımlıydı. Ancak bugün kadınlar yeni sosyoekonomik düzenin ve dengenin anahtar ekseni olarak ortaya çıkmaktalar. En önemlisi de gelecek toplumların kalitesi bizim onların erkekler refah devleti ve daha geniş toplumla ilgili taleplerine nasıl yanıt vereceğimizle ilgilidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği sanayi sonrası toplumların çalışmasını sağlayan sosyal ilişkilerin önkoşullarından biridir. (EspingAndersen, 2002, s. 69).

Sosyal güvenlik bağlamında Esping-Andersen’in getirdiği eleştiri ile Ann Orloff’un şu sözleri ile arasındaki benzerlik gözden kaçmamalıdır:

“Toplumsal cinsiyet ilişkileri ve sosyal korumayı (güvenlik) da içerecek şekilde sosyal politikalar arasındaki ilişki refah devletlerinin karakterini biçimlendirir “ (Orloff A. 1996). Benzer biçimde de Taylor-Gooby sanayi sonrası toplumları yeniden ele alırken kadınların ücretli işe katılımlarının artışını refah devletinin başa çıkması gereken “yeni sosyal riskler” olarak nitelendirmektedir (Taylor-Gooby, 2004). Bir yandan toplumlar değişirken ve yeni sosyal riskler ortaya çıkarken diğer yandan sosyal güvenliğin prototipi erkek üretim işçisi olan sosyal güvenlik sistemlerinin de aynı biçimde kalması düşünülemez. Sosyal güvenlik yeniden yapılandırmalarının gündemin ön sıralarına yerleşmiş olmasını bu bakımdan kadınların işgücüne katılımlarından bağımsız düşünülmemelidir. Ancak yeniden düzenlemelerin feminist gruplar ve hareketin talepleri doğrultusunda kadınların toplumsal cinsiyet rolleri etrafında bakıma ilişkin yükümlülüklerini de dikkate alacak nitelik ve içerik de olduğunu söylemek zordur. Pek çok ülkede sosyal güvenlik reformu adı altında yeniden yapılandırmalar söz konusu olmasına rağmen farklı kategorilerdeki refah devletleri farklı tepkiler ve politikalar geliştirmektedirler. Sosyal güvenlik analizlerinde toplumsal cinsiyet boyutunun entegre edilmesi özellikle refah devletinin yeniden yapılandırıldığı bu dönemde her

58

zamankinden daha önemli görünmektedir. Gülnur Acar-Savran toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında sosyal güvenlik sisteminin önemine vurgu yaptığı yazısında; sosyal güvenlik ve toplumsal cinsiyet konusunda gelecek için bir perspektif oluşturmaya çalışırken iki gerçeği göz önünde tutmak gereğine vurgulamaktadır (Acar-Savran, 2008). Bu gerçeklerden ilki, kadınların karşılıksız bakım emeği çeşitli sosyal güvenlik önlemleriyle ödüllendirilmek ve bu kadınlara destek olmaktır. Bu destek bakım işlerinin toplumsal ve ekonomik değerinin teslim edilmesi yani tanınması anlamına gelir. İkinci gerçek ise toplumsal cinsiyet eşitliğinin önünü açacak biçimde, bakım işlerini toplumsal cinsiyet yüklerinden arındırmak ve evlerin içinde ve dışında bu işleri kadın işleri olmaktan çıkarmak için erkekleri özendirici önlemler almak, örneğin erkeklere özel doğum iznini kurumsallaştırmaktır. Söz konusu önerilerin Türkiye özelinde ne kadar kurumsallaşabildiğine dair analiz dördüncü bölümde Türk sosyal güvenlik mevzuatına toplumsal cinsiyet perspektifinden bakışla detaylı biçimde yer almaktadır.