• Sonuç bulunamadı

1.4. Sosyal Politikada Feminist Kavramsallaştırma

1.4.6. Ailenin İdeolojileştirilmesi

Kadınların eşit birey/vatandaş olarak refah devletinin sağladığı haklardan faydalanmalarının önündeki engellerden biri onların hane halkı, aile, aşiret ya da topluluklarının refahının hem sağlayıcısı hem de yararlanıcısı olarak hesaba katılmalarıdır. Bir diğer deyişle aile, hanehalkı ve toplum refahı bireysel olmayan refah türü olarak tanımlanmaktadır. Bu bireysel olmayan refah tanımlaması sosyal yapıların üyeleri arasında diğerinin çıkarlarını ve haklarını gözeten uyumlu bir ilişki dinamiği olduğunu varsaymak gibi bir yanılsama yaratmaktadır. Çünkü bu yapıların bir parçası olan üyeler arasındaki ilişkilerde güç asimetrisi mevcuttur ve çoğunlukla kadınlar bu asimetrik güç ilişkilerinin en zayıf halkasını oluştururlar (Robeyns, 2010). Dolayısıyla refah rejimi analizlerini aile ve hanehalkı gibi bireysel olmayan refah nosyonlarına dayandırmak hanehalkı/aile içi eşitsizliklere meşruiyet kazandırma riski taşır.

Refah rejiminin birey değil aile temelli inşa edilmiş olmasının yarattığı sonuçlardan biri de aile içindeki işbölümünün cinsiyetçi karakterini gizlemesidir. Aile temelli refah rejimi ideolojisi ailede ücretli ve ücretsiz iş (bakım) bölüşümünün eşit paylaşılmış olduğunu varsaymaktadır. Böylelikle kadının payına bakım = ücretsiz iş; erkeğin payına ise emek piyasasında ücretli iş düşmektedir (Robeyns, 2010). Özetle Beveridge Raporu’nun eleştirildiği bölümde de anlatıldığı gibi refah devleti inşa edilirken kadınların devletle olan vatandaşlık ilişkilerinde, 19. yüzyıldan itibaren süregelen aile tanımı çerçevesinde ailenin bir üyesi olarak muhatap kabul edilmeleri ve doğrudan bireysel bir refah üreticisi olarak hak temelli bir refah öznesi olarak konumlandırılmamaları belirleyici olmuştur. Bu aile-merkezli ekonomi-politik bakım rejimini cinsiyete dayalı işbölümünde kadınların ücretsiz bakım emekleri üzerinden inşa etmiştir. Kabul edilen aile modelinin sosyal politikada cinsiyet temelli eşitsizleri olağanlaştıran ve yeniden üreten bir etkisi olmuştur. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta aslında birbiriyle uyumlu değilmiş gibi görünen aile-merkezcilik ve bireycilik yaklaşımlarının nasıl kadınlar bakımından eşitsizlik üretecek biçimde bir arada formüle edilebildiğidir. Bu formül ilerleyen bölümlerde tartışılacak olan kadınlara

64

çözüm olarak sunulan birey ve girişimcilik teşviklerinin de altında yatan felsefedir. Kapitalist üretim ilişkilerine özgü hanehalkı merkezli analizin ya da aile ideolojisi anlayışının aslında diğer yandan yine kapitalizme özgü rasyonel bireyin piyasada özgürce karar verebildiği varsayımı nasıl sihirli bir formüle dönüşebilmiştir sorusuna cevap aramak için 1980’lere geri dönmek gerekir.

Yukarıda sözü edilen ve Kandiyoti’nin refah krizi olarak gördüğü ve ailenin ideolojileştirilmesi olarak kavramsallaştırdığı (Kandiyoti, 1997, s. 145) durum aslında yeni muhafazakârlığın “yeniden aileye dönüş” ya da “yeni aile- merkezcilik” olarak formüle ettiği kavrama karşılık gelmektedir. Bu anlayış özellikle neoliberal ekonomi politikalarının hızla ve yaygın olarak uygulamaya geçtiği 1980’ler sonrası Reagan ve Thatcher’ın politikalarında somutlaşmıştır. Liberal refah rejimlerindeki gibi piyasa dâhilinde bireyselcilik ve bireysel sorumluluk prensiplerine dayanan yeni aile-merkezcilik çerçevesinde ataerkil aile romantize edilir. Aile, üyelerini piyasada rasyonel biçimde hareket etmeye hazırlamak üzere, geleneksel ahlaki öğretilerin aktarıldığı ve bireylerin piyasada başarılı olması için gereken nitelikleri öğrenerek sosyalleştikleri bir yer olarak tanımlanmaktadır (Brenner, 2012, s. 236). Bu bireycilik anlayışı yeni sağın tam ve özgür bir piyasa ekonomisi prensibi doğrultusunda refah sağlama görevini devletten aileye ve bireye transfer etme arzusunun felsefi altyapısını oluşturur. Bu durumda aile, yeniden refah rejiminin merkezine doğru yerleştirilmektedir (Pascall, 1997, s. 7). Oysa bireyi merkez alan bu yaklaşımda kadınların refah üretimine olan katkılarından doğan bireysel haklarını dikkate alması gerekir. Ancak sorumluluklar kadınsılaşırken refahtan pay alma noktasında kadınlar aile vesayetiyle karşı karşıya kalmaktadır.

Robin S.Maril, ABD’de Reagan döneminde yeni muhafazakârlığın yeniden aileye dönüş kavramının çerçevesini belirlediğini iddia etmektedir. O’na göre, aile yanlısı politikaların ancak bu sınırlar dâhilinde uygulanmakta ve güçlü geleneksel aile söyleminin 1980’den önce kadın hareketinin etkisiyle birlikte elde edilen kadının işgücüne katılımının artması dahil olmak üzere pek çok kazanımdan geri gidişe neden olmaktaır (Maril, 2013). Abromowitz ise aile yanlısı bu söylemin kadınların işgücüne katılmasını belli koşullar altında

65

kaldığı sürece desteklediğini iddia eder. Hatta ‘süper anne’ denilen ideal kadın portresi bu söylemin bir parçasıdır ve aslında neoliberal söylem cinsiyet temelli işbölümünün değişmeden kalması koşuluyla kadınların emek piyasasına katılımlarında bir sorun görmez. (Abromowitz, 1988, s. 8). Zaten neoliberalizm, yeni muhafazakârlık hatta seküler referanslı siyasalar gibi geniş bir eril iktidar yelpazesi, söz konusu olan kadın hakları ise bir kutsal ittifak yapmaktadırlar (Özbudun, Sarı, ve Demirer, s. 11). Bu nedenle yeni sağ ve yeni muhafazakârlık artık ayrı dokular halinde değil ittifak halindedirler (Dubiel, 2013, s. 15) . Neoliberalizm elbette ahlaki meselelerde devletin tarafsızlığının kabul ettirilmiş olduğu, siyasi bir evrenselciliğin anayasalarda teminat altına alındığı, sekülerleşmiş bir kültürün büyük ölçüde kabul gördüğü koşullar altında gelişmiş kapitalist ülkelerde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle neoliberal kapitalizm özgürlükçü retoriğe karşı olmamasına rağmen, geleneksel işbölümünden hoşnuttur ve farklı görünümler altında da olsa sürdürülmesinden yanadır. Dolayısıyla kadın ve ailenin statüsünü kökten değiştirecek tartışmalar yeni sağın en çok öfkelendiği siyasi konuların başında gelir (Dubiel, 2013). Ayrıca yeni sağın bu güçlü aile yanlısı söylemi muhafazakâr ve ahlakçı bir dil kullanarak feminist hareketin geleneksel aileyi parçaladığını ve toplumsal değerlere karşı çıktığı savını ileri sürmüştür. Hatta feminist teoriye komplocu bir gözle bakar ve bundan rahatsızdır.

Ailenin ideolojileştirilmesiyle beraber anneliğin ideolojileştirilmesi (maternalism) de muhafazakârlığın ve yeni sağın aile politikasının öne çıkan kavramlarındandır. Anneliğin ideolojileştirilmesi anne-kadınlığın yüceltilmesi demektir. “Kadınların anne olma kapasitelerinin yüceltildiği ve kadınların toplumsal yaşama aile içinde, doğurganlık, bakım ve ahlak rolleri çerçevesinde katılmalarını öngören yaklaşım” olarak tanımlanabilir (Michel S. K., 1993, s. 3). Maternalizm de bu tanımı çerçevesinde tıpkı aile-merkezcilik gibi feministlerin karşı çıktığı kavramlardan biridir. Bu bağlamda muhafazakâr değerler doğrultusunda ideal aile kavramının sosyal politikanın merkezine yerleştirildiği bir politika tam anlamıyla aile -merkezci bir politikadır. “İdeal aile” tartışması asla masum bir mesele değildir; zira bu tartışma sadece mahrem ilişkilerin düzenlenmesiyle değil, güç ilişkilerinin yeniden

66

şekillenmesiyle de ilişkilidir (Petö, 2014). İktidar ilişkileri bağlamında yeni muhafazakârlığın ideal toplum düzeni, otoriterlik ve yapay olarak üretilen kitlesel bir sadakat içerir. Bu düzen içinde sosyo-biyolojik açıklamalarla var olan eşitsizlikler tahkim edilir (Dubiel, 2013, s. 76). Biyolojik determinizmin temel kavramlara sirayet etmesi iktidar ilişkileriyle bağlantılıdır (Mies, 2008, s. 103). Doğalarının gereği, doğal, doğuştan, hatta fıtrat, yaradılış gibi kavramların örtük bir cinsiyetçiliğin sürdürülmesi için muhafazakâr ideoloji tarafından nasıl kullanıldığı refah rejiminin ideolojik evrimi bakımından önemlidir. Bu kavramlar ilerleyen bölümlerde detaylı bir analize tabi tutulacaktır. Aynı şekilde yeni muhafazakârlık ve aile-merkezcilik arasındaki ilişkinin toplumsal cinsiyet perspektifinden analiz edilmesi refah rejiminin krizde kendisini nasıl konumlandırdığına dair ipuçları verecektir. Muhafazakârlığın neoliberalizmle ittifakıyla birlikte yeniden tedavüle giren biyolojici mantık aile için de devreye girer. Aileyi bütün kurumsallaşmış kadın erkek ilişkilerinin temel ve ebedi yapısı olarak sunar. Evrenselleştirir, tarih dışılaştırır. Böylelikle ailenin hiyerarşik ve eşitsiz ilişkilerinin üstünü örter (Mies, 2008, s. 105).