• Sonuç bulunamadı

1.4. Sosyal Politikada Feminist Kavramsallaştırma

1.4.8. Cinsiyetlendirme (Gendering)

Sosyal politikanın cinsiyetlendirilmesi kavramı iki şekilde anlaşılabilir: Birincisi cinsiyetlendirme sosyal politikayı inşa eden kurumları, ilişkileri ve söylemleri tanımlama ve analiz etmek için bize bir mercek görevi sağlar. İkincisi ise cinsiyetlendirme kadınların ihtiyaç ve bakış açılarının daha iyi yansıtılabilmesi için; aynı kurumlar, ilişkiler ve söylemlerin “yeniden cinsiyetlendirilmesi” ve yeniden yapılandırılması için normatif hatta sıklıkla politik bir çabayı temsil eder. Elbette cinsiyetlendirme sadece kadınlar için değildir ve bugünlerde erkeklerin örtülü biçimde norm olarak yer aldığı yapıda

71

yeniden keşfedilmeleri tartışılmaktadır. Ancak sosyal politikanın cinsiyetlendirilmesi kavramı çerçevesinde esas olarak kadınlar odaktadır; “ yalnızca kadınların modern toplumlardaki konumunun doğru anlaşıldığı bir refah devleti analizi modern anlamdaki refah toplumun ne anlama geldiğini tam olarak açıklayabilir” (Lewis vd. 2000, s. 25).

Hatırlanacağı gibi ikinci dalga feminizm refah devleti eleştirisini dört ana eksen üzerinden geliştirmişti. Bunlardan ikincisi de teknokratik/ bürokratik devletçilik idi. Bu eleştiri ile refah devletinin eşitsizliklere yaptığı müdahaleyi uzmanlaşmış, profesyoneller eliyle halledilebilecek bir teknik mesele olarak ele alması kastedilir. Üstelik bu yaklaşım eşitsizlikleri sadece korporatist pazarlıklarla halledilebilecek, depolitize bir yukarıdan aşağıya tasarımla çözebileceğini düşünme anlamına gelir. En önemlisi de bürokratik ve teknokrat devletçilik, toplumsal cinsiyet ilişkilerine karşı tarafsız ve cinsiyetsiz bir tutum belirler. Hâlbuki feminist itiraz noktası tam da burasıdır. Büyük ölçekli, yukarıdan aşağıya örgütlenmiş kurum kültürüne sahip refah devleti örgütlenmesi modernleştirilmiş erilliğin bir dışavurumudur (Fraser, 2013) . Cinsiyetsiz bu kurumlara feminist değerlerin aşılanması dahası devletle toplum arasındaki ilişkinin topyekûn cinsiyetlendirilerek yeniden kurulması mücadelesini başlattılar. Bu sosyal politikaların cinsiyetlendirilmesi sürecini başlattı.

Sosyal politikanın cinsiyet gören bir hale gelmesinde birbiri ile ilişkili üç temel set bulunmaktadır. Bunlar alanlar, aktörler ve kaynaklardır (Coffey, 2004). Alanların cinsiyetlendirilmesi dendiğinde öncelikle özel ve kamusal alanların ayrılmasına yönelik ikiliğin aşılması gerektiği anlaşılmalıdır. Ayrıca aile, istihdam piyasası ve devlet dâhil olmak üzere refahın üç saç ayağındaki tüm alanların cinsiyet gören bir yaklaşımla ele alınması zorunludur. İkinci olarak aktörlerin cinsiyetlendirme konusunda aktif biçimde rol almaları önemlidir. Kadınlar sosyal politikanın görünür faydalananları, kullanıcıları ve sağlayıcılarıdır ancak sosyal politikanın şekillendirici ve yapıcı özneleri yani aktörleri olarak rolleri çok sınırlıdır. İskandinavya örneği dışında kadınların sosyal politikanın özneleri olarak politika yapıcı aktör rollerinin gereğini

72

söylemi değiştirecek biçimde yerine getirebildikleri örnekler çok azdır. Sosyal politikanın cinsiyetlendirmesinde aktörlerin yer almaması durumunda ilk olarak kadınların özel ve kamusal alanda refah ürettikleri, buna karşılık cinsiyetçi bakım rolleri nedeniyle emek piyasasına erişimlerinin kısıtlı olduğu görürüz. İkinci olarak ise kadınlar sosyal politikanın yardımlar gibi temel uygulamalarının önde gelen faydalanıcıları olurlar ancak sosyal politikada dönüştürücü işlevleri çok kısıtlı kalır. Dolayısıyla da sosyal politikanın politik kültürünü değiştirecek kapasitelerden yoksun olurlar (Coffey, 2004). Bu nedenle aktörlerinde cinsiyetlendirmede rol alabilmelerini sağlamak için en başta sosyal politikanın karar verici mekanizmalarında kadınların sınırlı temsiliyetinin yarattığı cinsiyet eşitsizlerine dikkat çekmek önem kazanmaktadır. Kaynakların cinsiyetlendirilmesi bağlamında ise sosyal politikanın kaynaklarının feminist perspektiften incelenmesi kaynakların cinsiyetçi dağıtımındaki eşitsizliğin ortaya konmasını gerektirir. Feminist çalışmalar ana-akım sosyal politika analizlerindeki kaynakların eşit dağıtıldığı varsayımına karşı çıkarak, kaynak dağıtımındaki cinsiyete dayalı eşitsizliklerin varlığının ön kabul olması gereğine vurgu yaparlar. Bu eşitsizlik aile içindeki cinsiyetçi güç ilişkilerinin varlığıyla açıklanabilir. Kadınların kaynakları kısmen kontrol edebildiği durumlarda dahi bu kaynakların aile içindeki diğer üyelere dağıldığına yönelik araştırmalar aile içindeki maddi eşitsizlerin kadınlar bakımından yarattığı olumsuz sonuçlara dikkat çekmektedir. Bu eşitsizlik sosyal politika süreç ve pratikleriyle ilgili ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle de sosyal politikalar geliştirilirken bu eşitsizliğin bir veri olarak kabul edilmesi ve aile içi cinsiyete dayalı işbölümünün kamusal alana erişimin önündeki kısıtlardan biri ve en önemlileri arasında olması gibi diğer konularla bir bütünlük içinde ele alınmasının zorunluluğu önemlidir (Coffey, 2004). Hiç kuşkusuz tek bir feminist analiz olamayacağı gibi feminist düşünce içinde yer alan birden çok akımın da sosyal politika alanında yansımalarının yekpare bir bütünlük sergilemesi beklenemez. Ancak bütün feminist yaklaşımlar sosyal politika analizinde cinsiyetlendirmenin önemine ve toplumsal cinsiyetin analitik bir kategori olarak yer almasının zorunluluğuna işaret etmektedirler.

73

Öte yandan refah rejiminin cinsiyetlendirilmesi farklı türden cinsiyet mücadelelerini ortaya çıkarır. Örneğin sosyal demokrat rejimler İsveç ve Danimarka gibi refah devletlerinde kamusal bakımın yaygınlığı kadınların ücretli işgücüne katılımını artırırken uygulanan sosyal politikalar etrafında şekillenen vergi ve gelir transferlerinden faydalanmak üzere aile biçimi dönüştürerek kadın ve erkeğin evi geçindirdiği aile modelinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Peki bu yapı toplumsal cinsiyet çatışmalarını sonlandıracak mıdır? Elbette hayır. Ancak çatışmanın sürdüğü alan bu kez ücretli işteki yatay ve dikey cinsiyet ayrışması etrafında refah vatandaşlığı kavramı temelinde şekillenecektir. Bir diğer grup olan muhafazakâr korporatist refah rejimlerinde ise çatışma yukarıda söylendiği gibi özel ve kamusal alan ayrımlarının keskinliğinde yatmaktadır. Bu rejimlerde kadınların bakım rollerinin özel alan dâhilinde ve ücretsiz iş kapsamında tanımlanmasından dolayı toplumsal cinsiyet çatışması bu kez kadınların mesleki tabakalaşmış sosyal haklara ilişkin olacaktır. Ayrıca bakım emeklerinin tanınması ve bundan doğan hak talepleri etrafında şekillenecektir. Liberal refah rejimlerinde ise çatışma bu kez bakım işinin metalaşması sonucu satın alma gücüne sahip ve bundan yoksun sınıflar arasındaki eşitsizlikler üzerinden refah vatandaşlığının genişletilmesi talebi etrafında şekillenecektir. Bunun yanı sıra refah devletinin yeniden yapılandırılması sürecindeki reformlarla gelir ve fırsatlara erişimler bakımından geçmişe oranla daha dezavantajlı duruma düşen orta sınıf kadınları da refah kapsamının genişletilmesi konusunda hak mücadelesine katılacaklardır (Monk, 1996). Zaten etnik azınlıklar, göçmen kadınlar, beden, yeniden üretim ve cinsellikle ilgili ortaya çıkacak yeni hak arama mücadeleleri de aslında sosyal politikanın cinsiyetlendirilmesi sürecinde alanlar, aktörler ve kaynakların birbirleriyle ilişkili bir biçimde, refah devleti analizlerine cinsiyetle birlikte dahil edilmesini gerektirir. Bu yurttaşlık tartışmalarını da içeren politik bir mücadeledir. Netice de feminist politikanın refah devletinin yurttaşlarla kurduğu ilişkinin cinsiyetlendirilerek dönüştürülmesi talebi, kamusal alana ilişkin yaşanacak tartışmaların toplumsal cinsiyetten bağımsız yürütülmesinin olanaksızlığına işaret eder.

74