• Sonuç bulunamadı

1.2. Sosyal Politika İle İlişkili Temel Kavramlar

1.2.1. Sosyal Adalet Kavramı

Sosyal adaletin sağlanması sosyal politika alanında yapılan harcamaların önde gelen hedeflerinden biridir. Bu kavram günlük tartışmalarda da sıklıkla dile getirilmektedir. En basitinden iş hayatında karşılaşılan durumlarla ilgili yöneticinin adil olması çalışanlar tarafından beklenen özelliklerden biridir. Adalet düşüncesi burada yetki, sorumluluk ve işlerin paylaşımındaki ölçülülük manasında ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal ilişkilerde var olması beklenen adalet düşüncesi de toplumda kişilerin ve grupların gelecekte gerçekleşebilecek toplumsal risklere karşı yakın oranlarda açık olması, bunun yanında gelecekteki kazançlara ulaşabilme noktasında da eşit fırsatlara sahip olabilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu bakımdan toplumdaki her bir bireyin ve grubun bir yerlere gelme ve yükselme konusunda fırsat eşitliğine sahip olması beklenir.

Emekle sermaye arasında adil bir ilişki kurulması gerektiği veya toplumda ulusal gelirin adil şekilde paylaşılmasının gerekliliği sıklıkla telafuz edilmektedir. Bunun sağlanabilmesinin en önemli şartı fırsat eşitliğinin sağlanmasıdır. Risklerden sakınmada ve fırsatlara erişebilmede bir nesil içerisindeki herkesin eşit şansa sahip olması durumunu fırsat eşitliği olarak açıklayabiliriz. Toplumsal grupların eğitimde fırsat eşitliğine erişebilmeleri sağlık konusunda eşit fırsatlara sahip olmaları, belli hedefleri olan kişilerin bu hedeflere ulaşabilmede benzer fırsatlara sahip olabilmesi veya benzer noktalarda bulunan iki kişinin toplumsal risklerle karşılaşabilmesi oranlarının birbirlerine yakınlığı sosyal adalet kavramıyla tanımlanabilir (Güven, 2013: 25).

Sosyal adalet kavramı üretim tüketim ve bölüşüm yani dağıtım ilkelerinde önem arz etmektedir. Basit manada sosyal adalet toplumda neyin ne kadar üretilip tüketileceği ve elde edilen kazancın yani milli gelirin ne şekilde dağıtılacağı ile ilgilidir

(Zeynalova, 2017: 32). Bu açıdan sosyal adalet kavramı gelirin birincil ve ikincil dağılımı ile ilgilidir. Bir ülkede elde edilen milli gelirin, bu gelirin oluşmasına katkıda bulunan üretim faktörleri arasında dağılımına gelirin birincil dağılımı denmektedir (Aktan ve Özkıvrak, 2008: 31).

Hukuksal anlamda eşitlik kavramına göre insanlar yasa önünde eşit doğar ve yaşarlar. Liberal anlayışı göre kişilerin eşit olmasının önündeki engellerin kaldırılması yasa önünde ırk, dil, din, cinsiyet gibi farklılıkların değerlendirilmeden herkesin eşit sayılmasının yeterli olduğu düşünülmektedir. Ancak sosyal adalet düşüncesi yasa önünde eşitliğin sosyal manada fırsatlara erişmede ve risklerden kaçınmada eşitlik sağlamayacağını iddia etmektedir. Liberal anlayışa göre toplumda bireyler özgürdür ve liberal ekonomi anlayışına göre de kişiler girişim özgürlüğüne sahiptir ve bunun sonuçlarını da olumlu veya olumsuz yüklenebilmelidir. Ancak bu durum toplumda adaletin sağlanması için yetersizdir.

Gelirin birincil dağılımında yalnızca milli gelirin yaratılmasına katkı sağlayanlar arasında bir bölüşüm ifade edilmektedir. Ancak toplumda milli gelire katkı sağlayamayan gruplar da mevcuttur. Sosyal adalet ilkesinin vurgu yaptığı nokta da burada ortaya çıkmaktadır. Toplumsal barışın, sosyal refahın, huzurun ve adaletin sağlanması için gelirin ikincil dağılımı da oldukça önemlidir. Devletin kamu gelirleri ve giderleri vasıtasıyla milli geliri toplumu oluşturan kişi ve gruplar arasında, ilk dağılımın oluşturduğu farkları da göz önünde bulundurarak tekrar dağıtması gelirin ikincil dağılımıdır ( Aktan ve Özkıvrak, 2008: 32).

John Rawls’ın adalet teorisine göre yapılacak yeniden dağıtımın adaletli olabilmesi için, dağıtımın gerçekleşme şeklinin belirlenmesinde hiçbir kimsenin veya grubun çıkarı düşünülmemelidir. Rawls’a göre her birey toplumda var olması gereken sosyal adalet için gereklilikleri belirleyebilir. Bu savını ispat etmek isteyen Rawls bir varsayımda bulunur ve buna ilk durum der. Buna göre karar verecek olan birey bir bilimsellik perdesinin arkasına geçer. Kişi toplumda bulunduğu konum hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildir. Kendisinin hangi kesime dahil olduğunu bilmeyen birey toplumdaki sınıflardan ve var olan eşitsizliklerden ise haberdardır. Bu durumda birey kendisinin dahil olduğu kesimin toplumun en aşağı kesimi olması ihtimaline karşın toplumdaki tüm sınıfların tüm kesimlerin birbirine sosyal refah anlamında yakın

olmasını sağlayacak faaliyetlere girişecektir. Kararlarını verirken de iki ilkeden yararlanacaktır:

a) Toplumun her bir üyesi toplumun zenginliklerine eşit düzeyde erişebilir olmalıdır.

b) Toplumda mevcut sosyal ve ekonomik eşitsizlikler toplumdaki dezavantajlı grupların lehine olacak şekilde düzeltilmelidir (Zeynalova, 2017: 34-35). Sosyal adalet kavramı milli gelirin gruplar, sektörler, bölgeler arasında adil dağılımını gerektirir. Adil dağılım, toplumun genel olarak kabul edebileceği dağılımdır denebilir. Zira sosyal adaleti sağlamak yalnızca yoksullara veya belli konularda yoksunlara fayda sağlamaz zenginlere ve toplumun üst kesimindeki kişilere de katkı sağlar. Toplumda sosyal huzurun ve sosyal barışın sağlanması sonucu ayrıcalıklı konumda bulunan insanlar da bu konumlarını kaybetme korkusu yaşamazlar veya böyle bir riskle karşı karşıya kalmazlar (Aktan ve Özkıvrak, 2008: 32; Şenkal, 2017: 38).

Sosyal adaletin sağlanabildiği toplumlarda bireyler ve gruplar adaletin devlet eliyle sağlanacağına güvenir ve adaleti kendi eliyle sağlama seçeneğine başvurmazlar. Adalet duygusunun temelinde dürüstlük, başkalarına zarar vermeme ve herkese hakkı olanı vermek gibi düşünceler vardır. Adalete uygun hukuk düzeni, sosyal ve ekonomik düzen barış ve huzur sağlar. Bu konuda başarı sağlayamayan topluluklar ise her daim huzursuzluk, sosyal anlaşmazlık ve kargaşaya gebedirler. Adaletli toplum ve hukuk düzeni toplumda sosyal anlaşmazlıklara set çeker, toplumdaki eşitsizlikliklerin azaltılmasına katkı sağlar, bireylere kendilerini gerçekleştirme fırsatı sunar ve onları özgür kılar.

Sosyal adalet kavramına Sanayi Devrimi sonrası işçilerin haklarının korunması, emek sermaye arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi, emeğin sömürülmesinin önüne geçilmesi amaçlarıyla yaklaşılarak dar bir bakış açısı sunuluyordu. Ancak günümüzde bu kavram daha geniş kapsamlı yorumlanmaktadır. Bu açıdan sosyal adalet toplumun her bir kesimine eşit fırsatların sunulması, eğitim hakkının, sağlık hakkının sosyal güvenlik hakkının toplum bireylerine sağlanması olarak değerlendirilebilir. Sosyal adalet dolayısıyla günümüzde yalnız işçileri değil,

küçük esnafı, zanaatkarı, çiftçiyi, memuru, ev hanımını kısacası toplumun her bir üyesini, toplumun diğer üyelerinin içerisinde bulunduğu daha üstün standartlara eriştirme gayesi gütmektedir.