• Sonuç bulunamadı

2.3. Modern Anlamda Sosyal Devlet ve Gelişim Çizgileri

2.3.3. New Deal Politikası

Ekonomik buhran sonrası New Deal uygulamaları maliye politikaları para politikaları ve finansal kuruluşlarla ilgili düzenlemeleri içermektedir. New Deal politikaları Keynesyen anlayışa uygun olarak ekonomik tıkanıklığın giderilmesi amacıyla uygulanan politikalardır. 1930’lu yıllarda gerçekleştirilmeye başlanan “yeni düzen” sisteminde kamu harcamaları arttırılmış ve talep yaratılmaya çalışılmıştır. 1935 yılında Sosyal Güvenlik Yasası ile işsizlik ödeneği sistemin temelini oluşturmuştur.

Amerika’da Hoover ve Roosevelt dönemlerinde vergiler arttırılmıştır. Artan vergilerle yatırım imkanı elde edilmiş ve bu durum zamanla GSYH’yi arttırmıştır. Hoover döneminde uygulanan “Revenue Act” ile ABD (e.t.)ki en yüksek vergi oranlarına erişilmiştir. Bu vergi yoluyla her bir vergi dilimindeki kişilerin gelir vergisi oranı arttırılmış, üst dilimdekilere uygulanan vergi oranı %25’ten %63’e yükseltilmiştir. Başkan Roosevelt döneminde de vergi artırımı politikaları devam ettirilmiştir. 1930 ile 1940 yılları arasında kurumlar vergisi iki katına çıkarılmıştır. Hoover’ın o dönemde defalarca tekrarladığı “Hiçbir şey şuanda bütçeyi dengelemekten daha önemli değil” sözü gereği federal bütçeyi dengeleyebilmek için vergiler arttırılmıştır. Hoover ardından Başkan seçilen Roosevelt ise buna rağmen kendisini vergileri yeteri kadar arttırmadığı konusunda suçlamıştır. 1936 yılından sonra bütçe açıkları azalmıştır. Harcamalar da aynı ölçüde artırılmasına rağmen bütçe büyüdüğü için bu harcamaların GSYH içindeki payı azalmıştır. Keynesçi uygulamalarda da vergiler yoluyla kamu harcamalarının arttırılması esas anlayıştır (de Rugy, 2003: 1-2).

New Deal ile amaçlananlardan biri de gelirlerin arttırılması yoluyla talebin yükseltilmesiydi. Keynesyen anlayışa yakın şekilde kriz dönemlerinde gelirlerin azaldığı ve bu sebeple talep oluşturulamadığı ve arz lehine bir dengesizlik oluştuğu

varsayılmaktaydı. Özellikle tarımsal kesimin gelirlerinin artırılarak talebin canlandırılması, işgücü piyasalarında emek lehine iyileştirmeler yapılması, çeşitli sübvansiyonlar ve taban fiyat uygulamalarıyla birlikte özellikle tarımsal işçilerin gelirlerinin arttırılması amaçlanmıştır (Arslan, 2010: 25).

New Deal uygulamaları genel olarak ikiye ayrılarak incelenmektedir. 1933 yılı içerisindeki uygulamalar daha çok Birinci New Deal olarak adlandırılırken, 1934- 1936 arasındaki uygulamalar ise İkinci New Deal olarak isimlendirilmektedir. Birinci New Deal uygulamaları toplumun geneline yönelik uygulamalar iken (bankacılık, tarım, finans, işgücü, endüstriyel uygulamalar) İkinci New Deal ise genel olarak işgücünün alım gücünü arttırmaya yönelik girişimler olarak dikkati çekmektedir. New Deal kapsamında çıkarılan kanunlar ve politikalardan bazıları şunlardır:

• Vasıfız işgücüne istihdam sağlayabilmek için Ulusal Acil Yardım Bakanlığı kurulmuştur.

• Tarım kesiminin gelirlerini arttırmak için Tarımsal Uyum Kanunu (Agriculutal Agreement Act) çıkarılmıştır.

• Büyük kamu tesisleri kurulmuştur.

• İstihdam ve işgücü konularını kurgulamak için 1935 yılında Ulusal Emek Piyasaları İlişkileri Kanunu yürürlüğe girmiştir.

• 1938 yılında ürün ve hasılat kayıplarını telafi edebilmek adına Ulusal Ekin Sigorta Kurumu kurulmuştur (Arslan, 2010: 27-28).

New Deal politikaları incelendiğinde politikaların ve kanunların amacının işçi kesimi ve tarım sektöründe çalışanların istihdam ve gelir düzeyinin arttırılması olduğu görülmektedir. Kamusal yatırımlarla birlikte artan gelir düzeyi sayesinde talep yaratılmaya çalışılmış ve bunda da Roosevelt döneminde başarılı olunmuştur.

2.3.4. 1945-1970 Refah Devleti’nin Altın Çağı

Özellikle ekonomik buhran ile birlikte kapsamı ve niteliği çeşitlenen refah devleti yaklaşımları ikinci dünya savaşı sonrası ise altın çağına ulaşmıştır. Batılı ülkelerde liberal ekonominin aksine devlete, her alanda sosyal güvenlik tedbirlerine, eğitimden sağlığa, konuttan işçi ücret ve koşullarına, sosyal hizmet uygulamalarına, sosyal yardım düzenlemelerine uzanan çok geniş bir yelpazede hareket alanı

tanınmıştır. Devlet 1945 sonrası kurumsal bir sosyal devlet olarak görünmektedir. Sosyal politika uygulamaları hak olarak algılanmakta ve hizmetlerin sunumu ise devlet tarafından görev olarak görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası tam istihdamın sağlanmasına ve sürdürülebilir kalkınma politikalarına büyük önem verilmiştir.

1950 sonrasında sendikalaşma oranı da artmıştır. Yığın üretimi ile birlikte istihdamın da artmasıyla işçiler modern anlamda örgütlenme imkanlarına kavuşmuşlardır. Bu dönemde 2,5 kat artan ekonomik büyüme hızı ile birlikte ücretliler sınıfının etkinlik kapsamı da genişlemiştir. Bu dönemde ücretlilerin gelir artışı ulusal gelir artışından yüksek olmuştur. Endüstriden sonra hizmet sektörü ve kamuda da sendikalar yaygınlaşmış ayrıca sosyal demokrat fikirleri savunan çeşitli siyasi partiler de parlamentolara girmiştir. Böylece ekonomik sosyal ve siyasal anlamda bir gelişim yaşanmıştır (Koray, 2012: 67).

Savaş sonrası dönemde çoğu gelişmiş ülke, yoksullukla mücadele ve minimum düzeyde gelir sağlamaya yönelik refah programlarından kademe kademe geniş kapsamlı gelir desteği programlarına geçmiş ve sağlık ile eğitim hizmetlerini daha da genişletmiştir. İşgücünün homojen niteliği, tam istihdamın sağlanması, istikrarlı aile yapısı ve nüfusun çalışma çağındaki oranının yüksek olması refah devletlerinin programlarını ihtiyaçlarına göre ayarlamalarını kolaylaştırmıştır (Aktan ve Özkıvrak, 2008: 93).

Bu dönemde İngiltere’de Sosyal Güvenlik Komisyonu tarafından Beveridge başkanlığında hazırlanan raporda hastalık, pislik, yoksulluk, cehalet ve işsizlik mücadele edilmesi gereken beş büyük sorun olarak görülmüştür. Beveridge tarafından çalışan çalışmayan herkesi kapsayacak bir sigorta planının kurulması gerektiği belirtilmiştir.

Beveridge raporu doğrultusundaki gelişmelerle İngiltere sosyal devlet anlamında büyük gelişme göstermiştir. Beveridge raporuyla ana amaç modern toplumun kirli yüzü olan yoksulluğun kademeli bir şekilde ortadan kaldırılmasıydı (Koç, 2006: 97). Beveridge planı çalışmayan vatandaşları da genellik ilkesi gereği sosyal sigortalar kapsamına dahil etmiştir. Vatandaşların tümünün sosyal yardımlardan yararlanması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca planda birçok kurum adı

altında yapılan yardımların tek bir çatı altında birleştirilmesi de önerilmiştir (Koç, 2006: 97-98).

İkinci Dünya Savaşı sonrası refah anlayışındaki gelişim rakamlara da yansımıştır. Sosyal harcamaların ve kamu kesimi harcamalarının ekonomideki payı artmıştır. Pierson, (1991: 128 ) göre 1930’larda işgücünün yalnızca yarısı hastalık kaza ve sakatlığa karşı sigortalıyken, 1970’lere gelindiğinde bu oran % 80-90 oranını bulmaktaydı. Yine 1930’larda işgücünün beşte biri ancak işsizlik sigortasına sahipken 1970’lerde bu oran % 60’lara yükselmiştir (Pierson, 1991: 128).

Bu dönemde GSMH’nin yaklaşık yarısı devletler tarafından kamu harcamalarına kaynak olacak şekilde kullanılmıştır. Sosyal harcamaların kamu harcamaları içerisindeki payları ise % ellileri geçmiştir. 1950’li yıllardan 1960’lı yıllara sosyal harcamaların kamu harcamaları içerisindeki payı Almanya’da % 30’dan % 62’ye; İngiltere’de % 20’den % 47’ye çıkmıştır. Bu durum batılı ülkelerde 1970’lere kadar bu şekilde devam etmiştir. Aslında 1970’lerden sonra bile genel olarak bilinenin aksine harcamalarda çok ciddi bir azalmanın olmadığı da bir sonraki başlıkta tartışılacaktır (Koray, 2003: 68).