• Sonuç bulunamadı

Devletlerin yönetim şekillerini sahip oldukları gelenekleri, tarihleri, ekonomileri, siyasal kültürleri ve coğrafyaları gibi unsurlar belirler. Geçmişten günümüze topluluklar ve devletler çeşitli yönetim anlayışlarıyla yönetilmiş, tarihte aynı devletin zaman içinde farklı yönetim sistemlerini benimsediği de görülmüştür. Geçmişin birbirlerinden çok farklı olan devlet sistemleri günümüzde yerini birbirine daha yakın ve sayıca daha az çeşitlilikte olan sistemlere bırakmıştır.

21. yüzyılda devletlerin yönetim sistemleri incelenirken genellikle demokratik ve gelişmiş ülkelerin sistemleri referans olarak alınmaktadır. Çünkü ortada bir başarı ve refah varsa ilgiyi ve dikkati de elbette bunlar çekecektir. Modern ve demokratik sistemlere sahip ülkelerin genellikle; “Başkanlık”, “Yarı-başkanlık” ve “Parlamenter” sistemlerden biri ile yönetildikleri görülmektedir. Dolayısıyla, çalışmada bu üç sistem ele alınmıştır. Bunlardan hangisinin daha demokratik, işlevsel, günün şartlarına uygun olduğunu anlamak için en iyi şekilde uygulandıkları ülkelerin şartlarına ve nasıl uygulandıklarına bakmak gerekir. Bu bakış açısıyla söz konusu bu sistemlerden, “Başkanlık Sistemi” hem ortaya çıktığı hem de demokratik, modern ve örnek alınabilecek bir ülke olması dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri özelinde ele alınmıştır. “Yarı başkanlık Sistemi” ise benzer sebeplerden dolayı Fransa’da ki uygulamasıyla değerlendirilmiştir. Son olarak “Parlamenter Sistem” ayrıntılı bir şekilde ele alınmış ve sistemin Cumhuriyetin ilanından 2018 yılına kadar uygulandığı Türkiye örneğine yer verilmiştir.

Ülkemizde 2017 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesi kabul edilmiş ve 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimi ile bu sistem fiili olarak hayata geçirilmiştir. Yeni sistem ile birlikte bakanlar kurulu kaldırılarak devlet yönetiminde yürütmede tek yetki

Cumhurbaşkanlığı makamında toplanmıştır. Bu nedenle çalışmada, başkanlık, yarı- başkanlık ve parlamenter sistem ile uygulama örnekleri olarak ABD, Fransa ve Türkiye örnekleri değerlendirilirken, devletin başında bulunan başkan ve cumhurbaşkanının yetki, görev ve sistem içindeki konumları özellikle vurgulanmıştır.

Başkanlık sistemi, Amerika’nın kolonyal ve özgürlükçü yapısından ortaya çıkarak özellikle Latin Amerika ve kısmen de diğer dünya devletlerine yayılan bir yönetim biçimidir. Özellikle ABD Başkanlık Sisteminde, erkler katı bir şekilde birbirinden ayrılmasına rağmen, bir denge de gözetilmiştir. Başkanın yasama ve yargıya yönelik yetkileri sınırlı tutulmuş olsa da temsil ettiği siyasal kimlik ve bundan gelen destekten dolayı, özellikle yasama organı üzerinde, yazılı olandan daha fazla bir etkisi söz konusudur. Başkanın, Federal Mahkeme üyelerinin atanmasında ki yetkileri göz önünde tutulduğunda, yargı organı üzerinde de etkisi bulunmaktadır. Fren-denge mekanizması üzerine kurulu ABD Başkanlık Sistemi hem iyi işlemesi hem de ABD’nin refah düzeyi ve gelişmişlik düzeyinden dolayı dünya devletlerine örnek teşkil etmiş ve birçok devlette buna yakın sistemlerin uygulanmasına ilham kaynağı olmuştur.

Yarı-başkanlık sistemi ise, daha çok Fransa’da uygulanan ve devlet başkanının genel oyla seçilip yürütme organını bakanlar kurulu ile paylaştığı ve önemli yetkilere sahip olduğu bir yönetim tarzıdır. Bazı düşünürler, bu sistemin ‘yarı-başkanlık’ olarak nitelendirilmesine yönelik yapılan itirazlara karşı, devlet başkanının otoritesinin ikiye bölünmesi ve yürütme kuvvetinin ikiye ayrılmasından dolayı başkanlık sisteminin özelliğini kaybettiğini ve yürütme kuvveti için "yarı" teriminin kullanılmasının yerindeliğini belirtmişlerdir. Yarı-başkanlık sistemi, Fransa’da uygulandığı şekliyle hem başkanlık hem de parlamenter sistemin özelliklerini taşıması dolayısıyla melez bir özellik arz etmektedir.

Parlamenter sistem ise, ilk defa Britanya’da ortaya çıkmıştır. Tarihsel süreç içerisinde değişiklikler geçirerek günümüzdeki hali olan, yumuşak kuvvetler ayırımına dayanan yapıya ulaşmıştır. Parlamentonun önemli rol aldığı, yürütmenin cumhurbaşkanı ile bakanlar kurulu tarafından temsil edildiği bir yapıdır. Yumuşak kuvvetler ayrımına dayanan bu sistem, kuvvetler arasında da denge mekanizmalarını

barındırmaktadır. Kuvvetlerin birbirini dengelediği ve etkilediği bu sistemde, siyasal tıkanıklıkların yaşanma ihtimali yüksektir. Cumhurbaşkanının seçiminde, hükümetin güvenoyu almasında ya da parlamentonun güvensizlik oyu vermesinde, hükümetin kurulamaması gibi durumlarda sistem tıkanmaya giderek işlemez duruma gelebilmektedir.

Türkiye’nin yönetim sisteminin 20. yüzyıldaki serüvenine bakıldığında sürecin 1921 Anayasası ile başlatılması uygun olacaktır. Nitekim 1921 Anayasasının yönetim sistemi olarak “Meclis Hükümeti Sistemi”ni benimsediği görülmektedir. 1921 Anayasası’na göre yasama ve yürütme yetkilerinin TBMM tarafından kullanılması kararlaştırılmış ve TBMM Başkanı aynı zamanda bakanlar kurulunun da başkanı olup, bakanlar kurulu Meclis üzerinde bir yaptırıma sahip kılınmamıştır. 1924 Anayasası hükümet sistemi açısından değerlendirildiğinde, meclis hükümeti sistemi ile parlamenter sistem arasında karma bir sistem benimsemiştir. 1924 Anayasası’nda TBMM, egemenliği kullanma noktasında tek organ olarak düzenlenirken, cumhurbaşkanının görev ve yetkileri ise sembolik olarak düzenlenmiştir.

1961 Anayasası, parlamenter sistemin temel unsurlarından olan yumuşak güçler ayrılığı ilkesini anayasal temele oturtmuştur. TBMM yasama organını, cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu ise yürütmeyi temsil etmektedir. Kuvvetler arasında yumuşak bir ayrım yapılmıştır. Cumhurbaşkanının yasama ve yargıya yönelik sınırlı da olsa görev ve yetkileri bulunmaktadır.

1982 Anayasası, askeri darbe sonrası yapılan bir anayasadır. Anayasa, parlamenter sistemi benimsemiş olmasına rağmen, yetkilerin daha çok cumhurbaşkanında olduğu bir anlayışı öne çıkarmıştır. Parlamenter sistemlerde sorumsuz ve dolayısıyla sembolik yetkilere sahip olan cumhurbaşkanına karşın, 1982 Anayasası cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargı alanında birçok yetkiler vermiştir. Cumhurbaşkanı, siyasal sorumluluğa sahip olmamasına rağmen, parlamenter sistemin temel ilkelerine aykırı olarak yarı başkanlık sistemindeki devlet başkanı gibi önemli yetkilerle donatılmıştır.

Parlamenter sistemin uygulandığı süre boyunca, siyasi çevreler yaşanan siyasi tıkanıklardan dolayı, mevcut sistemin değiştirilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir.

Bu husus özellikle Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından savunulmuş ancak 2007 yılına kadar herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştır. 2007 Anayasa değişikliği ile birlikte Türkiye’de, cumhurbaşkanının seçim usulü değiştirilerek doğrudan halkın oyu ile seçilmesi yöntemi benimsenmiştir. Bu durum ismi konulmamış bir yarı-başkanlık sistemi görüntüsü vermiştir.

2007 Anayasa değişikliğine kadar meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanı, bu değişiklik ile birlikte doğrudan halk tarafından seçilmeye başlanmış ve 7 yıl olan görev süresi 5 yıl olarak belirlenmiştir. Bu durum sistem tartışmalarını beraberinde getirmiş ve 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğine zemin hazırlamıştır. 2017 yılında, uzun zamandan beri tartışılan ve siyasi gerilime sebep olan hükümet sistemi konusu, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) birlikte hareket ederek anayasa değişikliğine gitmesiyle yeni bir aşamaya evrilmiş, değişikliğin halkoylaması sonucu kabul edilmesiyle parlamenter sistem terk edilmiştir.

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Seçimi ile birlikte 2017 yılında yapılan anayasa değişikliği hayata geçirilmiştir. 1982 Anayasası’nda yapılan değişiklikler temel olarak cumhurbaşkanının seçilme yöntemi ve şartları ile yürütme organını tek başına temsil etmesi ve bu konudaki yetki ve görevleri tek başına kullanmasına yöneliktir. Dolayısıyla, 1982 Anayasası en başından beri cumhurbaşkanını parlamento karşısında güçlü kılmış ve geçen zaman içinde cumhurbaşkanının yetkileri daha da artmıştır. Parlamenter sistemden kopuşun başlangıcını ifade eden 2007 Anayasa değişikliğinin ardından, 2017 Anayasa değişikliği aslında çıkılan yolda var olan karmaşıklığı giderecek zorunlu bir düzenleme olarak kabul edilmelidir. 2017 değişikliği ile birlikte, başkanlık sistemi referanslı ancak ülkemize münhasır bir sistem olarak lanse edilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” nin aslında başkanlık sisteminden daha güçlü bir hükümet sistemi olduğu görülmektedir. Yapılan değişiklikle birlikte cumhurbaşkanı, ABD’deki başkandan daha fazla yetkiye ve göreve sahip olmuş ve aynı zamanda yasama organına karşı daha güçlü yetkilerle donatılmıştır. Cumhurbaşkanı, yürütme organını tek başına temsil etmekte ve bu konuda geniş yetkilere sahip olmakta, aynı zamanda yasama ve yargı organlarına karşı da hatırı sayılır yetkileri bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanına tanınan ve başkanlık sisteminden daha güçlü pozisyona getiren anayasal yetkilerden bir tanesi de Anayasanın 116. maddesinde düzenlenen seçimlerin yenilenmesine karar verebilme yetkisidir. Buna göre: “Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, TBMM genel seçimi ile cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır”. 2017 anayasa değişikliğinden önce, cumhurbaşkanı bu yetkiyi ancak belirli şartların/durumların gerçekleşmesi halinde kullanabilmekteydi. Ancak yeni düzenlemede, cumhurbaşkanının bu yetkiyi kullanması herhangi bir şarta bağlanmamıştır. Bu durum cumhurbaşkanının ve TBMM üyelerinin büyük çoğunluğunun farklı siyasi düşüncelere sahip olması halinde önemli sıkıntılara sebep olabilir. Cumhurbaşkanlığının veya TBMM’nin birinin seçimlere gitmesine karar verilmesi halinde anayasal kural gereği her iki organ da seçimlere birlikte gitmiş olacaktır. Ayrıca, ikinci dönemini tamamlamak üzere olan cumhurbaşkanının üçüncü defa seçilmek için de kullanabileceği bir yoldur. Cumhurbaşkanına tanınan seçimlerin yapılmasına karar verme yetkisi, öngörülmeyen siyasi sıkıntılara sebep olabilir. Bundan dolayı seçimlere gitmeye karar verme yetkisinin, 2017 değişikliğinden önceki halinde olduğu gibi belli şartlara bağlanması ve yeniden düzenlenmesi daha uygun olacaktır.

Yeni sistemde, tıpkı başkanlık sisteminde olduğu gibi cumhurbaşkanının mensubu olduğu partisiyle ilişkisi devam edebilmektedir. 2007 anayasa değişikliğinden sonra, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde siyasi propaganda siyasi partiler tarafından yapılmış olmasına rağmen, mevcut anayasaya göre cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesine binaen seçilen cumhurbaşkanı, üyesi ve başkanı olduğu partisinden istifa etmiştir. Partili cumhurbaşkanına izin veren 16 Nisan 2017 değişikliğinin hemen ardından 2 Mayıs 2017’de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, partisine üye olmuş ve akabinde de partinin başına geçmiştir.

1982 Anayasası’nın ilk halinden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne kadar ki süreçte, cumhurbaşkanının yetkileri artmasına rağmen sorumsuzluğu devam etmiştir. Bu süre zarfında, hiçbir cumhurbaşkanı, vatana ihanet suçlaması dışında sahip olduğu cezai sorumsuzluğundan ötürü görevden alınmamış ve suçlanmamıştır. Bu kadar önemli yetkileri ve görevleri olan birinin, ‘vatana ihanet suçu’ hariç herhangi bir suçla suçlanamaması demokratik hukuk devlet anlayışına bağdaşmamaktadır. Yapılan değişiklikten sonra cumhurbaşkanının vatandaşa karşı siyasal olarak

sorumlu tutulmuş olması, demokratik yönetim anlayışına uygun bir düzenleme olmuştur. Görev süresinin sonunda halkın karşısına çıkan ve halktan oy talep eden bir cumhurbaşkanı, kendisini seçen vatandaşlara karşı sorumlu tutulmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi cumhurbaşkanına, başkanlık sistemi ve özelde ABD Başkanlık Sisteminde, devlet başkanına tanınan yetkilerden daha geniş yetkiler tanımıştır. Yeni sistemle, yürütme organı yasama organı karşısında daha güçlü yetkilerle donatılmış ve yürütme daha ağır basmıştır. Cumhurbaşkanının hem yasama hem de yargı organlarına karşı yetkileri değerlendirildiğinde, kuvvetler arasındaki dengenin ağır basan tarafında cumhurbaşkanının olduğu görülmektedir. Cumhurbaşkanının özellikle yargı organının üst kademelerine üye seçimi değişiklikten önceki halinden bir hayli fazla olacak şekilde düzenlenmiş ve dolayısıyla buralara cumhurbaşkanı tarafından atanan kişi sayısı önemli rakamlara ulaşmıştır. Bu konuda yapılan düzenlemenin organlar arasındaki bağımsızlığa ve dengeye daha uygun olacak şekilde yeniden düzenlenmesi uygun olacaktır.

Çalışmamızın son bölümünün ikinci kısmında, Türk kamu yönetimi tarihinde devletin örgütlenmesinin esas unsurlarından olan taşra teşkilatının başında bulunan ‘mülki idare amirleri’ değerlendirilmiştir. Mülki idare, Fransız yönetim anlayışı örnek alınarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüze kadar Türkiye’de uygulanan sistemin adıdır. Hem bir örgütlenmenin adı hem de bir mesleğin adıdır. Kaymakam adaylığı ile başlayan meslek; kaymakam, vali yardımcısı, hukuk müşaviri, mülkiye müfettişi veya vali sıfatlarını kazanabilmektedir. Esas olarak taşrada il ve ilçede devlet otoritesinin sağlanması ve kamu hizmetlerin takibi ve yerine getirilmesi konusunda kendilerine tanınan görev ve yetkilerle bu hizmetleri yerine getirmektedirler.

1864 İdare-i Vilayet Nizamnamesi esas alındığında, 155 yıllık köklü bir tarihsel mirasa sahip olan mülki idare sisteminde; 1980’li yıllarda yönetim anlayışında yaşanan değişim, Avrupa Birliği’ne üyelik süreci, küreselleşme, yerelleşme gibi eğilimlerin etkisiyle bir değişim ve dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. 1990’lı yıllardan sonra Türk kamu yönetiminde yapılan reformlarla yerel yönetimlerin etkinliği artırılmıştır. Yerel yönetimlere aktarılan yetki ve sorumluluklar, daha çok

mülki idarenin sahip olduğu yetkilerin yerel yönetimlere aktarılması şeklinde olmuş ve dolayısıyla mülki idarede köklü bir dönüşüme sebep olmuştur.

2012 yılında kabul edilip, 30 Mart 2014 yerel seçimleri sonucunda hayata geçirilen ve belediye sınırını il mülki sınırına eşitleyen Büyükşehir Belediye düzenlemesinin, mülki idare sistemi üzerinde önemli etkileri olmuştur. Büyükşehir olan illerde, kamu hizmetlerinin ülkenin en ücra köşesine ulaştırılmasının başrolünde bulunan mülki idare amirlerinin bu süregelen vasfı kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu düzenleme mülki idare amirlerini; hizmet gören, örnek teşkil edecek yatırımları yapan, hizmetlerde öncülük yapan, bütçesi olan nitelikleri törpülenmiş; gözetleyen ama hesap soramayan ve özellikle maddi konularda tamamen merkeze bağımlı bir duruma itmiştir.

2014 yerel seçimlerden sonra, büyükşehir olan 30 ilin dışındaki diğer 51 ilde de büyükşehir düzenlemesine yakın bir ‘bütün şehir modeline’ geçilebileceği tartışmaları ülke gündeminde yer almış, bu tartışmalar, büyükşehir belediyeleri ile ilgili beklentilerin henüz tam anlamıyla gerçekleşememesi ve özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşanan terör olaylarının etkisiyle gündemden düşmüştür. Türkiye, 15 Temmuz 2016 kalkışması ve sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde teröre destek veren belediye yöneticilerine yönelik farklı bir uygulamayla tanışmıştır. Teröre destek veren belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine mülki idareden atamaların yapıldığı ve kamuoyunda ‘kayyum ataması’ olarak bilinen bu uygulama da göstermiştir ki, devletin deneyimli ve iyi yetişmiş kamu görevlisi olan mülki idare mesleğini icra eden mensupları bulunmaktadır.

‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ile birlikte cumhurbaşkanının yürütmeyi tek başına temsil etmesi ve siyasal olarak halka karşı sorumlu olmasından hareketle, ‘devletin ve hükümetin temsilcisi’ olan mülki idare amirlerinin, nasıl tanımlanacağı ve yeni sistemde hangi yetkilerle donatılacağı pek çok kişi tarafından merak edilmiştir. Nitekim 5442 sayılı kanunun 9. maddesinde yapılan değişikliklerden birisi olan valinin ‘cumhurbaşkanının temsilcisi’ olması sıfatı önemli bir kazanım olsa da kaymakamlar ile ilgili bu konudaki değişiklik kanun düzeyinde yapılmamıştır. Bu konuda kaymakamların ‘hükümetin temsilcisi’ olduğu hükmü kanun metninden çıkarıldığından, yönetmelik hükmünde yapılan değişiklikle kaymakamların ‘cumhurbaşkanının temsilcisi ve idari yürütme vasıtası’ olduğu hükmü eklenmiştir.

Ancak ilgili değişikliğin yönetmelik düzeyinde değil valilerdeki gibi kanunla düzenlenmesi halinde, 5442 sayılı kanunun kendi içinde daha tutarlı olmasını sağlayacaktır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte, mülki idare amirlerinin asayişin ve güvenliğin sağlanması konusunda hızlı karar vermesini sağlayacak yasal değişiklikler yapılmıştır. Aynı şekilde, belediye hizmetlerinin ve diğer kamu hizmetlerinin görülmesi konusunda valilerin ilgili birimlerin üzerinde yaptırımları artırılmış ve eli güçlendirilmiştir. Mülki idare amirlerinin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde elini güçlendirecek yetkilerle donatılması halinde cumhurbaşkanını sahada daha aktif hale getirecektir. Cumhurbaşkanının atadığı kamu görevlileri olarak mülki idare amirleri, taşrada bu hizmetlerin denetimini yapacak, cumhurbaşkanı adına hesap soracak ve cumhurbaşkanının politikalarını yine onun adına gerçekleştirecek pozisyona kavuşturulması halinde, cumhurbaşkanının etkinliğini artırabilecektir.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile merkez valiliği kadrosu kaldırılmış ve bu kadroda bulunanlar mülkiye başmüfettişi olarak atanmaları öngörülmüştür. Kamu yönetiminde taşrada cumhurbaşkanını temsil eden valilerin, valilikten alınmaları durumunda sahip oldukları özlük haklarını bırakarak müfettişliğe dönecek olmaları, bu mesleğe olan rağbeti düşürme ihtimali vardır. Yeni sistemde, merkez valiliği kadrosunun devam etmesi, görev ve sorumluluk tanımlarının yeniden yapılması daha uygun olacaktır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde, cumhurbaşkanının taşradaki temsilcisi olan mülki idare amirlerinin özlük açısından da cumhurbaşkanlığına bağlanması halinde, mülki idare amirleri üstlendikleri görev ve sorumlulukları daha rahat yapabilecek ve kamu yönetiminde hak ettikleri yerde olacaktır. İçişleri Bakanlığı’nın daha önce mülki idare üzerinde yaptığı araştırmaya katılan mülki idare amirlerinin büyük çoğunluğu o dönemde var olan Başbakanlığa bağlanılması konusunda görüş bildirmişlerdir. Mülki idare amirleri, cumhurbaşkanının taşradaki temsilcisi olmalarına rağmen, özlük ve atanma işlerinde İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduklarından hem kendileri hem de diğer kamu kurum ve kuruluşları, mülki idare amirlerini bakanlığın taşra teşkilatının başında bulunan kamu personelleri olarak

görmektedirler. Mülki idare amirlerinin, Cumhurbaşkanlığına bağlanmaları halinde, cumhurbaşkanının temsilcisi olma sıfatlarını daha etkin kullanacakları muhakkaktır.

1864 İdare-i Vilayet Nizamnamesi esas alındığında, 155 yıllık bir geçmişi olan mülki idare amirliği giderek daralan bir yetki alanı, zayıflayan bir teşkilat ve küçülen bir bütçe sorunu ile karşı karşıya olmasına rağmen, mesleğin değeri, sorumluluğu, adanmışlığı ve yeni yönetim sistemindeki önemiyle, Türk kamu yönetimindeki işlevsel değişim, dönüşüm ve üstlendiği yeni rollerle varlığını sürdürmektedir.

KAYNAKÇA

Akçakaya, Murat ve Özdemir, Abdulkadir. (2018). Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Siyasal İstikrar. Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi,2018,53 (3) :922- 944

Akçalı, Pınar. (2007). Siyasal İstikrar ve Başkanlık Sistemi: Amerika Birleşik Devletleri Örneği. Başkanlık Sistemi ve Türkiye, İstanbul: Kalkedon Yayınları. Akçalı, Pınar. (2013). Genel Özellikleri, Yararları ve Sakıncaları Işığında Başkanlık

Sistemleri. Yeni Türkiye, (51), s. (407).

Akıncı, Berat. (2016). Yeni Sistem Önerisi Olarak Yarı Başkanlık Sistemi ve Dünyadaki Uygulamaları. Journal of Social and Humanities Sciences Research ISSN, 2459-1149 Volume:6 Issue:2

Akkoç, Yavuz S. ve Ergün, Turan. (2018). Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine Geçişe İlişkin Mevzuatta Yapılan Düzenlemeleri İçişleri Bakanlığına Etkileri. Ankara. İdarecinin Sesi Dergisi. Temmuz-Ağustos Sayısı. S:30-36.

Aktaş, H E. (2016). Hükümet Sistemlerinin Tıkanma Noktaları ve Alternatif Çözüm Yolları. Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1).

Aktaş, Murat ve Coşkun Bayram. (2015). Başkanlık Sistemi. Liberte Yayınları. Akyılmaz, B. (1999). Osmanlı Devleti’nde Merkezden Yönetimin Taşra İdaresi.

Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4, 127-156.

Alaca, Fatma. (2012). Başkanlık Ve Yarı Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği. Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Aldıkaçtı, Orhan. (1960). Modern Demokrasilerde ve Türkiye’de Devlet Başkanlığı. Doçentlik Tezi, s. 140.İstanbul.

Aliefendioğlu, Yılmaz. (1998). Yasaların Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilmesi. Ankara: AİD, C. (21), S.1. s. 1

Alkan, Haluk. (2013). Karşılaştırmalı Siyaset Başkanlık ve Parlamenter Sistemler Işığında Yarı Başkanlık Modelleri. İstanbul: Açılım Kitap Yayınları.

Alptekin, Hüseyin ve İlhan, Bekir. (2018). Kayyum Atanan Belediyelerin PKK Terörü ile Mücadeledeki Rolü. İstanbul: SETA Yayınları.

Altındağ, Halil. (2014). Yarı Başkanlık Sistemlerinde Devlet Başkanını Ön Plana Çıkaran Unsurlar- Fransa Örneği ve Türkiye. 267TAAD, Yıl:5, Sayı (18 267- 297).

Altunok, H. (2015). Amerika Birleşik Devletleri. B.Aykaç ve Ş.Durgun. (Ed.). Çağdaş Siyasal Sistemler içinde (69-96). Ankara: Alter Yayıncılık.

Arıkboğa, Erbay. (2018). Yerinden Yönetim ve Merkezileşmiş Büyükşehir Sisteminde Yetkilerin Dağıtılması. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi. Cilt 6, Sayı 1.

Arslan, Rıza. (2013). Başkanlık Sistemi ve Birleşik Devletler. Editör. Arslan, Talat.