• Sonuç bulunamadı

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik konum itibari ile sayısız mücadelelere sahne olan Orta Doğu’nun, aynı karakteristiği devam ettiğinden günümüzde olduğu gibi gelecekte de birçok devletin sahip olmak isteyeceği önemli bir bölge olduğu açıktır. Bu çalışmada uluslararası arenada Orta Doğu kavramından ne anlaşıldığı, bölge üzerinde politikalar üreten ve uygulayan devletlerin bu politikalarının Türkiye üzerindeki etkilerine değinilmiş ve ortak noktalar belirtilmeye çalışılmıştır.

Tarihsel süreç baz alındığında dünyayı topyekun bir savaş yapmaya iten uluslar arasındaki menfaat çatışmalarının pek çok jeostratejik bölgede olduğu gibi Orta Doğu’da da yoğun olarak yaşandığını ve yüksek enerji potansiyeli nedeniyle yaşanmaya devam edeceği kanaati oldukça yaygın ve doğru bir kanaattir. Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemin egemen Avrupa devletlerinden İngiltere ve Fransa’nın izlemiş oldukları Orta Doğu politikalarının Osmanlı üzerindeki tesirinin olumsuz olduğu aşikardır. Bu süreçte Osmanlı Devleti’nin dağılmasının ardından bölge ülkelerinin birer birer İngiliz ve Fransız himayesi altına girdiği görülmektedir. 20. yüzyılın başlarında bölgedeki zengin enerji kaynaklarının tespit edilmesi sonucunda bölgenin stratejik önemi bir kat daha artmış ve Orta Doğu küresel anlamda hâkimiyet kurmak isteyen güçlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Türkiye’nin geçmişte bölgenin hâkimi konumunda bulunmasına rağmen bugün bu topraklara sadece komşu olması bölgedeki enerji kaynaklarından yararlanamaması açısından dezavantaj olarak görülmekle beraber bugün bölge üzerinde yaratılan kaotik ortamdan kısmen uzak durabilmiş olması da avantaj olarak kabul edilebilir.

Yaşanan savaşların ve çatışmaların kökeninde bu bölgeden binlerce kilometre uzakta bulunan devletlerin ulusal menfaatleri yatmaktadır. Bu devletler sahip oldukları gücü genel olarak çatışmalardan uzak ada devleti konumunda olmalarına ve devlet yönetiminde sömürgeci bir zihniyet benimsemiş olmalarına borçludurlar. Bu devletlerin ilgi sahasına giren bölgelerdeki dini, etnik ve kültürel çeşitliliği bir kargaşa unsuru olarak kullandığı bir gerçektir. Faaliyet gösterdikleri neredeyse her

yerde yapay sınırlar ile çevrilen ve tam anlamıyla yasallık kazanamamış ülkelerin üretilmesi problemlerin yüzyıllarca sürecek çatışmalar boyutuna taşınmasına sebebiyet vermiştir.

Bu temelden hareketle bugün ABD’nin BOP adı altında Orta Doğu üzerinde yürüttüğü politikalar geçmişte İngiltere, Fransa gibi dönemin egemen devletlerinin bölge üzerindeki politikaları ile benzerlik göstermektedir ve emperyalist olarak nitelendirilebilir.

Ancak tüm dünyanın nefretini celbeden emperyalist emeller özgürlük, barış, demokrasi, temel hak ve hürriyetler, insan hakları, küresel terörizm ile mücadele gibi söylemlerle kamufle edilmeye çalışılmaktadır. Hemen hemen hepsi uluslararası hukuka aykırı olan müdahaleler mümkünse uluslararası kuruluşların desteği alınarak eğer bu mümkün değilse kendi oluşturdukları kuruluşlar ve koalisyonlar vasıtasıyla haklı bir temele oturtulmaya çalışılmaktadır.

Orta Doğu’daki bu belirsizlik ve çatışma ortamı bölgeyle tarihi ve kültürel bağları devam eden Türkiye’nin toprak bütünlüğü açısından çok tehlikeli olabilecek güvenlik problemleri arz etmektedir. Komşularının böyle bir belirsizlik ortamı içerisinde bulunmaları, Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve sosyal komşuluk ilişkilerinin gelişimini sekteye uğratmaktadır. Bu sebeple bölgesel bir güç olan Türkiye bölge üzerinde komşuluk ilişkileri en az seviyede olan ülke pozisyonuna sokmaktadır. Gelişemeyen komşuluk ilişkileri beraberinde bölgesel güvenlik sorunlarını da getirmektedir. Bu güvensizlik ortamının yanı sıra etnik milliyet kökenli ve dış destekli terör, özellikle güney sınırlarındaki belirsizliğe bağlı olarak gelişme göstermekte ve Türkiye’nin büyük ve güçlü bir orduya sahip olma zorunluluğunun yanı sıra askeri alanda büyük harcamalar yapmasını gerektirmektedir. Silahlanma ve terörle mücadele kapsamında yapılan bu harcama ve yatırım ekonomik ilerleme yolunda en büyük engeli oluşturmaktadır.

Batılı devletlerin yürüttüğü Orta Doğu politikalarının Türkiye üzerindeki bir diğer ağır etkisi ise Türkiye’nin yönünü cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün “muasır medeniyetler” diyerek işaret ettiği ilim ve fende ileri olan batıya

yöneltmesinin 1938’den sonra her alanda Batılılaşma sürecine girilmesi şeklinde uygulanmasının etkisi ile başlayan kültür ayrılığının oluşturduğu görülmektedir. Bu ayrılık ve dış güçlerin etkisi ile Türkiye’de bir hain Arap algısı oluşmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde başlayan süreçte hain Arap algısının bir doktrin mantığı ile topluma ve Türkiye’nin politikalarını belirleyen yöneticilere dikte edildiği görülmektedir. Bu temelden hareketle Türkiye dini, tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu Orta Doğu bölgesinden uzaklaştırılmaya ve bu bölgede yaşanan problemlere duyarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Kültürler arası bu uzaklaşma Arap dünyasına ise Türkiye’nin Batı yaması olduğu şeklindeki bir propaganda ile empoze edilerek daha da derinleştirilmiştir. Soğuk Savaş döneminde komünizm tehlikesine karşın Batı ile ilişkilerini geliştiren Türkiye’nin bu tutumu Orta Doğu’da tepkilere yol açmıştır. Maruz kalınan bu tepkilere yukarıda arz edilen yaklaşımlar nedeniyle Avrupa devletlerinin Orta Doğu’daki politikaları yol açmıştır.

Avrupa devletlerinin ve ABD’nin Orta Doğu politikalarının Türkiye’ye diğer bir olumsuz etkisi de Orta Doğu’da bu güçlerin destek ve himayesinde kurulan Yahudi İsrail Devleti’dir. Hâlihazırda karmaşık bir yapıya sahip olan bölge üzerinde kurulan İsrail devleti iç karışıklıkları körükler niteliktedir. Öte yandan, İsrail zaman zaman bölgedeki yalnızlığının ve destek arayışının etkisiyle Türkiye düşmanlığına karşın Türkiye için bir müttefik konumunda bulunmuştur. Lakin bu gelişmeler dahi Türkiye-İsrail ilişkilerinde istikrar sağlayamamıştır.

Tezin çeşitli bölümlerinde değinildiği üzere Avrupa devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası Orta Doğu politikaları ile ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi karşılaştırıldığında iki dönem arasında oldukça önemli benzerlikler vardır. Bu benzerliklerin başında hem Avrupa devletlerinin uyguladığı politikalar hem de ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nin kapsamındaki uygulamaları geniş bir coğrafya üzerinde büyük değişimler öngörmektedir. Öngörülen bu değişimlerin Türkiye gibi bölgesinde güvenlik ve istikrar isteyen ve gelişmesi buna bağlı devletleri meseleyle daha yakından ilgilenmeye mecbur etmektedir. Orta Doğu’ya yakınlığı nedeniyle, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, güvenliği, öz kaynakları ve ulusal çıkarları tehdit altındaki Türkiye’nin bütün kırmızı çizgileri

birer birer aşılmaktadır. Yine yanlış tahlil ve tahminler ile bir dönem öne sürülen

“Bir koyup, bin alma” düşüncesi bu kadar yoğun ilgi gösterilen bu menfaat bölgesi

için hayal olmaktan öteye geçememiştir.

ABD Büyük Orta Doğu Projesi gereği Irak’ı işgal etmiş ve bu proje kapsamında ABD düşmanı olan Saddam rejimini ortadan kaldırmıştır. Uluslararası hukuk kuralları ihlal edilerek yapılan bu işgal pek çok ülke gibi Türkiye tarafından da destek görmemiştir. Bu olay sonucunda ABD-Türkiye ilişkilerinde güvensizliğe dayalı bozulmalar yaşanmıştır.

ABD’nin Irak’ı işgalinde Türkiye’yi üs olarak kullanmak istemesi ile Meclis’e sunulan Tezkere’nin de Meclis’ten geçmemesi iki ülke arasındaki ilişkileri germiştir263. Tezkerenin geçmemesi ile bozulan ilişkiler ABD’nin, Irak’ı işgalinden sonra, 11 Türk askerinin başına çuval geçirerek esir alması ile zirveye ulaşmıştır. Bu şekilde yaşanan gerginlikler Türkiye’nin güvenlik endişelerinde ne kadar haklı olduğunun daha iyi anlaşılmasına neden olmuştur.

Kuzey Irak’ta 1991 yılından sonra başlayan Kürt siyasi yapılanması Türkiye açısından asıl güvenlik tehdidini teşkil etmektedir. ABD’nin bilgisi dâhilinde kurulan Kürt Federe Devleti’nin bağımsızlık kazanması durumunda mevcut duruma bakılarak Türkiye’de yaşayan Kürt vatandaşlarımızın da tahrik edilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü için tehdit oluşturabileceği kabul derecesi yüksek bir ihtimaldir.

Kurulması olası bir Kürt devletinin Kerkük gibi petrol yatakları açısından zengin bir bölgeyi kapsaması ve oluşacak uygun bir konjonktürde bu durumun bölge Kürtleri tarafından fırsata çevrilmesi ihtimali de Türkiye için başka bir tehdit algılaması olmalıdır.

ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında İslam dinini siyasallaştırma çabaları Türkiye için diğer bir tehdit algılaması olmalıdır. Sovyet Rusya tehlikesine karşı bir dönem Afganistan’da radikal İslam unsurunu kullanan ABD günümüzde bu

263

James Kapsis, “From Desert Storm to Metal Storm: How Iraq Has Spoiled US-Turkish Relations”,

unsurun bumerang etkisiyle kendisine döndüğünü görmektedir. Tanzanya ve Kenya’daki büyükelçiliklerine yapılan saldırılardan durumun önemini kavrayamayan ABD, 11 Eylül saldırılarıyla radikal İslam tehdidinin gerçek yüzü ile karşılaşmış ve bu tehdit Büyük Orta Doğu Projesi’nin gerekçesi olarak lanse edilmiştir. Çalışmada da değinildiği üzere, bu tehdidin engellenebilmesi maksadıyla RAND Corporation isimli düşünce kuruluşunca hazırlanan bir rapor Bush yönetimine sunulmuştur264. Bu rapor da tez olarak, İslam ve Müslümanların Batı demokrasisi ile eşdeğer bir tutum içerisine sokulmazsa medeniyetler arası çatışmaların kaçınılmaz olacağına ve bu durumu engellemek için İslam coğrafyasının nasıl kontrol altına alınacağına dair önermeler sunulmuştur265. Ayrıca bu önermelere ilave olarak Müslümanlar gelenekçiler, modernistler (ılımlı İslam anlayışına sahip olanlar), laikler ve köktendinciler başlıkları altında dört gruba ayrılmıştır. Bu gruplar içinden de düşünce yapısı en uygun olan ılımlı İslamcıların desteklenmesi tavsiye edilmiştir266. Türkiye’nin sahip olduğu siyasi yapı sayesinde bu desteklenme politikasında iyi bir model olacağı öngörülmüş bu politikalar gereği Türkiye’deki mevcut iktidarın desteklenmesi gerektiği vurgulanmıştır267. Büyük Orta Doğu Projesi dâhilinde Türkiye’ye demokratik ve ılımlı İslam ülkesi olması sebebiyle model ülke misyonu yüklendiği görülmektedir. Lakin ABD’nin bu yaklaşımının Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini teşkil eden laiklik ilkesinin zaman içerisinde tahrip olacağı öngörülmektedir. Bu tahribatın vereceği zararı önceden tahmin eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ kullanılan ifadeye tepki göstermiş ve Türkiye’nin laik bir devlet olduğunun altını çizmiştir268. Gösterilen bu tepki dolayısıyla ABD model ülke tanımlamasından vazgeçmiş görünse de perde arkasında ılımlı İslam modelinin varlığını sürdürmektedir.

264

Cheryl Benard, “Civil Democratic Islam, Partners, Resources, and Strategies”, http://rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716/MR1716.pdf

265

Altuğ Günal, a.g.m., s. 159.

266

Cheryl Benard, a.g.e., s. 37.

267

Altuğ Günal, a.g.m., s. 159.

268

“Ilımlı İslam' laik değil”, Radikal, 20 Mart 2004,

Diğer bir taraftan ABD’nin Orta Doğu politikalarını daha rahat bir şekilde yürütebilmek ve hâkimiyet kurabilmek için bölge üzerindeki etnik unsurları kullanarak küçük devletlerin kurulmasını desteklediği bazı yöneticilerinin yaptığı açıklamalardan anlaşılmaktadır. Yakın geçmişte ABD basınında ve NATO kolejlerinde ABD’li albayların Türkiye’nin doğu kesimini Kürdistan olarak gösteren haritaları kullanmaları belirli bir plan dâhilinde yapılmaktadır269. ABD’nin yaptığı açıklamalarda bu durumun resmi politikalarını yansıtmadığı belirtilmiş olsa da Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde hedeflenen politikaların sonuçlarından bir tanesi de budur. Ayrıca Ermeni lobisinin 1915 olaylarını her daim gündemde tutmasının ve bilindiği üzere 5 Mart 2010 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi’nde 22’ye karşı 23 oyla kabul edilen sözde Ermeni Soykırım yasa tasarısının Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılmak isteneceği ihtimal dâhilindedir.

Netice itibariyle gerek Avrupa devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu bölgesinde yürüttükleri politikaların gerekse bugün ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi dâhilinde izlemekte olduğu politikaların Türkiye’ye etkilerinin olumsuz olacağı düşünülmekte, geçmişte Osmanlı Devleti’ne karşı kullanılan politikalar ile aynı eksendeki politikaların bugün ABD tarafından bölge ülkelerine karşı kullanıldığı görülmektedir.

Geçmişte İngilizlerin Arapları kullanarak Osmanlı’ya karşı ayaklandırma politikalarının benzerini günümüzde ABD’nin Irak’ta Kürtler üzerinden yürüttüğü gözlemlenmektedir.

Çağımızda küreselleşmenin de etkisiyle emperyalist güçlerin politikalarının yaygınlaşması ve benimsenmesi hız kazanmıştır. Bu güçlerin yönlendirmesi ile ırk, din, dil, mezhep ve coğrafi bölge farklılıklarına dayanan azınlıklar ve alt kimlikler oluşturulması artmaktadır. Bu politikaları benimseyerek egemen güçlerin güdümünde milli birlik ve beraberliğimizi zayıflatanların takdir görmekte, beğenilmekte ve desteklenmekte olduğu görülmektedir270. Bulunduğu konum

269

Bkz.: EK-5 Büyük Orta Doğu Projesi Haritası.

270

itibariyle ve çevresinde bu tarz olaylar cereyan ederken Türkiye politikalarına yön veren yöneticilerin örnek almaları gereken tavır, Atatürk ve silah arkadaşlarının milli mücadelede gösterdikleri tavır ve kararlılık gibi olmalıdır. Atatürk ve arkadaşlarının sahip oldukları değer ve vasıflar örnek alınmalı ve bunlar takip edilmelidir. Ülke politikaları belirlenirken ülkemizin bütünlüğünden milli birlik ve beraberlikten Atatürk ilke ve inkılâplarından ödün verilmemelidir. Avrupa Devletleri ve ABD ile ilişkiler yürütülürken Türkiye’nin ve Türk halkının çıkar ve menfaatleri esas tutulmalı ve mütekabiliyet ilkesinden ayrılınmamalıdır.

Irak, PKK ve Ermenistan gibi hassas meseleler ele alınırken yine milli çıkarlarımızın gözetildiği, toplumun da desteğinin alındığı politikalar üretilmelidir. Halkımız arasındaki farklılıklar bir zenginlik olarak benimsenmeli bu farklılıkların dış güçler tarafından çatışma ve ayrışma araçları olarak kullanılmasına mani olunmalıdır. Dâhili ve harici unsurların milli birlik ve beraberliğimizi bozmak üzere yürüttüğü propaganda ve politikaların farkında olup bunlara karşı önlemler alınması gerekmektedir271.

Gelecek yıllarda Orta Doğu’daki enerji kaynaklarının tükenmesi durumunda bile bölgenin jeopolitik öneminin en azından din kisvesi altında devam edeceği ve egemen güçlerin yine bu bölgede hâkimiyet sahibi olmak isteyeceği öngörülmektedir. Bölgenin çatışma ortamı, istikrarsızlık, fakirlik gibi sorunlarının devem etmesi sonucu büyük güçlerin bölgeye, günümüzde müdahale ettiği gibi, gelecekte de kolayca müdahale etmek isteyeceği tahmin edilmektedir. Büyük güçlerin 20. yüzyıl boyunca bölge üzerindeki çıkarları doğrultusunda çatışma ortamı oluşturdukları, var olan çatışma ortamını kullandıkları görülmüştür. Bu sorunların devamı ile dünya çapında egemenlik çabası içerisinde olan bu güçler kaotik ortamı bir araç olarak kullanıp politikalarını devam ettireceklerdir. Bu doğrultuda Türkiye’nin egemen güçlerin bu politikaları karşısında gerek güvenlik, gerek ekonomik, gerekse de rejim anlamında önemli problemler yaşayabileceği öngörülmektedir.

271

Gelecekte AB’nin büyük bir devlet halini alması ya da Avrupa ülkelerinin başka büyük bir devletin kurmuş olduğu farklı bir birlik çatısı altında toplanması durumunda Birinci Dünya Savaşı’nda yaşandığı gibi Orta Doğu’nun tekrar önemli bir konuma sahip olacağı düşünülmektedir. Mevcut konumu itibariyle enerji kaynakları açısından oldukça kısıtlı kaynaklara sahip olan AB’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için farklı alternatifler bulabilmek bakımından geçmişe oranla Orta Doğu’ya daha fazla yönelebileceği öngörülmektedir. Bununla beraber Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile yaşadığı problemlere rağmen AB üyeliğine alınması AB’nin Orta Doğu politikalarının bir adımı olarak görülmelidir. Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin çok uzun bir süreç olduğu düşünüldüğünde bu gelişmenin Türkiye açısından bir güvenlik tehdidi olarak görülüp Türkiye’yi AB ile rekabete itebileceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.

Günümüzde ABD’nin sebebiyet verdiği sorunların gelecekte ABD’nin yerini alabilecek olası küresel bir gücün de Orta Doğu üzerinde hâkimiyet kurma isteği ile devam ettirebileceği göz önüne alınmalıdır. Örneğin, bugün büyük bir ivme ile büyüme gösteren Çin bu ivmeyi idame ettirebilirse kırk yıl sonra dünyanın en büyük ekonomik gücü olabilir. Çin’in bu gelişimini, daha önceleri ABD ve Avrupalı devletlerin yaptığı gibi, evrensel söylemler ile Orta Doğu’ya barış ve istikrar getirme yolunda kullanarak bölge ülkelerini işgal edebileceği ve ekonomik gücünü bir koz olarak kullanabileceği ihtimali göz önünde bulundurularak bu olaylar karşısında hazırlıklı olunmalıdır. Bu temelden hareketle Orta Doğu ülkelerinde insan haklarına riayet eden yöneticilerin iktidara gelmesi, bu ülkelerin refah seviyelerinin yükseltilmesi ve kalkınmaları dış güçlerin gerek bölge ülkelerinin içişlerine gerekse bölgeye komşu olan ülkelere müdahale fırsatını ortadan kaldıracaktır.

Sonuç olarak bu çalışma kapsamında uluslararası düzenin tek kutuplu yapıya doğru geçişi üzerinde durularak Orta Doğu kavramı çevresinde dolaşan politikaların temelinde yatan gerçekleri doğru anlamak için gelişmeler tarihsel gelişim sürecinde ortaya konmuştur. Orta Doğu üzerindeki politikalarda son dönemdeki ABD hegemonyasının Türkiye’ye etkileri ve Türk-Amerikan ilişkileri irdelenmiştir. Gerek Avrupa devletlerinin gerekse ABD’nin bölge üzerinde yürüttükleri politikaların

doğru analizlerle saptanması ve bunun sonucunda, özellikle ABD ile olan ilişkilerde, Türkiye’nin yerini tayin etmesi gerektiği öngörülmektedir. Evresel söylemler kisvesi altında yürütülen politikalar Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve ulusal çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu nedenle gelecek dönemlerde oluşabilecek muhtemel gelişmeler ışığında Türkiye’nin duruşunu belirlemesi ve çıkarlarını en üst seviyeye ulaştıracak politikalar üretmesi gerekmektedir.