• Sonuç bulunamadı

Evrensel Değerler Ardına Gizlenmeye Çalışılan Gerçekler

3. BULGULAR VE YORUM

3.1. Evrensel Değerler Ardına Gizlenmeye Çalışılan Gerçekler

20. yüzyılda Avrupa devletleri ile ABD’nin Orta Doğu üzerinde yürüttükleri politikaların ortak paydası ulvi ve evrensel değerlerin kullanılması olmuştur. Her iki taraf da bölgeye özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve insan hakları gibi bütün dünya tarafından kabul gören değerleri getirmek gibi söylemlerde bulunmuşlardır. Avrupalı devletler, Birinci Dünya Savaşı’nda ve savaş sonrasında bölgede yaşayan etnik grupları Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden kurtarmak ve kendi milli kimliklerine kavuşmalarını sağlamak için geldiklerini öne sürmüştür. Avrupalılar, bölgedeki Kürt, Arap ve Ermeni grupların baskıcı bir yönetim altında yönetildiklerini ve bu grupların kendilerine destek vermeleri halinde bulundukları durumdan kurtulacaklarını vaat etmişlerdir. Arapların geri kalmışlığının sebebi olarak Osmanlı Devleti gösterilmeye çalışılmış ve bölge halkı bu duruma inandırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca o dönemde artış gösteren milliyetçilik akımının da bu durumu destekler nitelikte olduğu değerlendirilmektedir.

1900’lü yılların başlarında Osmanlı Devleti içerisindeki azınlıklar ile yaşanan çatışmaların temelinde Avrupalı devletlerin olduğu görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler Sultan II. Abdülhamid’e, Osmanlı bünyesinde yaşayan Kürtler, Araplar ve Çerkezler ile ilgili raporlarında bu grupların bölgede yaşayan Hristiyan ve Müslüman tebaasına zarar verdiklerini belirtmişler ve Osmanlı’yı bizzat yüreklendirdikleri bu gruplara karşı sert davranmaya teşvik etmişlerdir187.

İngiltere Birinci Dünya Savaşı boyunca Arapları Osmanlı’ya karşı isyana teşvik etmiş ve bu bağlamda iki yönlü bir politika izlemiştir. Bu duruma benzer olarak Rusya da Doğu Anadolu bölgesindeki Ermeni grupları isyana teşvik etmiş ve bu halkın hamiliğini üstlenmiştir. Rusya’nın sonuna doğru savaştan çekilmesini fırsat bilen Fransızlar Ermenileri bir araç olarak kullanıp bölge üzerinde hâkimiyet

187

Münir Aktepe, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Islahı Hakkında İngiltere Elçisi Layard’ın II. Abdulhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 59, Temmuz 1969, s. 16.

kurmaya çalışmışlardır. Bu anlamda bölgede birçok Ermeni terör olayı yaşanmış hatta Ermeniler Fransız üniformaları giyerek Fransa ordusunda görev yapmıştır. Bu durum, Ermeni bir paşanın Fransa Dışişleri Bakanı’na yolladığı mektupta alenen ifade edilmiştir188. Avrupalı devletlerinin ulvi değerler söylemlerini Birinci Dünya Savaşı’nda hayata geçiremedikleri gözlemlenmektedir. Orta Doğu’nun Avrupalı devletlerin bölgeye gelmeden önce Osmanlı himayesi altında sakin ve istikrarlı yapısının bu müdahaleler sonucunda günümüze kadar kaotik bir hal aldığı ve bölge halklarına vaat edilen özgürlük, barış, insan hakları ve bağımsızlık gibi evrensel değerlere halen kavuşamadığı bir gerçektir.

Savaş sonrası yaşanan gelişmelerde İngilizlerin Orta Doğu politikaları yüzünden yoğun eleştirilere maruz kaldığı gözlemlenmiştir. Arapları yönetmek için kullanılan yöntemlerin yanlışlığına ve Araplara bağımsızlık yerine esaret verilmesine karşı yapılan bu eleştirilere İngiliz ajanlarından Lawrence dahi katılmış ve şu şekilde bir konuşma yapmıştır; “Bizim yönetimimiz Türk sisteminden bile kötü. Onlar yerel

halktan 14.000 asker alır ve barısı korumak için yılda ortalama 200 Arap öldürürlerdi. Bizim ise uçaklı, zırhlı araçlı, gambotlu ve trenli 90 bin askerimiz var. Bu yaz çıkan isyanlarda 10 bin Arap öldürdük189.” Osmanlı yönetimine karşı

bağımsızlık kazanma umuduyla isyan eden Araplar, hüsran ile yeni bir manda yönetimi altına girmişlerdir. Kendilerine vaat edilen evrensel değerler yerine bu vaatlerde bulunan Avrupalı devletlerin daha yoğun ve ezici baskılarına maruz kalmışlardır.

Arapların yanı sıra Birinci Dünya Savaşı sonunda bağımsızlık vaatleriyle kandırılmış diğer bir millet de Ermeniler olmuştur. Rusya tarafından Osmanlı’ya karşı ayaklanmaları sonucu tehcire tabii olmaları ve bu tehcir sırasında ağır şartlar nedeni ile birçok Ermeni’nin hayatını kaybetmiş olması Avrupa ve ABD’nin dikkatini bölge üzerine çekmiştir. Fakat Batılı yöneticiler bu ilgiyi de insani değerler dışında kendi çıkarları doğrultusunda kullanacakları bir delil olarak

188

Boghos Nubar Paşa’nın 30 Kasım 1918 tarihli mektubu,

http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Duyurular&DuyuruNo=5 (23.04.2010).

189

benimsemişlerdir. Bu temelden hareketle İngiltere Başbakanı Lloyd George Ermenilere Türk zulmü altında ezilmeyeceklerine dair söz vermiş ve anılarında bu konuya şu şekilde değinmiştir; “Bu insanlık dışı İmparatorluğu yendiğimizde ilk

barış şartımızın, Ermeni vadilerini, Türklerin gaddarlıklarıyla lekelenmiş o kanlı kötü yönetimden kurtarmak olacaktır190.”

Bu tarz açıklamalar diğer devlet başkanları tarafından da yapılmıştır. Ancak savaş bitiminde Ermenilerin desteklerine ihtiyaç kalmayınca gerçekler gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Ermenilerin bulunduğu bölgenin Türk yönetimi altında kalması ve Avrupalı devletlerin savaştan ağır hasarlar ile çıkmaları ayrıca bölgeye asker gönderilebilecek tek ulaşım yolu olan demiryolunun da hasarlı olması Batılı güçlerin bölgeye asker gönderemeyeceği gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Dönemim ABD başkanı olan Woodrow Wilson da Ermeni sempatizanı olup Ermenilere verdiği umutları Kongre’den geçirememiştir. Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile sonuçlaması Avrupalı devletlerin beklentilerini ve dolayısıyla umut vaat ettikleri grupların umutlarının boşa çıkmasına sebep olmuştur. Esas itibariyle Ermeniler, kendilerine vaat edilen büyük Ermenistan umutlarıyla kullanılmış ve savaş sonunda yalnız kalmışlardır.

Araplar ve Ermeniler gibi Kürtler de özgürlük ve bağımsızlık söylemleri ile özellikle savaş sonrası Musul sorunu içerisinde Avrupalı devletler tarafından kullanılmışlardır. Birinci Dünya Savaşı başlarında İngiltere Musul bölgesini Fransa’ya bırakmış fakat sonra bu politikadan vazgeçmiştir. İngiltere sonradan bölge üzerinde hâkimiyet sahibi olabilmek için Fransa’yı ikna etmiş fakat savaş sona erince Musul’u işgal etmeyi başaramamış ve imzalan Anlaşma sonucunda Osmanlı ordusu terhis edildikten sonra bölgeyi işgal edebilmiştir. Türkiye’nin Türk Milli Mücadelesi’nden başarı ile çıkması sonucu bu bölge Türkiye ve İngiltere arasında tartışma konusu halini almıştır. Bu aşamada İngilizler, Araplar ve Ermeniler üzerinde yürüttükleri politikaları bu defa Kürtler üzerinde yürütmüş ve Kürtleri bağımsızlık ve özgürlük vaatleri ile Türklere karşı kullanmışlardır.

190

Geçmişte Avrupa devletlerinin izlediği yola benzer bir şekilde günümüzde de ABD’nin, BOP ile özgürlük, insan onuru, bağımsızlık, demokrasi, insan hakları gibi tüm insanlığın kabul etmiş olduğu evrensel değerleri kullandığı gözlemlenmektedir. Bu politikalarla ABD’nin amacının perde arkasındaki çıkara dayalı düşüncesini dünya kamuoyuna farklı lanse ederek tepkilere mahal vermemeye çalıştığı düşünülmektedir.

ABD’nin kamuoyuna yansıttığı politikalar ile gerçek politikaları arasındaki çelişkiyi gün yüzüne çıkaran en önemli gösterge dünyadaki en büyük silah satıcısı olmasıdır. Dünya silah ticaretinin yarısından fazlasını kontrol etmesi dünya barışını koruma ve dünyaya özgürlük getirme söylemleriyle kullanmış olduğu barış ve özgürlük savlarını kendi içinde çürütmektedir. Bu noktada ABD, özgürlük ve barış ideallerini ticari kaygılar uğruna feda etmiştir191. Dikkat çekici diğer bir husus ise ABD’nin en çok silah sattığı ülkelerin başında demokrasiye sahip olmayan Orta Doğu ülkelerinin gelmesidir192.

11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin Orta Doğu politikalarında sertleşme olduğu gözlemlenmiş ve bu politikalara paralel olarak barış ve istikrar söylemlerinde de artış olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, dönemin ABD başkanı Bush’un Afganistan harekâtının başladığını bildirdiği konuşmasında bölgenin topografyasını değiştirecek kadar güçlü silahların kullanıldığı bu operasyonu Sonsuz Özgürlük (Operation Freedom Enduring) adıyla tanıtmış ve savunulan özgürlüğün yalnız ABD vatandaşları için değil tüm insanlar için olduğunu vurgulamıştır193. Konuşmasında değindiği diğer bir konu ise bunun bir özgürlük savaşı olduğunu ve sonunda ABD’nin, yani özgürlüğün kazanacağını iddia ederek ABD ile özgürlük kavramını eş tutmasıdır194. ABD başkanının konuşması temel alındığında tüm insanların özgürlük isteyeceği bir gerçektir. Lakin bu operasyon öncesinde Afganistan’ın ne

191

Shannon Lindsey Blanton, “Promoting Human Rights and Democracy in the Developing World: U.S. Rhetoric versus U.S. Arms Exports”, American Journal of Political Science, Vol. 44, No. 1, (Jan.,2000), s. 123.

192

Shannon Lindsey Blanton, a.g.e., s. 129.

193

Bkz.: EK-2 Eski ABD Başkanı George W. Bush'un Afganistan konuşması.

194

ABD Başkanı Bush’un 7 Ekim 2001 tarihli konuşması,

sebeple hedef olarak seçildiği muğlâklığını korumaktadır. 11 Eylül saldırılarının arkasında Taliban rejimine ait bir bağlantı olduğuna dair hukuki bir gerekçe gösterilememiştir. Diğer bir taraftan Afganistan yönetiminin ABD istekleri doğrultusunda bölge insanlarını yakalayarak ABD’ye teslim etmekle yükümlü olmadığı bir gerçektir.

ABD, yine aynı söylemler doğrultusunda 2003 yılında Irak’ı işgal etmiştir. Dünyadaki silah ticaretinin yarısından fazlasını kontrol eden ABD başkanının Amerikan kamuoyunu ikna edebilmek için basın toplantısında Irak’ı silahsızlandırmaktan bahsetmesi çelişkili bir durum teşkil etmiştir. ABD’nin asıl amacının Orta Doğu’ya barış getirmek olduğu dile getirilmiş ve Irak’ın sahip olduğu kitle imha silahlarının tüm dünya için tehdit olduğundan bahsedilerek dünya kamuoyu yönlendirilmeye çalışılmıştır195. Fakat 2003 yılından bu yana yapılan aramalar sonucunda işgal ve savaş sebebi olarak gösterilen herhangi bir kitle imha silahına rastlanmamıştır. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda Irak’ın barış, güven ve istikrar ortamından çok işgal edildiği günden beri karmaşık ve içinden çıkılamaz bir bölge halini aldığı gerçeğidir. Böylece ABD’nin barış ve demokrasi söylemlerine inandırıcılık katılacağı yerde bu ve benzeri söylemlere gölge düşmüştür. Bugün Irak’ın geldiği durum işgal öncesi dönemi aratır haldedir. Milyonlarca Irak’lı, mülteci haline gelmiş ve bir milyona yakın sivil hayatını kaybetmiştir. Ayrıca ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra insan hakları ihlalinde artışlar yaşandığı gözlemlenmiş. ABD’nin insan hakları anlayışı ve bölgede yaşananlar kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bir kez daha sorgulanmaktadır. Masum sivillerin ve çocukların sadece şüphe üzerine tutuklanmadan, sorgulanmadan ve yargılanmadan taarruz helikopterleri ile vurulma görüntüleri ana haber bültenlerine düşmüş ve bu söylemlerin inandırıcılığını yitirmesine sebep olmuştur.

195

ABD Başkanı Bush’un 6 Mart 2003 tarihli basın toplantısı,