• Sonuç bulunamadı

3. BULGULAR VE YORUM

3.3. İşbirlikçi Hükümetlerin Kurulması

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa devletlerinin, günümüzde ise ABD’nin bölge ülkeleri ile Orta Doğu politikaları doğrultusunda işbirliği yapmakta oldukları görülmektedir. Bu sayede hem bu ülkelerin içişlerine doğrudan müdahale

228

“PKK-ABD görüşmelerini Ecevit de doğruladı: BİLİYORDUK!”, Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/2003/01/24/guncel/agun.html, (30.04.2010).

229

Osman Pamukoğlu, “Unutulanlar Dışında Yeni Bir şey Yok”, İnkılâp Yayınevi, İstanbul 2004, s. 134.

etmeme prensibine riayet ettikleri izlenimini verdikleri hem de politikalarını bu hükümetler üzerinden daha ucuza yürütme olanağı buldukları görülmektedir.

Avrupa devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrasında Padişah ve İstanbul Hükümetleri ile işbirliği yaparak her taleplerini yerine getirttikleri görülmektedir. Örneğin, Avrupa devletlerinin isteklerini yerine getirmeyip Avrupa devletlerinin aleyhinde hareket edenler görevden alınıp tutuklanmışlardır. Bu durumun ilerleyerek bölgesel yöneticilerin değişmesine ve hatta Avrupa devletleri aleyhinde yayın yapan yerel gazetelerin kapatılmasına ve müdürlerinin mahkemeye sevk edilmesine kadar vardırıldığı görülmektedir230. İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb, Londra'ya gönderdiği bir raporda bu konu ile ilgili şu değerlendirmede bulunmuştur:

"Yeni Hükümet övünülecek bir çabayla yeniden tutuklamalara başladı. Bana göre, itaatli bir ata fazla antrenman yaptırıyoruz. Daha fazla adam tutuklarsak bu Hükümet istifa eder. Daha iyisini de bulamayız. Başbakan her valiye bir İngiliz danışman atamak istiyor, bizi mahcup ediyorlar231.”

Avrupalı devletlerin, Ankara’da kurulacak olan ve halkın temsil edileceği yeni bir hükümet kurma çalışmalarına karşın İstanbul Hükümeti’nden sağladığı avantajı kaybetmemek için çaba sarf ettikleri bilinmektedir. Bu çabalar kapsamında Avrupalı devletler İstanbul Hükümeti’ne çeşitli yaptırımlar vasıtasıyla bazı komutanlarını önce İstanbul’a çağırtıp sonra tutuklattırdıkları görülmektedir. Bunun en belirgin örneği 1919 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’a dönmesinin İngilizler tarafından talep edilmesidir. Bu bağlamda Atatürk’ün İstanbul’a çağrılması işbirliğinin en belirgin ispatlarından biri olarak görülebilir232.

Osmanlı Devleti’nin son dönem padişahlarından olan Sultan Vahdettin’in de Avrupalı devletler ile barış Anlaşması yapabilmek için yakınlaşmanın gerekliliğine

230

Mehmet Okur , “İtilaf Devletlerinin İstanbul’daki Faaliyetleri, Osmanlı Hükümetleri Üzerindeki Baskıları ve Hükümetlerin Tutumu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003, s.1113.

231

Mehmet Okur ,a.g.e., s. 1120.

232

Sina Akşin, “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele”, Cilt 1, 2.Baskı, Kültür Yayınları, İstanbul 2004, s. 356.

inandığı görülmektedir233. Bu nedenle mevcut hükümet yerine kendisinin ve Avrupalı devletlerin direktifleri doğrultusunda hareket edecek bir hükümet kurdurmuştur234. Bu sayede Padişah ile Avrupalı devletlerin Milli Mücadeleye bakış açılarının paralellik taşıdığı görülmektedir. Sultan Vahdettin, İtilaf devletlerin yetkililerine Milli Mücadele ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir; “Onlar

asiler ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat ve Terakki Fırkası’nın yeniden ortaya çıkışıdır. Bunlar çeşitli isimler altında kendi egoistçe maksatları için bu memlekete hâkim olmaya çalışmışlardır. Bunlar sadece Bolşeviklerdir... Asileri yok etmesi için meşru hükümet desteklenmelidir235.” Orta Doğu’da bulunan diğer

hükümetlerin de Avrupalı manda rejimleri altında bulunmaları sebebiyle bölge üzerinde yürütülen politikalar ile paralel hareket ettikleri görülmektedir. Fakat Avrupalı devletlerin yeni kurulan Arap devletleri için yürüttükleri politikalar sonucunda bağımsızlık hareketlerinin yaşandığı da bilinmektedir.

Avrupalı devletler gibi ABD’nin de, üzerinde askeri egemenlik kurdukları hükümetler ile işbirliğinin dışında hiyerarşi yoluyla kurulmuş bir ilişki içerisinde olduklarına zaman zaman şahit olmaktayız. Hem Irak hem de Afganistan’da kurulmuş olan hükümetlerin meşruiyet kazanmalarının temelinde ABD’nin olduğu ve bu iki ülkenin ABD bilgisi dışında bir politika yürütemeyecekleri herkesçe bilinen bir gerçektir.

ABD’nin politikaları gerek Orta Doğu gerekse Doğu Avrupa çerçevesinde değerlendirildiğinde bu bölgeler üzerinde Batı yanlısı yönetimleri iktidar yapma şeklinde ilerlediği görülmektedir. Soğuk Savaş döneminde George Soros’ un Doğu Avrupa üzerine yoğunlaşması ve bölge ülkelerindeki komünist rejimlerin devrilmesinde doğrudan etkide bulunduğu görülmektedir. Doğu bloğuna mensup ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının direnişleri bu temel ile desteklenmiş olup ABD’de Kongre kararı ile kurulan Demokrasi için Ulusal Fon (National Endowment

233

Mehmet Okur, a.g.e., s.1122.

234

Sina Akşin, a.g.e., s. 70.

235

for Democracy-NED)’un bu kuruluşlara büyük destek sağladığı bilinmektedir236. 1989 yılında Çekoslovakya’da yapılan devrimin mimarlarından olan toplumsal oluşum Yurttaşlık Forumu’nun lideri Vaclav Havel’in devlet başkanı seçilmesi ve ardından NED Demokrasi Ödülü’nü alması ise dikkat çekicidir237.

ABD’nin yürüttüğü demokratikleştirme hareketinin Soğuk Savaş sonrasında önce Doğu Avrupa sonra Orta Asya bölgesinde hız kazandığı görülmektedir. Bu temelden hareketle ilk adımın Sırbistan’da atıldığı gözlemlenmektedir. İlerleyen dönemlerde ABD büyük elçiliği yapacak yöneticilerin 1996-1999 yılları arasında sivil toplum örgütlerinin organizasyonu ve finansmanı ile ilgili adımlar attığı bilinmektedir. Sırbistan’da Miloseviç’e karşı ayaklanan öğrenci örgütlerinin ABD destekli olduğu öne sürülmektedir238. Sivil toplum örgütlerinin desteklenmesi dışında yerel medyanın da kullanılması ile bölge halkı kitleler halinde yönlendirilebilmiştir. ABD destekleri ile bölge halkı bir yol boyunca ayaklanmaları sürdürmüş ve bu ayaklanmalar parlamentonun basılması ile sonuçlanmıştır. Böylece Sırbistan 21. yüzyıla ABD destekli bir hükümet ile girmiştir.

Çekoslovakya ve Sırbistan gibi ülkelerde yaşanan ABD destekli bir diğer devrim de 2005 yılında Kırgızistan’da yaşanmıştır. Bulunduğu bölgedeki ülkelerin aksine yer altı ve yerüstü kaynakları bakımından daha az kaynaklara sahip olan Kırgızistan’ın Afganistan ve Rusya’ ya yakın olması ve Çin ile de komşu olması sebebiyle ABD’nin ilgi alanı içinde olduğu düşünülmektedir239. ABD’nin bu ülkeyi hedef almasının sebebi, Kırgızistan devlet başkanının 11 Eylül sonrasında ABD’nin Orta Doğu politikalarını desteklememiş olması olarak gösterilmektedir. Kırgızistan’ın Bulunduğu bölgedeki diğer ülkelere nazaran daha demokratik bir duruş sergilemesine rağmen ABD’nin öncelikli olarak Kırgızistan üzerinde yoğunlaşıp bu ülkeyi demokratikleştirme çabasına girmesi düşündürücüdür.

236

Pınar Yürür, “Doğu Avrupa ve Balkanlarda Amerika Destekli Sivil Toplum Direnişleri”, http://joy.yasar.edu.tr/makale/no1_vol1/06_pinar_yurur.pdf, (19.04. 2010).

237

Mustafa Yıldırım, “Sivil Örümceğin Ağında”, 5.Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2005, s. 18.

238

Pınar Yürür, a.g.e., s. 72.

239

Yılmaz Bingöl, “Kırgızistan’ın ‘Renkli’ Devrimi: Demokrasiye Geçiş mi, Küresel Rekabet mi?”,

Ülkedeki yeni yönetime Rusya’nın temkinli yaklaşması ve buna karşın ABD’nin bu yönetimi desteklemesi yapılan devrimin nasıl bir nitelik taşıdığını ortaya koymaktadır. Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan devrimlerde olduğu gibi Kırgızistan’da yapılan devrimde de sivil toplum örgütlerinin üstlendiği rolün büyük olduğu görülmektedir. Bu sivil toplum örgütlerinin diğer ülkelerde yapılan devrimlerde kullandıkları broşürleri Kırgızistan’da kullanmak üzere Kırgızcaya çevirmiş olmaları dikkat çekicidir240.

Avrasya bölgesinde yapılan bu devrimler göz önüne alındığında hepsinin bir paralellik arz ettiği ve temelde hep aynı güç tarafından kontrol edildiği izlenimi verdiğini söylemek çok şüpheci bir yaklaşım olmasa gerek yapılan devrimlerin genel özellikleri incelendiğinde mevcut yönetime muhalif kesimin desteklendiği, muhalefeti etrafında toplayacak ortak değerlere sahip bir yönetim oluşturulduğu ve yönetici adayının çarpıcı slogan ve semboller ile desteklendiği görülmektedir. Bu bağlamda kamuoyunu bu devrime hazırlamak amaçlı mevcut iktidarın devrilmekte olduğunu gösteren anketlerin medya organları aracılığıyla halka sunularak kitleler etki altına alınmıştır. Sivil toplum örgütleri halkın sesini meydanlarda duyuracak gençleri eğitmektedir. Belirlenmiş bir program dâhilinde yapılan bu faaliyetlerin ABD tarafından sivil kuruluşlar vasıtasıyla dolaylı olarak kontrol edilmekte olduğu görülmektedir. Böylece ABD’nin hiçbir yükümlülük altına girmeden bu ülkelerin iç işlerine müdahale imkânı bulduğu aşikardır.

Aynı dönemde bölgede birçok ülkede aynı anda, bir düğmeye basılmış gibi ortaya çıkıveren "Kadife Devrim", "Turuncu Devrim" gibi hareketlerin benzeri, Gürcistan'da da, tarihin en önemli devlet adamlarından ve birçok uzman tarafından stratejik deha olarak tanımlanan Şevardnadze'ye karşı ortaya çıktı. Bunun sonucunda Gül Devrimi adıyla anılan barışçı halk hareketinin baskılarına dayanamayan Şevardnadze istifa etti; 4 Ocak 2004'te yapılan seçimlerde devlet başkanlığı koltuğuna ABD ve Avrupa ülkelerinin büyük desteğini arkasına almış olan Saakaşvili oturdu.

240

Ekim-Kasım 2007'de muhalefet partilerin yönetime karşı ortaklaşa kitlesel gösteriler yapması ve başkent Tiflis'teki mitingin 7 Kasım’da güç kullanılarak dağıtılmasının ardından Saakaşvili, görevinin dolmasına daha bir yıl varken devlet başkanlığından istifa etti. 5 Ocak 2008'de yapılan devlet başkanlığı seçimlerini ilk turda yüzde 53 oy oranıyla kazanan Saakaşvili yeniden bu göreve seçildi.

ABD’nin bölgedeki fakir ülkelerin toplumsal sorunlarını irdeleyerek işbirliği yapamadığı yönetimleri devirip bunların yerine ABD çıkarları paralelinde hareket edecek yönetimleri kurduğu veya kurdurduğu görülmektedir. Bu temelden hareketle ABD’nin tam manasıyla demokrasi getirmek yerine kendi çıkarları için bir oluşumun peşinde olduğu söylenebilir. Sonuç olarak, Orta Doğu’da yükselen ABD karşıtlığının da bölgede kurulacak olan demokratik yönetimleri etkilemesi sürpriz olmayacaktır.

3.4. Stratejik Öneme Sahip Bölgeler ve Politikalardaki