• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: DEMOKRASİNİN KURUMSALLAŞMASI

1.2. Demokrasinin Kurumsallaşması ve Temel Yaklaşımlar

1.2.2. Demokrasinin Kurumsallaşmasıyla İlgili Temel Yaklaşımlar

1.2.1.1. Siyasal Kurumlar ve Siyasal Kurumsallaşma

Geçmişte ve günümüzde bir çok yazar demokrasinin kurumsallaşmasında siyasal kurumları merkezi ilgi odağı haline getirmişlerdir. Dahl, Huntington, Przeworski ve O’Donnell gibi daha birçok siyaset bilimci, demokrasinin istikrar kazanması ve yerleşik bir geleneğe dönüşmesinde siyasal kurumlara hayati bir rol yüklemişlerdir. Dahl, “bir ülkenin demokratik olarak yönetilmesi için... en azından ideal demokrasinin kriterlerine tamamen olmasa da çoğunlukla uyacak belirli politik düzenlemelere, uygulamalara ya da kurumlara sahip” (Dahl, 2001:87) olunması gerektiğini vurgulamıştır.1 Dahl’a göre, geniş ölçekli bir demokrasinin var olması ve demokratik hedeflere önemli ölçüde ulaşılması için modern temsili demokrasinin şu altı siyasi kuruma ihtiyacı vardır:

1 Dahl, politik düzenlemelerin, “demokratik olmayan bir yönetimden yeni çıkan” ülkelerde geçici olabileceğini, uygulamaların daha sağlam ve alışılmış olduğunu, kurumların ise, uzun bir sürede nesilden nesile geçerek kurumsallaştıklarını vurgular. “Bir ülkede demokratik olmayan yönetimden demokratik yönetime geçerken ilk baştaki demokratik düzenlemeler aşamalı olarak uygulamalara, bunlar da zamanla oturmuş kurumlara dönüş”mektedir (Dahl, 2001:87-88).

Bunlar; seçimle belirlenmiş memurlar, özgür, adil ve sık sık yapılan seçimler, ifade özgürlüğü, alternatif bilgilenme kaynakları, kurumsal özerklik ve bütün yetişkinlerin sisteme dahil edilmesidir. “Bunlar demokratik bir ülke için gerçekleşmesi gereken minimum şartlardır” (Dahl, 2001:88-89). Bu kurumların demokrasilerdeki rolleri; halkın yönetime ve politik hayata geniş biçimde katılımı ve etkin rol alması, gündemin kontrolü, oy kullanma eşitliği ve bilgilenme gibi, bazı demokratik kriterleri yerine getirmektir (Dahl, 2001: 96). Böylece Dahl, siyasal kurumları demokrasinin kurumsallaşması için asgari şartlar olarak değerlendirmiştir.

Bazı düşünürler (Alexander, 2001: 249-250) ise, siyasal kurumların demokratikleşme sürecinde stratejik etkileşim ortamı kurmaları ve demokratik pekişmenin öngörülebilirliğine katkılarına bağlı olarak iki önemli rol oynadıkları üzerinde durmuşlardır. Bunlara göre, siyasal kurumlar demokratikleşme sürecinde hem politik riskleri azaltmakta, geniş politik grupları işbirliğine yönlendirmekte, hem de bu süreçte katılımcılara öngörülebilir istikrarlı bir platform sağlamaktadırlar. Fakat demokrasinin pekişmesinde kesin, sonuca götürücü bir rol oynamamaktadırlar.

Adam Przeworski ise, demokrasinin kurumsallaşmasını koşullarla kurumların etkileşiminde görmüştür. Yine, Przeworski’ye göre, demokrasinin kurumsallaşması bir anlamda; siyasal gücün kişilerden ve gruplardan demokratik kurumlara geçmesi demektir (Przeworski, 1995:71). Özellikle, siyasal gücü, barışçıl yoldan el değiştirmenin yerleşmesi, silahlı güçlerin iç baskı unsuru olmaktan çıkarılıp sivil denetime alınabilmesi, önemli siyasal güçlerin kendi değer ve çıkarlarını maksimize etmek için rekabet edebildikleri bir kurumsal çerçevenin varlığı demokrasiyi pekiştirmektedir (Przeworski, 1995:64-93).

O’Donnell ise, “ikinci geçişi” yani, demokrasinin kurumsallaşmasını, kesin olarak, kurum1 inşasının başarı ya da başarısızlığına bağlar. Çünkü, güçlü siyasal kurumlar, siyasal gücün değişiminde, siyasal istikrarda, ekonomik başarılarda ve önemli karar noktalarında hayati bir rol oynamaktadırlar. Özetle; çağdaş ve karmaşık toplumlarda demokratik siyasal kurumlar, toplumdaki farklı eğilimleri, çıkarları, kimlikleri organize eden, yapısal faktörlere, bireylere, çeşitli gruplara farklı açılımlar sağlayan çok önemli aracılardır (O’Donnell, 1993:4-7).

1 Kurumlar, etkileşimi düzenleyen biçimler (modeller), pratikler, düzenli kabuller olarak ele alınmaktadır. Temel rolleri; etkileşimi belli usuller ve formal ya da informal normlar dahilinde gerçekleşmesini sağlıyor olmalarıdır (O’Donnell, 1993:5).

Bununla birlikte, siyasal kurumları merkeze alan bu yaklaşımlar arasında en popüler olanı, Huntington’un “siyasal kurumsallaşma” tezidir. “Yerleşmiş, muteber ve tekrar gören davranış kalıplarını” kurum1 olarak betimleyen yazar, siyasal kurumlaşmayı ise, “örgütlerle usullerin itibar ve istikrar kazanmaları süreci” (Huntington, 1965-1966:65) olarak tanımlamaktadır. Burada kurum kavramı, daha çok biçimsel bir yapı, kurumsallaşma ise, bir çeşit sosyalleşme anlamında ele alınmaktadır. Huntington 1960’larda, özellikle, gelişmekte olan ülkelerde siyasal gelişme ve demokrasi için siyasal kurumlaşmayı anahtar kavram olarak kullanır.

Huntington, siyasal gelişimle meşgul olan düşünürlerin bir kısmının, siyasal gelişmeyi, rasyonelleşme2, ulusal bütünleşme ve demokratlaşma olarak algıladığını,3 bir kısmının da, modernleşme süreçlerine bağlı olarak sosyal mobilizasyon (artan kentleşme, okur yazarlık, kişi başına düşen milli gelir, kitle iletişim araçları kullanım oranları gibi) ve artan siyasal katılma kavramları üzerinde odaklandıklarını, oysa ki, Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi, gelişmekte olan ülkelerinin siyasal sistemleri konusunda örgüt kurma ve siyasal kurumların gelişimine daha çok önem verilmesilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu ülkelerde hızlı modernleşmenin (yüksek mobilizasyon ve artan siyasal katılma) siyasal kurumları zayıf düşürdüğünü ve siyasal gelişim yerine siyasal bozulmaya yol açtığını vurgulamıştır (Huntington, 1965-1966: 55-64, 78-85).

Siyasal gelişmeyi, mobilizasyon ve katılma olarak incelemek yerine, modernleşmeden ayırarak, siyasal örgüt ve usullerin kurumlaşması biçiminde tanımlayan düşünür, siyasal gelişmişlik için her zaman yüksek bir modernleşme oranının gerekmediğini de belirtmiştir. Hindistan’ın, oldukça düşük olan modernleşme düzeyine (kişi başına düşen gelir, kentleşme oranı, okur yazarlık, sanayileşme) rağmen siyasal bakımdan gelişmiş,

1 Kurumlar, gelenek ve tecrübelerin ürünü olarak tarihi süreçte toplumsal bir ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıkan ve istikrarlı sosyal ilişkiler düzeni kuran, sürekli ve formal yapılardır. Bu yapıları Fichter, kültür normlarının yerleşmiş, belli ve sürekli tatmin yolları, ihtiyaçları karşılama biçim ve metotları olarak değerlendirmektedir (Fichter, 1992: 111). Douglass C. North ise, kurumları bir toplumda oynanan oyunun kuralları olarak tanımlamakta ve bu kuralların insanlar arasındaki etkileşimi biçimlendirdiğini vurgulamaktadır (North, 2002: 9). Kısaca, kurumları, istikrarlı sosyal ilişkiler düzeni kuran usul ve yöntemler ya da toplumda oynanan oyunun kuralları şeklinde tanımlayabiliriz.

2 “Rasyonalleşme, grupçuluktan evrenselliğe, yaygınlıktan özgüllüğe, doğum esasından başarı esasına ve duygusallıktan duygusal tarafsızlığa yönelme demektir” (Huntington, 1965-1966:57).

3 Fakat, modernleşme sürecindeki bir çok ülkede, “demokrasinin aşınması, otokratik askeri rejimler ve tek parti rejimleri yönünde bir eğilim göze çarpıyor. İstikrar yerine, birbirini izleyen hükümet darbeleri ve isyanlar müşahade ediliyor. Birleştirici bir milliyetçilik ve millet-kurma yerine, tekrarlı etnik çatışmalara ve iç savaşlara tesadüf olunuyor. Kurumsal rasyonelleşme ve farklılaşma yerine, çoğu zaman sömürge döneminden miras kalan yönetim örgütlerinin bozulması ve bağımsızlık mücadelesi sırasında gelişmiş siyasal örgütlerin zayıflayıp parçalanması olaylarına rastlanıyor... Buna karşılık, rasyonelleşme, yarışmacılık ve millet-kurma, gerçekle pek ilgili görünmüyor” (Huntington, 1965-1966: 62-63).

istikrarlı, etkin ve demokratik bir düzen kurabildiğini ifade etmiştir (Huntington, 1965-1966: 56, 82). Fakat ilginç olan Hindistan dışında bu biçimde demokrasinin kurulabildiği başka bir örnek de verilememektedir.

Kısaca, siyasal kurumlaşma; siyasal istikrar, etkinlik ve siyasal gelişim için hayati bir önem taşımaktadır. Demokrasinin kurumsallaşması için sosyal modernleşme hızı, siyasal katılma oranı ve siyasal kurumlaşma arasında bir denge kurulması gerekmektedir. Siyasal gelişmişlik ve demokrasi, güçlü, etkin ve saygın siyasal kurumlar geliştirmeye bağlıdır. “Etkin siyasal kurumların varlığı, istikrarlı ve netice itibariyle demokratik bir hükümetin gelişmesi için gerekli ve aynı zamanda kendini besler bir ekonomik gelişmenin ön şartıdır” (Huntington, 1965-1966: 93).

Bununla birlikte, “siyasal kurumsallaşma demokratik pekişmenin yalnızca önemli bir bileşeni olarak görülmelidir.” Bu da, “kurumsallaşmış davranış kalıpları gerçek anlamda demokratik olduğu oranda doğrudur.” Şayet böyle değilse, seçilmemiş görevliler geniş bir vesayet yetkisine sahip ya da “halkın bir kısmının temel haklarına saygı etkin bir şekilde gösterilmiyorsa, kurumsallaşma olumsuz bir karakter taşıyabilir... demokratik pekişmeye değil, tersine ondan uzaklaşmaya neden” olabilir (Özbudun, 2003:9).

Öte yandan, Huntington, kurumların gelişip olgunlaşmaları kadar, bozulup parçalanmalarının da mümkünlüğü üzerinde durmuştur. Burada, geleneksel, geçiş halinde ya da modern olarak algıladığımız toplumlardaki sosyal modernleşme süreçleriyle siyasi yapıların kuvvet, istikrar ve zayıflıkları arasındaki ilişki önemli rol oynamaktadır. Huntington’a göre, “siyasal örgüt ve usullerin kuvveti, bunların destekleniş alanlarına ve kurumlaşma düzeylerine göre değişir.” Destekleniş alanından kasıt, siyasal örgüt ve usullerin toplum faaliyetlerini ne ölçüde etkiledikleri veya kapsadıklarıdır. Küçük “bir üst sınıf, siyasal örgütleri tekeli altında bulunduruyor(sa)… bu alan dar demektir. Tersine, halkın büyük kısmı siyasal bakımdan örgütlenmiş olup, siyasal usuller uyarınca hareket ediyorsa alan geniştir” (Huntington, 1965-66: 65).

Huntington için, “bir siyasal sistemin kurumlaşma düzeyi, o sistemdeki örgüt ve usullerin uyarlanabilirliği, karmaşıkşığı, özerkliği, ve tutarlılığı ile ölçülebilir. Aynı şekilde belli bir örgüt veya usulün kurumlaşma düzeyi de, onun uyarlanabilirliği, karmaşıklığı, özerkliği ve tutarlılığı ile ölçülebilir. Bu kriterleri belirtip ölçebilirsek, siyasal sistemleri kurumlaşma düzeyleri açısından mukayese edebiliriz” (Huntington, 1965-1966:65).

Bir siyasal sistemdeki örgüt ve kurumlar ne kadar uyarlanabilirse sistem o kadar kurumsallaşmış demektir. Siyasal sistemdeki örgüt ve usullerin çevrelerindeki değişmelere uyum sağlayarak olgunlaşmaları ve temel fonksiyonlarını bir kaç defa değiştirebilmeleri kurumsallaştıklarının göstergeleridir. Diğer bir ifadeyle, örgütler veya usuller tarihi süreçte kaç farklı kuşağa ve fonksiyona adapte olmuşlar ve de problemler karşısında kendilerini dönüştürerek çözüm bulma kapasitelerini sürdürmüşlerse o kadar kurumsallaşmışlardır. Örneğin, “bir örgüt kendi içinde iktidarın barışçı yoldan intikali problemini kaç kere çözmüş ve bir liderler takımı yerine bir başkasını geçirebilmişse kurumsallaşma düzeyi o kadar yüksektir” (Huntington, 1965-1966: 67).

Yine, dayandığı seçim çevresini genişletebilen ve muhalefetten iktidara geçebilen bir parti, bu süreçleri yaşamayan bir partiye göre daha fazla kurumsallaşmıştır. “Değişen fonksiyonlara başarıyla uyarlanabilen bir hükümet organının” (Huntington, 1965-1966: 70-71) durumu da, aynı şekilde değerlendirilebilir. Siyasal sistemin karmaşıklığı ise, örgütsel ve fonksiyonel anlamda gelişmeyi, genişlemeyi ve farklılaşmayı ifade etmektedir.Huntington, en istikrarsız ve en çabuk yozlaşan sistemleri, basit ve tek kişiye dayanan hükümet sistemleri, en istikrarlı olanları ise, ABD’de olduğu gibi, karmaşık, gelişmiş ve sorunların çözümünde pek çok farklı alternatif kuruma sahip olan sistemler şeklinde tanımlamaktadır (Huntington, 1965-1966: 71-73).

Özerklik ise, belli sosyal grupların menfaatlerini ifade etme araçlarından ibaret olmayan siyasal örgüt ve usullerin gelişmesi anlamında kullanılmaktadır.1 Öte yandan, siyasal sistemin ve siyasal kurumların otorite ve tuttarlılığı da siyasal kurumlaşmanın bir diğer boyutudur. Tutarlılık, siyasal örgütlerin ve kurumların belli bir disipline, konsensusa, kollektif ruha ve asgari müştereklere sahip olmasını ifade etmektedir. Bu kriterler ne kadar yüksekse, siyasal sistemlerin kurumlaşma düzeyleri de o kadar yüksektir. Bu ölçütlerin yüksekliği siyasal sistemlere etkinlik, saygınlık, güç ve prestij kazandırmaktadır (Huntington, 1965-1966: 66-76).

Öte yandan, Huntington daha sonra meşhur “Üçüncü Dalga” adlı çalışmasında ise, demokrasinin gelişme ve kurumlaşmasının temelini, siyasal kurumlaşma yanında, meşruiyet, performans, belli düzeyde ekonomik gelişme, güçlü bir orta sınıf, adil bir gelir

1 Huntington’a göre, eğer “bir ülkede siyasal iktidar sahipleri birkaç asker tarafından devrilebiliyor veya birkaç dolarla satın alınabiliyorsa, örgüt ve usuller özerklikten yoksundur” ve soysuzlaşmıştır (Huntington, 1965-1966:74).

dağılımı, kültürel ve dinsel faktörler gibi unsurlarda görmüştür. Sonuç olarak, etkin ve güçlü siyasal kurumlar en azından minimal ya da biçimsel demokrasinin pekişmesi için hayati bir rol oynamaktadırlar. Özellikle de ulusal parlamentolar, yerel meclisler, seçimler, siyasal partiler ve yürütme organları demokrasinin pekişmesinde temel siyasal kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır.