• Sonuç bulunamadı

1.3. Sinema ve Değerler

1.3.1. Sinemadan Anlam Çıkarmak

Sinemayı da en nihayetinde bir hikaye anlatma biçimi olarak görmek mümkündür. Bu nedenle eğitimde hikayenin kullanımı ile ilgili bazı hususlara değinmekte fayda görmekteyiz. Hikaye, kişisel ve ruhsal gelişimde oldukça önemli bir

rol üstlenmektedir. Okumuşlar’ın (Okumuşlar, 2006, s. 237) belirttiği gibi hikayenin anlam iletmedeki rolü sosyoloji, edebiyat, tarih, antropoloji, teoloji ve dini öğretiler gibi sosyal bilimlerin hemen her alanında dikkate alınmaktadır.

Din eğitimi ve öğretiminde hikayenin kullanılması ilk başta Kur’an’ın bir yöntemi olması açısından çokça önemlidir. Diğer taraftan bu yöntem Müslüman-Türk geleneğinde kuşaklararası bir iletişim türü olarak kullanılagelmiştir.

Hikaye, Özbek’in (Özbek, 1994, s. 189) de değindiği gibi, eğitimde çok önemli

olan örnek alma ve özdeşleşmenin sağlanması için en uygun araçlardandır. Hikaye ile

bireyi belli bir sitüasyon karşısında tavır almaya yöneltme tekniği ise ilk kez Piaget tarafından kullanılmıştır (Güngör, 2000, s. 88). Bu durumda hikayenin çocuklar üzerindeki etkisinin, sadece dinleme ve anlatma ile de sınırlı olmadığı söylenebilir. Bunların devamı niteliğinde olan taklit de günlük hayatta hikayede öğrenilen söz, fiil ve davranışların yansıması olarak görülecektir. Bu tutum çocuklar için daha belirgin olsa da hikaye yalnızca çocuk eğitiminde değil, yetişkin eğitiminde de önemlidir (Özbek, 1994, s. 188). Kur’an kıssaları bunun en güzel örneğidir. Yine Hz. Peygamber’in olayları anlatırken kullandığı kıssalar da yetişkin eğitiminde de kıssanın önemini göstermektedir.

Bir konunun soyut bir şekilde anlatımı ya da soyut bir kavramın anlatımı, özellikle gelişim dönemlerine göre henüz soyut işlemleri anlama kapasitesine gelmemiş kişiler için öğrenmeyi zorlaştıracaktır. Hikayenin bir diğer işlevi de bu soyut anlatımların somutlaştırılmasına ve dolayısıyla kolaylaştırılmasına yaptığı katkıdır (Okumuşlar, 2006, s. 237). Sözgelimi Allah’ın varlığını tabiattan alınan örneklerle açıklayan hikayeler, çocukların bazı soyut konuları kavramalarına yardımcı olacaktır. Doğadaki güzellik, ahenk ve uyum Yaratıcının varlığını hissetmeye, O’na yakınlaşma ve Onunla iletişim kurma arzusuna sebep olacaktır (Pakdemirli, 2011, s. 166).

Edebi eserler yapısı gereği, özdeşleşme sağlamaktadır. Hikayeyi okuyan, dinleyen ya da seyreden kişi hikayedeki bir kahramanı da rol model olarak belirlemektedir. Hikayede rol model alınan kişinin davranışları, sözleri, yapıp etmeleri gündelik yaşamda da kişiye yol gösterebilmektedir (Okumuşlar, 2006, s. 240). Hikayelerde özdeşleşmenin sağladığı psikolojik yön de bazen teselli bulmanın bazen başarmanın bazen iyi olmaya çalışmanın imkanlarını sunacaktır. İnsan duygularının olumlu şekilde temsil edildiği her hikaye için bu durum geçerli olmaktadır. Hikayede

tahayyül gücünün beslenmesi de böyle bir eğitimin önemli olduğu bir diğer alandır (Özbek, 1994, s. 190).

Modelleyerek veya gözleyerek öğrenme en hızlı öğrenme şekillerindendir ve çocuk tarafından da sıklıkla kullanılmaktadır. Ama burada çocuğun gördüğünü ayırt etmeden modelleyebileceği de unutulmamalıdır (Önder, 2013, s. 1295). Bu da başta aile olmak üzere tüm eğitimcilerin iyi rol model olma/sunma zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Aynı şekilde hikaye kahramanlarının da okuyan, dinleyen veya izleyene model teşkil ettiği unutulmamalıdır. Bu nedenle Fersahoğlu’nun (Fersahoğlu, Din Eğitimi ve Öğretiminde Bir İletişim Yöntemi Olarak Hikâye, 2003, s. 127) ifade ettiği gibi hikaye kahramanlarının gerçek hayattan alınmış olması, olağanüstülüklerden uzak olması, güncel olması, doğal olması, kültürel anlamda yerli olması ekstra önem arz etmektedir.

Sinema, başkalarının yaşamlarına katılmaya ve onlar gibi olmaya, onları anlamaya hikayeden daha fazla imkan tanır. Hatta özdeşleşme, sinemanın ortaya çıkardığı ve teşvik ettiği en önemli fenomendir. Seyirci, kendisini karakterlere dahil etme eğilimindedir. Genelde erkekler erkek karakterle, kadınlar kadın karakterle yaşılar olgun karakterlerle özdeşim kurma eğilimindedir. İzleyicinin özdeşim kurduğu karakter bir fahişe yahut bir serseri de olabilir. Siyah beyazla, beyaz siyahla özdeşim kurabilir (Morin, 2005, s. 103-106).

Binlerce kelime kullanarak anlatacağımız bir kavramı, duyguyu, fikri belki anlatımın etki gücünden daha fazlasıyla bazen bir tek resim ifade edebilir. Bu anlamda bir resim bin kelimeye bedeldir. Peki, 24 kare fotoğraftan oluşan bir saniyellik görüntü kaç kelimeye bedeldir? Ya da insanın yüreğine dokunan birkaç saniyelik bir sahneyi anlatmak mümkün müdür? Bazen bir bakış, bir tavır, bir tebessüm davranış, duygu ve tutumlarımıza tesir edebilir. Bize tesir eden, bizi değiştiren kendisini unutup bize nasihat edenin nasihati değil, bizi unutup erdemini yaşayan kahramanın davranışıdır (Yorulmaz, Perdeden Gönüllere Din Eğitiminde Kullanılabilecek Seçme Videolar, 2013a, s. 11).

Günümüz şartlarında değerler eğitiminin sadece okul programları ile yürütülmesi mümkün görünmemektedir. Ailenin, arkadaş çevresinin, medyanın toplumsal değerlere sahip çıkması adeta bir zorunluluk halini almıştır. Kitle iletişim araçlarının arkadaş ve hatta zaman zaman ailenin yerini almaya başlaması medyanın

değerler eğitimindeki rolünü daha belirgin kılmaktadır (Yazıcı & Kubilay, 2016, s. 142). Bu noktada hem kitle iletişimi hem medya okuryazarlığı hem de dini medya okuryazarlığı kavramlarının din ve değer eğitimi için önemi ortaya çıkmaktadır.

İşte bu noktada, alternatif bir imkan da sinema olabilir. Sinema, modernleşme

sürecinin bir parçası ama aynı zamanda bir tebliğ aracıdır (Yalsızuçanlar, Yeşilçam'dan Bugüne, 2008, s. 132). Filmler kitap gibi okunmaz. Görülür, duyulur, içe aktarılır. Görüntüler sadece akla değil duyulara da seslenir. Böylece filmdeki olaylarla sadece zihinsel değil duygusal olarak da bir bağ kurulur. Bu ise sinemanın insanlar üzerindeki etkisini artırmaktadır (Yorulmaz, Sinema ve Din Eğitimi, 2013b, s. 107). Bu yönüyle sinema, insanı kolaylıkla kendi hakikatine, hata ve doğrularına iletebilir (Sargut, 2008, s. 86).

Medyanın etki gücüne rağmen yine de medyanın baştan sona iyi ve ahlaklı olduğu bir varsayımda bile izleyenlerini hemen ve kalıcı olarak iyi ve ahlaklı kılacağı elbette söylenemez. Işık’ın (Işık, 2013, s. 185) değindiği gibi doğada güzel ya da sanatta güzelin, bu güzeli temaşa etmenin, dinlemenin, okumanın her insanda çok iyi etkiler bırakacağı, o güzelle karşılaşan herkesin ahlakını güzelleştireceği ya da iyileştireceğini söylemek elbette mümkün değildir. Hatta bir kimse estetik bir değer uğruna ahlaki bir değeri yok sayabilir. Örneğin Benvenito Cellini Davut ve Goliat’ın kavgalarından sonra Davut’un Goliat’ı öldürdüğü heykelini tamamlayabilmek için bir adam öldürmüştü. Bu davranışı, onun heykelini estetik açıdan mükemmel kılsa da ahlaki açıdan böyle bir şeyin kabul edilebilir olması mümkün değildir (Ülken, Bilgi ve Değer, 2001, s. 321). Ancak böyle bir örnek medyanın gücünü hafife almayı değil de iyi ya da kötü örneklerin bireysel olarak farklı etkilere sebep olabileceği şeklinde anlaşıldığında daha isabetli olacaktır. Nitekim peygamberlerin bile herkesi hidayete erdiremediği düşünülürse herhangi bir araçtan daha fazlasını beklemek de yersiz olacaktır.

Sinema, bireyler üzerindeki etkisinin yanı sıra toplum üzerinde de büyük bir güce sahiptir. Görsellikleri ile insanlar üzerinde gerçeklik duygusu uyandıran filmler, kişilerin davranışlarını yönlendirebilmektedirler. İnsanların giyim-kuşamlarını, dünyaya bakışlarını etkileyebilmekte, hatta zayıf karakterli insanları şiddete sevk edebilmektedirler. Filmlerden etkilenerek işlenen birçok cinayet bu durumu ortaya

koymaktadır. Sinema benzer şekilde toplumu da yavaş ama kalıcı bir şekilde yönlendirmektedir. Sinemanın insan ve toplum üzerindeki bu büyük etki gücü onu din eğitimi açısından hem büyük bir araç hem de büyük bir tehlike olarak ortaya koymaktadır. Bu bakımdan sinemanın insan ve toplum üzerindeki etki gücü iyi analiz edilmeli ve sinemayı din eğitimine yardımcı bir araç olarak kullanmanın yolları bulunmalıdır (Yorulmaz, Sinema ve Din Eğitimi, 2013b, s. 105). Berger (Berger, 2018, s. 115) de insanların sahip oldukları değerler, davranışlarını etkilediği için kitle iletişiminde canlandırılan karakterlerin gösterdikleri değerlerin farkında olmak ve bu değerlerin topluma ne sunduğuna bakmak gerektiğini ifade etmektedir.

Batı’nın Müslümanlara ve İslam dinine karşı duyduğu nefret ve düşmanlığın kökeni eski olsa da günümüzde medya aracılığı ile etkisi artırılarak devam etmektedir. Müslümanların kötü gösterildiği, terörist ilan edildiği İslamofobik filmlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Sinemaya bu kadar önem verilmesi onun diğer medya araçlarından daha kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır (Kutlu, 2019, s. 288).

İslamofobinin artmasında sinemanın rolü aynı zamanda sinemanın toplum üzerindeki

etki gücünü gösteren iyi bir örnektir.

Sinema filmleri insan psikolojisini yalnızca olumsuz yönde etkilememekte, onun büyüsü insanlara faydalı şekilde de kullanılabilmektedir. Günümüzde “Sinema- terapi/Film-terapi” adı verilen yöntemlerle psikolojik rahatsızlıkları olan insanlar tedavi edilebilmektedir. Bu yöntemde psikolojik rahatsızlığı olan kişilere hastalıkları ile ilgili filmler izletip film üzerinde konuşarak terapi uygulanmakta ve olumlu sonuçlar elde edilebilmektedir (Yorulmaz, Sinema ve Din Eğitimi, 2013b, s. 109, 110).