• Sonuç bulunamadı

2.2. İran Sineması

2.2.1. Devrim Öncesi

Aydınlanma Çağı’nın fikirleri, sömürge Hindistan’dan Japonya’ya, Çin’e, 1905 Devrimi’yle köylülerin özgürlüğe kavuştuğu Rusya’dan, Osmanlı Hanedanlığını sarsan 1908 Jön-Türk hareketine kadar tüm Asya’yı etkisi altına almıştır. Aynı durum

ulemasının bütün karşı çıkışlarına rağmen halk tarafından ilgiyle karşılanmıştır (Kanat, 2006, s. 14, 15).

Esasen Ortadoğu’da ilk film gösterimlerinin çoğu yabancılar için ve yabancılar tarafından düzenlenmiştir. Bunda modernleşmeye karşı olan geleneksel yapıların sinemaya kuşku ile yaklaşmışları oldukça etkili olmuştur. Bundan dolayı yapılan ilk filmler genelde bu coğrafyadaki azınlıklar tarafından gerçekleştirilmiştir. İran sineması da bu şekilde başlamıştır (Güler H. , 2006, s. 46).

İran sinemasının ilk filmi konusunda çeşitli görüşler vardır. Kimileri

Muzafferüddin Şah’ın fotoğrafçısı Mirza İbrahim Han Akkasbaşı’nın 1900’de çektiği görüntülerin ilk film olduğunu söylese de kimileri 1930’da çekilen Ovanes Oganyan’ın kurgusal eseri Abi Rabi’yi başlangıç olarak kabul etmektedir (Tapper, 2007, s. 4). Aslında Akkasbaşı’nın gösterisinin, ilk film olarak kabul edilen Lumiere Kardeşler’in gösterisinden çok da farklı olmadığı düşünülürse İran sinemasını Akkasbaşı ile başlatmak mümkün görünmektedir. Pour’a (Pour, Tarihsel Gelişimin Işığında İran Sineması, 2007, s. 28) göre ise Abi Rabi, İran’ın uzun metrajlı ilk filmi olarak kabul edilmelidir.

İran’da ilk film gösterimi ise 1904 yılı Eylül ayında, Antikacı İbrahim Han

Sahhafbaşı’nın Hindistan’dan getirdiği sinematograf ve projektör makinesi ile dükkanının arka bahçesinde izlettiği komedi filmleri ile gerçekleşmiştir. Sahhafbaşı aynı yıl halka açık ilk sinema salonunu da kurmuştur (Pour, Tarihsel Gelişimin Işığında İran Sineması, 2007, s. 23).

Çekimleri 1933 yılının Mart ayında başlayan Dohter-e Lor (Lor Kızı) Sepenta’nın ilk filmidir. Sepenta, bu filmin senaryosunu kendisi yazmış, aynı zamanda sanat yönetmenliğini de yapmıştır. İran’ın ilk sesli filmi de bu filmdir (Pour, Tarihsel Gelişimi İçerisinde İran Sinemasını Etkileyen Faktörler ve Günümüzdeki Durum, 2005, s. 20). Sepenta’nın bu filmi, Farsça seslendirilmiş ilk film olması nedeniyle, İran sinemasının gişe rekorları kıran ilk filmi olmuştur. Aynı zamanda bu filmde İranlı kadın oyuncular sinemada ilk kez yer almışlardır (Aktaş, 2005, s. 13).

İran sineması için pek çok açıdan önemli olan Lor Kızı gibi filmler halkta derin

etkiler bırakmış olsa da İran sineması uzun dönem film üretmemiş, sinemada dublajlı ithal filmler gösterilmiştir. Bunda 1920’lerde devreye giren sansür yasağı da etkili olmuştur. Ayrıca hem hükümet hem dini çevreler gösterime girecek filmlerde denetim

kurmak arzusunda olmuştur. Ancak 1950 ve 1960’lı yıllarda özellikle belgesel sinema alanında bazı gelişmeler meydana gelmiştir (Tapper, 2007, s. 4-6).

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise ithal filmler adeta ortalığı kaplarken yerli

yapımlara da hareket alanı kalmamıştı. Sosyal gerçekçi filmlerin de sansür gibi engellere takılmasıyla 1970’lerin başındaki “Yeni Dalga” akımına kadar kaliteli yapımların ortaya çıkışı büyük oranda engellenmiş oldu. Ucuz, kalitesiz melodramlar, izleyicinin yerli film talebini karşılıyordu. Bu durum, Hollywood başta olmak üzere yabancı filmlerin etkisinin giderek artmasına sebep oldu. Bununla birlikte, 1950’lerde sinemanın, henüz yeterince ilgi görmediğini de belirtmek gerekmektedir (Kanat, 2006, s. 15; Dabaşi, 2013, s. 17).

1950’lerin sonlarına gelindiğinde İtalyan Yeni Gerçekçiliğine ait filmlerin

İran’da gösterime girmesi İran filmlerini bu yönde etkilemiş, bu etki ilerleyen yıllarda

da gücünü yitirmemiştir (Pour, Tarihsel Gelişimin Işığında İran Sineması, 2007, s. 66). Bu gelişmelerin ardından 1969’da Daryuş Mehrcuyi’nin Gav (İnek) ve Mesud Kimyayi’nin Keyzar (Caesar) filmleri ile İran Yeni Dalga’sı adı verilen İran sanat sinemasının doğuşu gerçekleşmiştir. Füruğ Ferruhzad, İbrahim Gülistan, Beyzayi, Golam Hüseyin Saidi gibi fikir ve edebiyat alanında öne çıkan kimselerin de desteklemesi ile auteur vasıflı yönetmenler ortaya çıkmaya başlamıştır (Tapper, 2007, s. 4-6; Aktaş, 2005, s. 26).

“Yeni Akım” sinema, 1968-69 yıllarında 15 kadar yönetmenin, entelektüel ve ticari sinemayı birleştirerek ve İran edebiyatından destek alarak halkın görüşlerini de göz ardı etmeden oluşturdukları sinema olarak ifade etmektedir. “Yeni Akım” sinema ile film yapımında ve ticari sinemada olumlu gelişmeler meydana gelmeye başlamış ve devrimden önceki İran sinemasının belki de en parlak dönemi yaşanmıştır (Pour, Tarihsel Gelişimin Işığında İran Sineması, 2007, s. 84).

Öncülüklerinden dolayı Mehrcuyi ve Kimyayi, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin

İranlı uygulayıcıları olarak da anılmaktadırlar. Aynı süreçte Emir Naderi’nin Tangsir

(1973), Sohrab Şehide Sales’in Yek Ettefaq-e Sadeh (Basit Bir Hadise, 1973) ile birlikte Tabi’at-e bi-Jan (Cansız Tabiat, 1975) adlı filmleri de sosyal gerçekçi, düzen karşıtı özellikleriyle büyük ilgi uyandıran filmlerden olmuştur. Yine bu dönemde Behram Beyzayi’nin Garibeh va Meh (Yabancı ve Sis, 1974) ve Cherikeh Tara (Tara’nın Şarkısı, 1978) filmleri de İran mitolojisinin imgeleriyle günümüze

göndermelerde bulunan yetkin örnekler olarak dikkat çekmektedir (Kanat, 2006, s. 17).

1970’lerin ortasında genç sinemacıların oluşturdukları ‘Sinema-yı Azad’ (Özgür Sinema) ile Kültür Bakanlığı’nın gözetimindeki ‘Kanun’ diye de bilinen ‘Encümen-i Sinemayi Civani’ (Genç Sinema Kurulu) ve Şah’ın eşi Farah Diba’nın öncülüğünde düzenlenmeye başlanan Uluslararası Tahran Film Festivali (1972) İran sinemasının gelişiminde önemli rol oynamıştır. Perviz Kimyavi, Behram Beyzai ve Abbas Kiarostami gibi devrim sonrasının da usta yönetmenleri ilk filmlerini bu yıllarda çekmişlerdir. İran sinemasını bu yıllarda farklı kılan diğer bir özellik ise, Hacir Deryus, Behman Fermani ve Ferruh Gaffari gibi yurtdışında eğitim görmüş sinemacıların, Sadık Çübek, Mahmud Devletabadi, Hüsenk Gülsiri ve Sa’idi gibi yazarlarla kurdukları entelektüel ilişkidir. Bu durum da İran sinemasının gelişimine olumlu katkılar yapmıştır (Güler H. , 2006, s. 55).

Bu tabloda İran’da devrim öncesi sinemayı (1948-1979) ticari filmler, entelektüel filmler ve yeni akım olmak üzere üç ana kolda değerlendirmek mümkündür. Ticari filmler, aşk, melodram, müzikal gibi konuları işleyen içinde açık sahnelerin de yer aldığı yerli yapımların Film Farsi olarak adlandırıldığı filmlerdi. Bu filmler siyasi ve toplumsal bir görüşe de sahip değildi. Entelektüel filmler, genelde akademik eğitim alan yönetmenler eliyle ortaya konmuş, iyi ve kaliteli filmlerdi. Stil sahibi olan bu filmlerin günlük dilden uzak, avangard yapısı filmleri yalnızca entelektüel kesime ait hale getirdi. Yeni akım filmlerse yaklaşık 15 yönetmenin (Daryuş Mehrcui, Mesut Kimiyai, Behram Beyzayi, Ali Hatemi, Emir Nadiri, Hosro Heritaş, Nusret Karimi, Nasır Tegvai, Hajir Daryuş, Kamran Şirdel, Arbi Avanesyan, Bahman Fermanara) ticari ve entelektüel sinemayı birleştirerek herkese hitap edecek bir sinema oluşturma gayretlerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır (Pour, Tarihsel Gelişimi İçerisinde İran Sinemasını Etkileyen Faktörler ve Günümüzdeki Durum, 2005, s. 28-40). Önemli bir veri olarak Aktaş (Aktaş, 2005, s. 6, 7), Devrim’e kadar olan elli yıllık sürede yaklaşık 1300 film üretilen İran Sineması’nda, yüzde üçlük bir dilimin kültürel, sanatsal ve tarihsel açıdan kayda değer bulunduğunu aktarmaktadır.

İran’da sinemayla ilgili önemli hususlardan birisi de din adamlarının sinemaya

bakışıdır. Devrim öncesi sinema, din adamları tarafından haram olan sanatlardan birisi olarak görülmüştü. Bu nedenle dindar Müslümanlar sinemaya gitmeyi günah olarak

addediyorlardı. Devrimden hemen sonraki dönemde de bu anlayış devam etti (Dönmez-Colin, 2006, s. 57). Sinema Batı’dan gelen bir günah olarak değerlendiriliyor, “Sinema, diğer batılılaşma örnekleri gibi (tiyatro, dans ve aynı yerde kadın erkek birlikte yüzme) gençliğimizin ırzına geçiyor ve onların fazilet (erdem, namus) ve kahramanlıklarını boğuyor” diyerek reddediliyordu (Kanat, 2006, s. 18). Yine bu dönemde Müslümanlar sinemaya mesafeli durduğu için hatta sinema alimler tarafından haram olarak nitelendiği için İran’da sinemanın yaygınlaşması gayrimüslimlerin çabaları ile olmuştur (Aktaş, 2005, s. 9). İslam Devrimi’ne doğru evrilen süreçte ise sinema, çalışanları, üretenleri ve izleyenleriyle birlikte hedef alınmıştır. 1978’de, M. Kimyayi’nin Gaveznha (Geyikler, 1976) adlı filminin gösterildiği Rex Sineması’ndaki yangında 600 kişi ölmüş yine bu dönemde pek çok sinema salonu da yakılıp yıkılmıştır (Aktaş, 2005, s. 33).

Özetlemek gerekirse bu dönemde temalar klasik Fars şiirinden ödünç alınmaktaydı. Seyircide, modern bir toplum için bilinçaltı oluşturuluyordu. Nitekim

İran sinemasının ilk yılları devlet destekli modernleşme projesi ile aynı döneme denk

gelmektedir. Örneğin Lor Kızı filminin afişinde “Bu filmi gördüğünüzde, İran’ın geçmişteki haliyle bugünkü halini karşılaştırabilecek, Adil ve Mahir Hükümdar

Şehinşah Pehlevi döneminde gerçekleşen muazzam değişime ve ilerlemeye tanıklık

edeceksiniz” ifadeleri yer almaktadır (Dabaşi, 2013, s. 13). Bu durumda İran sinemasının ilk yılları, bu sanatın İran bağlamına oturtulmaya çalışıldığı dönemler olarak da ifade edilebilir.