• Sonuç bulunamadı

Ülkelerin kendi ulusal filmlerine ve yabancı filmlere uyguladıkları vergilendirme sistemi o ülkenin yapımcılığını, filmlerinin niteliğini, salonlarını, izleyicisini yönlendiren önemli bir unsurdur. Sektörü her anlamda ilgilendiren vergilendirme yönteminin dünya sinema sektöründe hangi şartlarla uygulandığı örneklerle anlatılmış olup, Türk sinemasında vergi sisteminin getirileri ve ulusal sinema oluşum sürecinde uygulanması gerekli görülen vergilendirme yöntemleri anlatılmaya çalışılmıştır.

Bununla birlikte yabancı filmlerin yerli filmlere kıyasla daha fazla yer aldığı salonlarda yerli filmlerin gösterim imkânı bulamayışı kimi zaman yabancı filmlerde kota uygulamalarını zorunlu kılınması konusu üzerinde durulmuş olup, yabancı filmlerin yerlileştirilmeye çalışıldığı dublaj uygulamalarının Türk Sinema sektöründe çalışanlar için yeni bir iş imkanı yarattığı konusu üzerinde durulmuştur.

1.8.1. Vergilendirme

Sinema sektörünü üretim ve nitelik bazında etkileyen unsurların başında vergi sistemi gelir. Ülkelerin kendi ulusal filmlerine ve yabancı filmlere uyguladıkları vergi sistemi, o ülkenin yapımcılığını, filmlerinin niteliklerini, salonlarını ve izleyicilerini yönlendiren önemli bir unsurdur. Devlet tarafından düzenlenen vergi sistemi yerli yapımlar ve yabancı yapımlar olmak üzere iki türlü kendini gösterir. Gösterim vergileri yanı sıra gümrük vergi oranı film sektörünü yönlendiren bir durumdur. Eğer bir ülke yabancı filmlerin vergi oranını yerli filmlerden daha düşük tutarsa salonlar yabancı film istilasına uğrar ve yerli filmler gösterim imkânı bulamaz. Bunun en açık örneği Amerikan Sinemasının, Fransız Sineması üzerindeki etkisinde görülmektedir.

Fransa’da1920’lerde endüstrinin dağıtım kesimi, sert bir meydan okumayla karşı kalmıştır. Amerikan şirketleri Paris’te kendi bürolarını açmış ya da Fransız dağıtımcılarla ittifaklarını güçlendirmişlerdir. 1920’de çok sayıda film şirketi Fransa’ya gelmiştir. Bu film

şirketleri ile özel dağıtım sözleşmeleri imzalanmıştır. Bu anlaşmaların böyle kolay gerçekleşmesinin nedeni sadece Amerikalıların ekonomik gücü değil, aynı zamanda Fransız hükümetinin Amerikan Filmlerine yüksek gümrük vergisi koyamaması ya da Fransız Filmleri karşısında Amerikan Filmlerinin sayısını bire bir sınırlayan bir kota sistemi yasası çıkaramamasıdır. Amerikan başarısı, Fransız Sinema endüstrisinin savaşta kaybedilen ihracat

pazarını yeniden kurmadaki başarısızlığıyla kesin bir karşıtlık içindedir (Nowell-Smith, 2008: 149).

Ülkeler kendi sinemalarını güçlendirebilmek için yerli film vergi oranlarını düşürmeli ve sinema sektörüne destek fonları ayırmalıdır.

Türkiye’de 1946’da çok partili hayata geçişle birlikte, 1948’deki vergi düzenlemesi ile bir yılda üretilen film sayısı 4-5’li rakamlardan 14-15’li rakamlara yükselmiştir. Bununla beraber filmlerden alınan belediye rüsumunun azaltılması, dünya savaşının sona ermesi, ekonomik ve teknolojik gelişmeyi sağlamıştır (Ormanlı, 2005: 42). Türkiye’de 1948 yılında belediyelerin aldığı temaşa vergisi kalkınca filmcilik kar getirir hale gelmiş ve daha çok film yapım şirketi kurulmaya başlamıştır. 1930-40 yılları arasında 15 uzun metrajlı film çekilirken, 1940-50 arasında bu sayı 60’a yükselmiştir (Erdoğan ve Solmaz, 2005: 111). Bu durum Türk sinemasının 1950-60’lardaki o görkemli gelişmesine zemin oluşturmuştur (Dorsay, 2004: 185).

Ülkemizde sinema sektöründe vergi uygulaması yapılmalıdır; ancak bu uygulama yerli film sektörünü destekleyici oranda olmalı ve alınan vergi miktarının yeniden sinema sektörüne dönüşü sağlanmalıdır. Bunu en güzel örneğini batıda görmekteyiz.

Batı’da da rüsum vardır. Ama hem %5 gibi sembolik bir oranda hem de bu para yerel yönetimlere verilmemekte, bir fonda toplanıp ulusal sinema endüstrisine kredi olarak geri dönmektedir. Örneğin; Fransa’da yalnızca yabancı filmlerden rüsum alınmakta, o da özerk bir kurumun denetiminde Fransız Filmlerine geri dönmektedir (Dorsay, 2004: 186). Sabahattin Çetin’in açıklamalarına göre; 1997 yılında yerli filmlerden alınan rüsum, yıllık sinema gelirlerinin yerli film seyircisi oranına bölünmesiyle, yılda 350 bin dolar gibi bir değer taşımaktadır.

Türkiye’de sinema bilet satışlarından alınan rüsum vergisinin büyük çoğunluğu Maliye Bakanlığı’nca alınmaktadır. Bakanlığın aldığı bu oran düşürülmeli filmlerden alınan rüsum mutlaka bir fonda toplanarak Türk Sinema sektörüne geri dönmelidir.

Vergi yüksek olunca filmlerin gösterim fiyatı da yükselecektir. Bilet fiyatlarında yapılan artış seyirciyi sinema salonlarından uzaklaştırır. Bu durumda vergi oranlarının düşük düzeyde tutulması ve alınan verginin sinema sektörüne geri dönüşü hem izleyiciyi salonlara taşır hem de sektörün üretim bazında destekleyici para akışı yaratılmış olur. Gişelerde yüksek hâsılat ise, üretilen film sayılarında ve niteliklerinde kaliteli bir yükselişle eş değerli olacaktır.

1.8.2. Yabancı- Yerli Kotası

Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren sinema tarihinde ilk kez olarak Hollywood’un dünya piyasalarındaki üstünlüğü tehdit edilmektedir. Bunun göstergesi, bazı ülkelerin Amerikan Filmlerine kota uygulaması ile sınırlı değil, aynı zamanda kendi filmlerini dışarıya ihraç etmeye başlamaları ile ortaya konabilir. İngiltere bunun en çarpıcı örneğidir. İngiliz Hükümeti 1947 Ağustosunda Amerikan Filmlerine yüzde yetmiş beşe varan bir kota uygulaması başlatarak, sınırlamalar getirmiştir. Amerikan Film Birimi, bu uygulamaya yanıt olarak İngiltere’ye tüm film gösterimini durdurma kararı almıştır. Sekiz ay süren bu gerilimli atmosferin ardından ABD ile İngiltere arasında dört yıllık bir anlaşma imzalanmıştır. Buna göre Amerikan yapımcılarının İngiltere’de elde ettikleri kazancın belli bir oranının bu ülkenin dışına çıkarılmasında sınırlamalar getirilmiştir. İngiltere’nin kotayı %45’te sabitlemesi de iki ülke arasındaki gerginliğin sürmesine neden olmuştur (Rotha, 2000: 17-18).

Türkiye’de ise altmışlı yılların ortasında yerli film izleyiciliğinin yabancı film izleyiciliğinin önüne geçtiği görülür.

1968 yılında İstanbul’da kapalı sinemalarda gösterilen yerli filmler 4.674 iken, yabancı film sayısı 3.799’dur. 1969 yılında ise yerli film sayısı 4.685 iken, yabancı film sayısı 4.846’dır. 1970 yılına gelindiğinde, yerli film sayısı 4.845 iken, yabancı film sayısı 5.492’ye ulaşır (Niş, 1977-1978: 152). Yerli ve yabancı filmler arasındaki ilişki değerlendirildiğinde yetmişlerde ibrenin yabancı filme doğru kaydığı görülür. Yerli film yapım sayısının, yabancı film alımlarını doğrudan etkilememesinin nedeni, yabancı film seyircisinin yaratılmış olmasının yanı sıra, dışalımcıların Anadolu’da da tutulacak nitelikteki yabancı filmlere yönelmeleridir (Kırel, 2005:161).

1987 yılında Türk Sinemasında Yabancı Sermaye Yapısı’nda yapılan bir değişiklikle, yabancılara sınaî şirketler gibi ticari şirketler de kurma izni verilmiştir. Böylece, dev Amerikan Film Şirketleri, kendi filmlerini hiçbir engelle karşılaşmadan ve bedel ödemeden getirip dağıtımını da yapmaktadırlar. İlk dönemde video pazarına giderek, piyasayı tanımışlar, 1990’larda da tüm film piyasasını ellerine geçirmişlerdir. 90’lı yıllar Türk Sineması için ölüm-kalım mücadelesi dönemidir (Kuyucak, 2002: 105). Aksayarak ilerleyen seyirci sinema ilişkisi bu yıllarda durma noktasına gelmiştir. Dağıtım piyasası da yabancıların elinde olduğundan Türk Filmleri onların istekleri doğrultusunda izleyicisi ile buluşmuştur. Hollywood sinemasıyla Amerikan yaşam tarzına yönlendirilen izleyici doğal olarak bu yaşamı benimseme aşamasında yabancı filmlere ilgi duymuştur.

Türk Sineması, Hollywood’un bu istilasından devletin film başına yaptığı para yardımları ya da Avrupa’da oluşan Uluslar arası Sinema Fonlarına üye olma, ya da yabancılarla ortak yapımlar yoluyla, canlı çıkabilmeye çalışmaktadır (Kuyucak, 2002: 106).

Çünkü sektörde üretilen her film büyük mali giderler ile oluşturulur. Alınan destekler filmin tüm giderlerini karşılamaz. Film, seyirci ile buluştuğunda ise maliyeti karşılayabilecek bir gişe başarısını yakalayamayabilir. Düşük gişe başarısından ise devlete verilen vergiler düşüldüğünde az miktarda bir gelir elde edilir. Bu da sinemacının maddi anlamda zora düşmesi demektir. Yanı sıra bir sonraki projesine başlamasına da engel teşkil eder. Böylelikle Türk sinemasında üretilen yıllık film miktarında düşüş görülür. Sinema salonlarında gösterilecek film sayısı yeterli olmadığından salonlar yabancı yapımlara kapılarını açmak zorunda kalır. Bu da Türk filmlerinden öte yabancı filmlerin tercih edilmesi demektir. Dolayısı ile Türk sinemasında bir durağanlık dönemi ve gerileme yaşanır. Bu da sektörde çalışanları zor duruma sokan bir olgudur. Bu nedenle ülke sinemamız yabancı filmlerin istilasına uğramaktadır.

1.8.3. Dublaj Zorunluluğu

Dublaj, yerli filmlerde kullanıldığı gibi yabancı filmlerin seslendirilmesinde de kullanılır. Bu sayede filmler “yerlileştirilmek”tedir (Kırel, 2005: 260). Bu uygulama ana dili koruma açısından önem taşıyan bir zorunluluktur. Batı’dan gelen yönetmenler dolayısıyla batı etkisi kendini hissettirse de, (Erdoğan ve Solmaz, 2005: 109) dublaj ülkemizde uygulanan bir yöntemdir. Yabancı yapımlarda dublaj zorunluluğu ile sinema sektöründe piyasa oluşturulur. Alt yazı kullanımından öte dublaj ile hem sektörde çalışan insanlar istihdam sağlar hem de yabancı filmlerin yerli filmlere oranla maliyeti artar. Bu da yerli filmi ve ulusal sinemayı destekleyici bir yöndür. Maliyeti artan yabancı filmlerin salonlarda izleyici bulması salon sahipleri açısından yerli filmlere oranla daha maliyetli bir hal alır. Bu da yabancı filmlerden ziyade yerli film gösterimini ön plana çıkarır.

Ülkemizde dublaj, altmışlı yıllarda yoğun üretimin bir gereği olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Altmışlar sineması için yıldızların başkaları tarafından seslendirilmesi neredeyse bir gelenektir. Sesli film yapılmadığı için, ezber gerekmez. Bunun yanında dublaj, filmlere başka şeyler katar. Bir kere, filmlerin kendini tekrar eden kalıplarına sesle bir katkı sağlanır. Dublaj böylece anlatıda standartlaşmaya katkıda bulunur. Bu tür anlatı özellikleri yüzünden altmışlar sinemasının popüler filmleri, film gibi filmlerdir. Seslendirmelerin belirli

kişiler tarafından yapılması filmlerin yaratılan düşsel dünyasına katkı sağlamıştır (Kırel, 2005: 263).