• Sonuç bulunamadı

2. FANTASTİK ANLATI 11 

2.2 Sinema Ve Fantastik İlişkisi 55 

2.2.2 Sinemada avangardizm 61 

Avangard, kökeni askeri bir metafor olarak kullanılan ve ‘öncü birlik’ anlamına gelen, Fransızca ‘avant-garde’ sözcüğüne dayanmakla birlikte, sanat alanında ilk kez 19. yüzyıl Fransız filozofu Henri de Saint-Simon (veya Claude Henri de Rouvroy, Claude Henri de Saint Simon) tarafından kullanılmıştır (Cardullo, 2011: 11). Saint-Simon yaşadığı dönemde, toplumda yeni bir reform gerçekleştirmeyi amaçlamış ve bu doğrultuda pek çok alanda bir dizi yenilikçi düşünce ve düzenleme öngörmüştür. Bu reformlardan biri de, toplumu aydınlatmak ve yönlendirmek adına, sanatın ve sanatçıların öncü rolüdür. Zira Saint-Simon, sanatçıları yeni kurulacak dinin liderlerinden biri olarak görmektedir ve düşlediği bu yeni sanat düzenini, Avangard terimi ile ifade etmektedir.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında sanat alanında kullanılmaya başlayan Avangard sözcüğü, yirminci yüzyılın başlarında ‘yenilikçi’ veya ‘deneysel’ işler

yapan sanatçıları veya sanat eserlerini ifade etmeye başlamıştır. Avangard akım, modern sanatın gelişimi ile birlikte resim, heykel gibi geleneksel sanat formlarının yanında, sinemaya da etki etmeye başlamıştır. Bu doğrultuda özellikle iki dünya savaşı arasındaki dönemde, Avrupa sinemasında etkili olan bazı akımları (Fransız Empresyonizmi, Sürrealizm, Alman Ekspresyonizmi, Sovyet Devrim Sineması gibi) kapsamıştır. Avangard hareketin, sinema alanındaki yansımalarından bahsetmeden önce, gerçekleştirmeyi hedeflediği amaçlarından bahsetmek yerinde olacaktır.

Avangard akım; kültür, sanat veya politika gibi çeşitli alanlarda kullanılmasına karşın genel anlamda, geleneksel normlara sıkı sıkıya olan bağlılığa karşı çıkan ve yenilikçi fikirleri önemseyen bir harekettir. Aynı zamanda, gündelik yaşamın değişimini estetik normlarla değil, sanatsal veya toplumsal devrimlerle gerçekleşmesi gerektiğini savunması bakımından, politik olarak da eylemci bir sanattır. Avangard hareket, sanat eserinin özerk karakterini reddederken burjuva karşıtı bir tutum izlemekte ve günlük yaşam ile harmanlanmış bir sanat anlayışı öngörmektedir.

Avangard hareketin sinema alanındaki görünümleri, Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa film şirketlerinin olumsuz etkilenmesi sonucu, pazardan geri çekilmesi sonrasında başlamıştır. Bu anlamda sektörü elinde bulunduran Hollywood şirketlerinin dağıtımını yapan güçlü Avrupa şirketlerinin aksine yeni film sanatçıları, iç pazarı ele geçirecek yenilikler kullanarak alternatif sinema hareketleri geliştirmişlerdir. Bu doğrultuda sanatçılar, kalıplaşmış Hollywood standartlarına karşılık kendi yöntemleri ve deneyimleri ile filmler üretmişlerdir (James, 2005: 378-447).

İlk olarak 20. yüzyıl başlarında Fransız deneysel sineması ile başlayan Avangard sinema tarihinin ilk filmlerini, Fernard Leger, Oskar Fischinger, Man Ray, Robert Wiene gibi isimler yapmıştır. Fransız film yapımcı Fernard Léger, Avangard hareket kapsamında, soyut sanatın evrenselliği ile ilgilenmiştir. Bu doğrultuda 1924 yılında yaptığı ‘Ballet Mécanique’ adlı kısa filmi, erken deneysel filmlerden biri olarak Avangard özellikler taşımaktadır. Zira filmde geleneksel tema ve motiflerden farklı olarak; birbirleri ile bağlantısız imgeler, karışık bir montajla kurgulanmış, çeşitli enstrüman sesleri ile ahenk yaratılmış, günlük eşya veya nesneler, ışık ve gölge oyunları ile bir çeşit döngüsel dans

sergilemiştir. Tüm bunlar düzenli olarak tekrar edilerek gösterilmiş ve soyut bir anlatım tarzı oluşturulmuştur (James, 2005). Léger’a benzer olarak 1924 tarihinde soyut filmler yapmaya başlayan Alman sanatçı Oskar Fischinger ise, aynı zamanda bir ressam olduğu için, iki sanat dalını birleştirerek Avangard özellikler taşıyan bir film üretmiştir. 1947 yapımlı ‘Motion Painting Number 1’ adlı filminde Oskar, akrilik bir cam yüzeyine uyguladığı yağlı boya görüntüleri stop-motion tekniği kullanarak müzik eşliğinde montajlamıştır. Bu bakımdan soyut bir anlatım yakalayan Oskar, duyguyu ve hareketi, resimleri aracılığı ile oluşturduğu çerçeve içerisinde göstermeyi amaçlamıştır (James, 2005: 257-258). Öte yandan Amerikalı fotoğrafçı Man Ray ise, kullandığı birtakım deneysel Avangard teknikler ile, sinema alanındaki sanatçılara yenilikçi katkılarda bulunmuştur. Bu doğrultuda ‘Rayogram’ (ya da Fotogram, Solarizasyon) adı verilen tekniği kullanarak, gerçeküstü fotoğrafçılığın ilk adımlarını atmıştır. Ray bu teknikte; duyarlı fotoğrafik kağıt üzerine rastlantısal ve içgüdüsel bir yaklaşımla çeşitli imgeler kullanarak, nesneleri üst üste bindirerek, bulanıklaştırarak farklı ve sanatsal bir yaratım ortaya çıkarmıştır (Sucuoğlu, 2016: 203). Ray bu anlamda; sanatı sorgulayan, geleneksel kalıpların dışına çıkabilen ve yenilik arayışında olan Avangard sanat anlayışı ile hareket etmiştir. Sucuoğlu’nun aktardığına göre (2016: 193-202), fotoğrafları çekilemeyecek olan düşlerin ve hayallerin resimlerini yaptığını söyleyen Ray, bu anlamda bildik nesnelere, bilinmedik görünümler vermeyi amaç edinmiştir. Ray’in resim ve fotoğrafların yüzeyine ışık ve gölgeyi kullanarak yarattığı resimsel ifade şekilleri, fotoğrafın alternatif bir anlatım şekline bürünmesine de imkan sağlamıştır. Bu doğrultuda çalışmalarında sıkça kullandığı vitrin mankenleri, makine parçaları veya biçimsiz beden parçaları, soyut birer anlatımla cinsellik kazandırılmış sanatsal pratiklere dönüşmüştür.

Avangard sanatın bir diğer soyut ve resimsel animasyonu, ‘Das Cabinet des Dr. Caligari’ (Dr. Caligari’nin Muayenehanesi) dir. Sessiz sinema yönetmeni Robert Wiene’nin, Alman dışavurumcu akımı özellikleri taşıyan filminde biçimler çarpıtılarak, gerçekçi olmayan bir stile dönüştürülmüştür. Gerçek dışı ve çoğunlukla abzürd dekorlar, ışık ve gölgelerin abartılı kullanımı, bu stili pekiştirmektedir. Bunun yanında filmde yaratılan dünya, kahramanın hayali doğrultusunda oluşturularak seyirciye aktarılmıştır. Zira filmin çerçevesi, tıpkı

bir kompozisyon gibi düşünülmüş, oyuncular dahi dekoru tamamlayan birer unsur olarak kullanılmıştır (Özgökbel, 2017: 90-93).

Avangard hareket, 1920’li yıllardaki çıkışından sonra İkinci Dünya Savaşı sonunda etkisini kaybetmiş, 1960’larda tekrar canlanmıştır. Serdar Yılmaz (2011: 376)’a göre 1960’larda Avangard akım, underground (yeraltı) sineması ve Yeni Amerikan Sineması ile günümüze kadar gelmiştir. Bu dönemde Avangard, birtakım akımları kapsamamakta, onun yerine mevcut politik, kültürel, toplumsal yapının meşrulaştırılmasını sağlayan bir tavır sergilemektedir. Neo-Avangard adı verilen bu düşünce yapısı, görsel dünyada pop-art,fluxus, situasyonizm gibi sanat akımlarını işaret etmektedir. Bu doğrultuda Amerikalı film yapımcısı Andy Warhol’un, pop-art akımına yönelik yapmış olduğu eserlerde görülen popüler kültür nesneleri –veya kişileri-, Neo- Avangard hareketini kapsamaktadır. Nitekim Neo-Avangard, sanatı toplumsal alan yerine gösteri dünyasına kaynaştırması sayesinde, artık hiçbir hükmü

kalmayan modernist stratejileri teşhir eder (http://www.aliartun.com/yazilar/kuramda-avangardlar-ve-burgerin-avangard-

kurami/, 25.10.2019). Sonuç olarak Avangard sinema hareketinin dilini oluşturan imgeler, yeni kurgulanan gerçekliğin yanılsamasını sağlayan mekanlar, oyuncular, objeler, diyaloglar, sesler veya müzikler kullanılarak birer kopyaya dönüşmektedirler (Yılmaz, 2011).