• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

4.2. BİLME ARZUSU

4.2.3. Bilinmeyenin Peşinde

4.2.3.3. Simya

Simya kelimesinin tanımına baktığımızda farklı kaynaklarda farklı öncül anlamları olduğunu görürüz. Türk Dil Kurumu Sözlüğü, simyanın karşılığını sadece

“alşimi” olarak vermiş, alşimiyi ise, “elementleri altına çevirmek isteyen bir iş alanı”

olarak tanımlamıştır. Kubbealtı Sözlüğü ise, simyanın bu tanımını ikinci anlam olarak vermiş, ilk anlam olarak “Önce harflerin ve sayıların yaratıldığını ve bunların birtakım gizli kuvvetler taşıdığını kabul edip bu gizli kuvvetleri, harflerin sırlarını, varlığı meydana getirirken dizildikleri sırayı ve birbirleriyle bağlarını bilme ve bu yolla yaratılmış şeyler üzerinde tasarruf edebilme ilmi” demiştir.71

İslam Ansiklopedisi, “bazı değersiz metallerden altın elde etmeyi amaçlayan uğraşı; eski kimya; geleneksel gizli ilimlerde bir sihir tekniği” olarak tanımladığı simyanın etimolojisinin kesin biçimde yapılamadığını söyler:

[K]elimenin genelde “sıvı akıtmak, metal dökmek” anlamındaki Grekçe khymeianın Arapça’ya el-kîmiyâ’ ve es-sîmyâ’ yazılışlarıyla geçmiş şekli olduğu kabul edilmektedir. İslâm ilim ve düşüncesine ait eserlerin Latince’ye çevrilmesiyle birlikte el-kîmiyâ’ alchemy şeklini almış ve Batı dillerindeki chemistry (kimya) kelimesinin kökenini oluşturmuştur (Aydın, 2009: 218).

Simyanın iki vaadi vardır: sonsuz bir zenginlik (değersiz metallerden altın yaparak) ve ölümsüz bir hayat (iksir sayesinde). “Ancak gerçek bir simyacının asıl

71 Kubbealtı Lugatı, (Çevrimiçi), lugatim.com, 1 Aralık 2019.

151 amacı genel kabule göre bunlar değil dünyanın ve evrenin işleyişini anlamak ve buna müdahale etmektir” (Aydın, 2009: 218).

Ahmet Cevizci, simyanın eski Çin ve Helenistik dönem Mısırında doğduğunu söylerken (2010: 1402); Ayşe Koç Aydın, Helenistik kültürün merkezi İskenderiye’de yapılan çalışmalarla başladığını ve kaleme alınan ilk eserlerin Grekçe olduğunu ifade eder. Bu eserlerin çoğu, Mısırlı Zosimos’a (350-420) aittir. İslam simyasının ise ilk temsilcisi Hâlid b. Yezîd, doruk noktası Câbir b. Hayyân el-Kûfî’dir. Câbir’in simyasında sayılar çok önemlidir çünkü doğanın bir dengesi/oranı vardır. Simya karşıtlığının sembol ismi olarak ise karşımıza İbn Sînâ çıkar (Aydın, 2009: 218).

Batı’daki ilk simya çalışmalarının XII. yüzyılın ortalarında Arapça’dan Latince’ye yapılan çevirilerle başladığı kabul edilmekte, temsilciler olarak ise B.

Vincent, A. Magnus, R. Bacon’ın isimleri geçmektedir. 13. yüzyılın sonunda dini otoritelerin simyaya karşı çıkmaya başladıklarını ve simyanın, 1372’de Papa tarafından dinsizlikle eş tutularak yasaklandığını görürüz (Aydın, 2009: 218-219).

İslam Ansiklopedisi’nde sık sık “sahte bilim” olarak anılan simyanın, kimya ile sihir arasında bir kimliği olduğunu ve tarih boyunca bilim adamlarının bu ikiliğin birer kıyısında tavır aldıklarını gözlemleriz.72

Dinler tarihi çalışmalarıyla bilinen Mircea Eliade’nin (1907-1986) simya hakkındaki eserlerine baktığımızda ise, Grek ve İslam dünyasından değil, Çin’den bahsedildiğini ve simya tarihinin buraya dayandırıldığını görürüz.

Eliade, Çin’de bilinen ilk simya metinlerinden hareketle simya işleminin üç temel özelliğini şöyle sıralar:

1. Simya işlemi (zincifrenin altına dönüştürülmesi) bazı dinsel törenler (adak gibi) gerektirir.

2. Elde edilen altın yenecek bir şeydir ve ömrü uzatır.

3. Bu yeni / kutsal yaşam, kutsanmışlarla doğrudan iletişim kurulmasını sağlar (2012a: 12-13).

Çinliler, altını zengin olmak için değil, ölümsüz olmak, günahlarından kurtulmak için isterler. Arzularından biri de “insan-ı kâmil” mertebesine ulaşmak,

72 Simyanın tarihi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Ayten Koç Aydın, “Simya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.37, TDV Yayınları, 2009.

152 aşkınlaşmaktır. Simya yoluyla elde edilen altın, doğası gereği hiç bozulmaz ve normal altından daha değerlidir. Çünkü doğadaki her şey gibi doğal altında da hem yang (eril) hem yin (dişil) öğe73 vardır. Oysa simya işlemi ile elde edilen altın yinden arındırılmış, böylece soylu kılınmıştır. Çinliler yang oranı yüksek maddeleri bünyelerine alırlarsa açıklık, sağlık, güç, uzun ömür ve ölümsüzlüğe kavuşacaklarına inanırlar. Böylece yaşam mükemmel bir uyum içinde devam eder (Eliade, 2012a: 14-16).

“Uzun ömür iksiri”, simya yoluyla altın elde etmek için de kullanılır, felsefe taşı74 elde etmek için de. Bu iksir, sekiz mükemmel maddeden oluşur.75 Bu maddelerden biri olan zincifre, çok değerli ve önemlidir. Kırmızı renkte olması, kanı yani yaşamı simgeler. Ateşe atıldığında tüm madenlerin ruhu olduğu kabul edilen cıvaya dönüşür (Eliade, 2012a: 23-25).

“Fantastik öyküler ve inançlarla dolu bir ortamda yaratılan simya, temellerini bir ırkın fantastik deneyimlerinden almıştır” (Eliade, 2012a: 26). Daha sonra hem tinsel hem pragmatik olarak iki farklı simya karşımıza çıksa da, romantizm için önemli olan gizemci simyadır. Eliade, dindışı ve doğacı olan simyanın İran’dan ya da Araplardan gelmiş olabileceğine dair fikirlerin olduğunu, Çinlilere özgü olmadığını söyler. Hint simyası da büyü ve dinle bağlantılıdır (Eliade, 2012a: 38-41).

Yves Bonnefoy (1923-2016), Giovanni Augurelli’nin (1454-1537) masal kılığı altında simyayı konu alan ilk Rönesans şairi olduğunu söyler (2000: 1004).

Simya edebiyatında, “insanları iyileştirecek ve böylece insan ömrünü uzatabilecek, adi madenleri mükemmelleştirecek, yani bunları simya altınına dönüştürecek ve insanlarla ölümsüzlüğü birleştirecek yöntemlerden, deneylerden ve reçetelerden söz ed[ilir]” (Eliade, 2012a: 74). Ama bu edebiyatta asıl önemli olan “giz”dir. Simyanın gizli bir dili olduğu, bu dili de sadece simyaya vakıf olanların anlayabileceği düşünülür. Rönesanstan sonra Batı edebiyatında sık kullanılan bir temaya dönüşmüştür. “Gizlerin zamanın başlangıcında açıklanıp sonra tekrar yüzyıllar boyunca saklı kalması ve kısa bir süre önce yeniden çözülmeleri ya da ortaya

73 “Çin inançlarına göre iki temel ‘öğe’ olan yin (dişil) ve yang (eril), yeryüzü ve kozmos üzerindeki tüm maddelerde bulunmaktadır. […] Bir maddede yang ne kadar baskınsa o kadar soyludur, bozulmaz ve ‘mutlak’tır” (Mircea Eliade, Asya Simyası, çev: Lale Arslan, Kabalcı Yayınları, İstanbul, s. 15).

74 Dokunduğu her şeyi altına çevirdiği düşünülen taş.

75 Simya edebiyatında karşımıza çıkan hikâyelerden birinde de sekiz ölümsüzü taşıyan bir sandaldan bahsedilir (Mircea Eliade, Asya Simyası, çev: Lale Arslan, Kabalcı Yayınları, İstanbul, s. 29).

153 çıkarılmaları söylencesi son dört yüzyıl boyunca büyük bir yayılım gösterir” (Eliade, 2012a: 73).

Simyacının adi madeni altına dönüştürmesi zamanla sembolik bir anlam da kazanır. Simya, “doğayı yalnızca dönüştürmekle, mükemmelleştirmekle ya da yenilemekle kalmaz sağlığa ve sonsuz gençliğe, yani ölümsüzlüğe kavuşturarak insanın var oluşunun mükemmelleşmesini de amaçlar” (Eliade, 2012a: 94). Yani

“simyacı madeni altına dönüştürerek mükemmelleştirmeyi denerken aslında kendi kendini mükemmel kılmaya” çalışır (Eliade, 2012b: 98).

Burada dikkat etmemiz gereken bir husus da simyanın “değiştirici, dönüştürücü” gücüdür elbette. Simyacılar, adi madenlerin toprakta belirli bir süre kalmaları halinde kendiliğinden altına dönüştüğünü düşünürler ve kendi yöntemleriyle bu sürece müdahalede bulunarak, süreyi kısaltırlar (Eliade, 2012a: 83).

Yani böylece simya bir yaratıcı konumuna gelir, doğayı yenileme ve zamana hükmetme gücü vardır, tanrısal yaradılışı mükemmel kılar (Eliade, 2012a: 95).

Eliade, simyanın tarihsel süreç içinde, Ortaçağdan Rönesans ve Reforma kadar tüm Avrupa’da yaygınlaştığını söyler. Rönesans ve Reformda ise felsefe taşı, Hz. İsa ile özdeşleştirilmiştir. Bunun sebebi, simyadaki “yeniden doğuş” motifidir (Eliade, 2012a: 84-86). Antik Hindistan’da erginlenme ritüelinin ilk biçiminde, ana rahmine geri dönüş temsil edilir. Kişi, yeniden doğmak için ana rahmine –temsili olarak- geri döner ve bir süre sonra oradan çıktığında yeniden doğmuş, gençleşmiş olur (Eliade, 2012a: 78). Her ne kadar simya ile Hristiyanlık arasında bağ kurulmaya çalışılsa da metalürji işlemleri, karanlık ve gizemli imajı ve büyü ile ilişkisi yüzünden korku yarattığı için simyacılar aşağılanarak toplum dışında tutulurdu (Eliade, 2012b: 99).

Sonuç olarak edebi metinler ve simya arasında bir ilişki kuran meseleleri maddeleştirebiliriz:

 Simyacı, birden fazla madeni birleştirerek tek bir madeni, altını üretir.

Altın, tam-mükemmel-ölümsüz olandır.

 Simyacının ürettiği altın, bünyeye alındığında ölümsüzlüğü getirir.

 Simyacı altını üretme aşamasını başarıyla tamamladığında, kendi de mükemmelleşmiş, aşkınlaşmış olur. Bu süreç, insan-ı kamil mertebesine kavuşturur.

154

 Kaplumbağa ve turna kuşu ölümsüzlük simgeleridir. Turna kuşu aynı zamanda bilgeliği de simgeler (Eliade, 2012a: 16).

 Yeşim taşı, yang ilkesinin özünü temsil eder ve dağılmaya karşı mücadelede kullanılır (Eliade, 2012a: 19).

 İnci, dişil ilkenin imgesidir, yaşamı ve üretkenliği simgeler. Kabuklu deniz hayvanları, özellikle istiridye ile doğrudan ilişkisi vardır.

Vulva=kabuklu hayvan=inci=ikinci doğuş=ölümsüzlük (Eliade, 2012a: 20).

 Doğum ve embriyon, simya edebiyatının sık kullanılan simgeleridir (Eliade, 2012a: 37).

 Simyacı, şu üç süreçten geçer:

1. Doğum (yeni ve kusursuz bir ortamda doğma)

2. Yeniden doğum (erginlenme törenleri sırasında, ölüler arasında) 3. Aşk (bireysel ruh ile tanrının birleşmesi) (Eliade, 2012b: 99).

 Sıradan madenler cahil ruhlarla eştir, altın tamamen özgür bir ruhla (Eliade, 2012a: 100).

19. yüzyılda, romantizmle beraber simyanın tekrar gündeme gelmesi, şüphesiz simyanın ürettiği altından çok, onun sembolik değeriyle ilgilidir. Bir yandan simya edebiyatının gizemli ve ölümsüzlük vaat eden sır dolu dünyası romantik ruhu cezbeder, bir yandan da simya ilminin hedefleri ile romantik ruhun hedeflerinin benzerliği onu kıymetli kılar. Eliade, 19. yüzyıl ideolojisinde simya ideallerinin hala gündemde olmasını, “hayal gücü sonsuz bir yaratıcı varlık olarak insan kavramı”na bağlar. Ona göre “19. yüzyılın yeni ideolojisi, bu idealleri ve rüyayı sonsuz ilerleme söylencesi çevresinde kristalize” etmiştir (Eliade, 2012a: 95).