• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.4. FRANSIZ ROMANTİZMİNİN KISA TARİHİ

1.4.2. Pre-Romantik Dönem

Fransız edebiyatı tarihçilerinin Fransız Pre-Romantik dönemi için farklı farklı isimler telaffuz etmeleri dikkat çekicidir. Cemil Göker, bu dönemde Marivaux’nun 1718-1725 yılları arasında yayımlanan duygusal komedilerini, Nivelle de La Chaussée’nin “comedie larmoyante”lerini34, 18. yüzyıl başında ortaya çıkan duygusal romanları anar (Göker, 1982: 26). Bernardin de Saint-Pierre’in Paul ve Virginie romanının doğa tasviri, yüksek dağlar, açık denizler, pitoresk manzaralarıyla edebiyata egzotizmi soktuğunu söyleyerek, bu romanı pre-romantik dönemde özellikle anar (Göker, 1982: 26). Cevdet Perin de bu isimlere l’Abbé Prévost ve B.

Constant’ı ekler (Perin, 1942: 20-24). Bu yazarları pre-romantik dönemin ikincil isimleri olarak kabul edebiliriz. Asıl romantik öncesi dönemde anılan birincil isimler ise J. J. Rousseau, Chateaubriand ve Madame de Staël olarak kabul etmek gerekir.

Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), İsveç/Cenevre doğumludur. On altı yaşına geldiğinde doğduğu yerden kaçar ve Annecy’de Madam Warens ile tanışır.

Onun himayesine girer, aralarında bir gönül ilişkisi başlar. Bu ilişki, Rousseau yirmi altı yaşına gelene kadar devam eder. Bu on yıllık süre içinde, düşünür zaman zaman Warens’ın yanından ayrılarak uzun seyahatlere çıkar. Öğretmenlik, memurluk gibi işlerde çalışır. Warens’tan ayrıldıktan sonra tek başına yaşamaya başlar. 1740’ta Aydınlanma akımının görüşleriyle tanışır. 1744’te Diderot ile yakın bir ilişki kurar.

1750’de, otuz sekiz yaşındayken, Dijon Akademisi’nin yarışmasını Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev35 adlı cevabıyla kazanır ve meşhur olur. Bu tarihten sonra yazdığı operalar ve oyunlar sahnelenir, yayımladığı eserler devrin sanat ortamında ses getirir. 1757’de Diderot ile arası açılır. 1762’de yayımladığı Toplum Sözleşmesi ve Emile ya da Eğitim Üzerine isimli eserleri sakıncalı bulunarak, hakkında

34 Gözyaşı döktüren komedi türü.

35 Jean-Jacques Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev, çev: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016.

51 tutuklama kararı çıkarılır. Bunun üzerine Rousseau Fransa’dan kaçar. Hayatının devamı paranoyakça korkularla geçer. Bir zamanlar yakın olduğu herkesle arası açılır. Sürekli şehir değiştirir. 2 Temmuz 1778’de beyin kanamasından, altmış altı yaşındayken ölür. Diyaloglar 1780’de, İtiraflar’ın ilk yarısı 1782’de, ikinci yarısı da 1789’da yayımlanır (Damrosch, 2011: 503-506).

İnsanın eski devirlerde daha iyi olduğuna inanan Rousseau, yaşadığı dünyayı tabiata ve tabiat vasıtasıyla fazilet ve saadete kavuşturmak ister. Ahlakı, hislere dayandırır. Hayalci ve tutkulu mizacıyla pre-romantiklerin ustası olarak kabul edilir.

Romantikler üzerindeki etkisi büyük ve derindir. Okuyucularına akla tapınmanın yanı sıra ruha da tapınmalarını, bu ikisini birlikte tutmalarını tavsiye eder (Yusuf Şerif, 1935: 203-205).

Philipp Blom, Rousseau’nun İtiraflar kitabıyla “neredeyse tek başına icat ettiği acı çeken, yalnız dâhi stereotipi”nin içselleştirildiğini söyler (Blom, 2012: 10).

Bu önemlidir, çünkü acı çekmenin yüceltilmesi, Hristiyanlığa dayanır. Ne kadar acı çekerseniz, ruhunuzu o kadar yükseltir, ulvi bir konuma getirirsiniz. Aydınlanma çağı bu algıyı değiştirmeye çalışır. Öte dünyada mutlu olmak için bu dünyada acı çekme fikrine karşı çıkar ve bedensel sağlığı, bu dünyadaki mutluluğu ve hazları ön plana çıkarır. Aydınlanmanın hem içinde hem dışında sayılabilecek olan Rousseau, Hristiyanlığın yücelttiği bu tipi, ilahi kimlikten çıkararak dünyevileştirir. Yani Tanrı için acı çekmez onun insanı, artık onun entelektüel acıları vardır. Yalnız bir dâhi tipine yoğunlaşır; ne kadar yalnız ve acı çekiyorsa o kadar üretken, o kadar sanatkârdır. Blom’un da dediği gibi bu stereotip o kadar içselleşir ki, bugün hâlâ aydınların ve sanatçıların bizde böyle bir imgesi vardır. Romantizmi etkileyen önemli fikirlerden biri de budur. Romantizmle ilgili yayınlarda genelde kapak fotoğrafı olarak kullanılan, Caspar David Friedrich (1774-1840)’in Bulutların Üzerinde Yolculuk tablosu, tam da bu meselenin resmidir aslında: Yalnız, uzaklara dalmış, tabiatın ürpertici manzarasını izleyen bir adam, Rousseau’nun tabiat aşığı, yalnız ve acı çeken dâhi figürü.

Rousseau’nun tabiatın insanı “iyi” yarattığı ama medeniyetin, toplumun onu bozduğu fikri, çağdaşı Alman romantizminin öncüsü Herder’de de vardır. O da dünyayı gezmek için bir deniz yolculuğuna çıktığında, o ana dek edindiği bütün kitap bilgisini imha ederek, tabiatla baş başa, ne düşündüğünü ve neye inandığını bulmaya çalışır (Safranski, 2013: 16). Rousseau, Herder’den farklı olarak geriye dönüşün

52 imkânı olmadığını düşünür, yapılacak tek şey, medeniyetin henüz bozmadığı küçük yerleri korumaktır (Reşat Nuri, 1931a: 83).

François-René de Chateaubriand (1768-1848), romantizmin edebiyat sahasındaki müjdecilerinden ilki olarak karşımıza çıkar (Reşat Nuri, 1931b: 3).

1798’de annesinin ölümünden etkilenerek Hristiyanlığa dönen yazar, Hristiyanlığın Dehası adlı bir eser neşrederek meşhur olur. Pre-romantik dönem için önemli olan Atala ve Réne, aslında bu kitaptan çıkarılıp ayrı ayrı basılan eserlerdir. Önemli devlet görevlerinde bulunan Chateaubriand’ın restorasyon devrinin politika hayatında önemli bir yeri vardır, 1830’a kadar da siyasetin içinde olmaya devam edecektir (Reşat Nuri, 1931b: 3-4).

T. Gautier, Chateaubriand’ı Fransız romantizminin atası sayar. Gotik katedrale yeniden hayat verdiğini, kapalı duran büyük tabiatı onlara açtığını, melankoliyi ve çağın tutkusunu yarattığını söyler. Ancak onda eksik olan şiir yeteneğidir (Gautier, 1975: 3).

İngiliz edebiyatını tanıtmaya çalışmış; Klasiklerin eski Yunan ve Latin edebiyatını taklit etmesine karşın “millî ve Hristiyanî bir edebiyat meydana getirmiş ve bu maksatla Yunan ve Latin edebiyatları yerine, üç asırdan beri ihmal edilmiş olan, Ortaçağ edebiyatını ikame etmiştir” (Reşat Nuri, 1931b: 4). Eserlerinde romantik temaları kullanmasına rağmen, Chateaubriand, romantiklerle kendi arasında bir bağ kurmadığı gibi onlara zaman zaman sert eleştirilerde de bulunmuştur (Reşat Nuri, 1931b: 4). Onun romanlarındaki giz/sır öğesi ve Hristiyanlığı ele alış biçimi, romantik dönem için hazırlayıcı-öncü niteliktedir (Göker, 1982: 28).

Asıl adı Anne Louise Germaine Staël-Holstein olan Paris doğumlu İsviçreli yazar Madame de Staël (1766-1817), siyasi fikirlerinden dolayı Napoléon tarafından sürülmüş ve uzun zaman Almanya ve İtalya’da yaşamış bir isimdir. Almanya’da Goethe, Wieland ve Schiller gibi isimlerle vakit geçirir (Reşat Nuri, 1931b: 30).

Chateaubriand’ın İngiliz edebiyatını tanıtması gibi Madame de Staël de Alman edebiyatını gündeme getirmiştir. Fransız yazarların Alman edebiyatını küçümsemesine ve Almanların geride kaldığı iddiasına karşı çıkar. Almanların bilinçli bir tavırla Ortaçağ’a döndüğünü söyler (Reşat Nuri, 1931b: 31). 1800lü

53 yılların başında Almanya Üzerine36 isimli eserini neşreden yazar, Alman romantizminin Fransız edebiyatını etkileyebilmesinde şüphesiz en önemli isimlerin başında gelir. Almanya Üzerine (De L’allemagne), dört bölümden oluşur: Almanya ve Alman Âdetleri Üzerine, Edebiyat ve Güzel Sanatlar Üzerine, Felsefe ve Ahlak, Din ve Coşku. Yazar, burada Alman yazarların doğal dehasının antik olmaktan çok kadim bir kimlik taşıdığını söylemekle birlikte, bu yazarların hayalgüçlerinin eski kale burçları, mazgallar, büyücü kadınlar ve hayaletlerle dolu olduğunu düşünür (Staël, 2017: 10). Almanya ve Fransa’nın manevi bir zincirin iki ucu olduğunu ama edebî ve felsefi sistemlerinin birbirine zıt olduğunu ifade eden Madame de Staël, Fransızların yüzeysel olduğu için “araştırma ve tefekkürü düşüncenin anavatanı haline getiren” Almanya’yı tanıtmak istediğini söyler (Staël, 2017: 10-11).

Onun Fransız romantizmine bir diğer önemli katkısı otobiyografik romanlarıdır (Göker, 1982: 30). Chateaubriand gibi Madame de Staël de kendi anılarından, hissettiklerinden bahseden eserler yazdığı için şahsî roman türünün öncüleri olarak görülürler. Romantik dönemde Sénancourt, Benjamin Constant, Lamartine, Musset ve Stendhal gibi isimler, onların açtığı yoldan devam edeceklerdir (Reşat Nuri, 1931b: 101).

Reşat Nuri Güntekin’e göre 19. yüzyılda “ruhlar bu kurutucu hava içinde bunalıyorlar ve aklın istibdadı altında ezilen his ve hayal için bir hak istemeye başlıyorlardı” (Reşat Nuri, 1931b: 45). Rousseau, Chateaubriand ve Madame de Staël’in eserleri de bu meylin bir ifadesiydi (Reşat Nuri, 1931b: 45). Zaten 19.

yüzyılın başına kadar Fransız edebiyatının Klasisizmden tamamen koptuğunu söylemek mümkün değildir. Pre-romantik dönem bazı yenilikler getirmiş olsa da henüz edebî bir doktrin belirlememiştir (Göker, 1982: 27).