• Sonuç bulunamadı

Romantizmin Hem İçinde Hem Dışında: Goethe ve Schiller

1. BÖLÜM

1.2. ALMAN ROMANTİZMİNİN KISA TARİHİ

1.2.1. Romantizmin Hem İçinde Hem Dışında: Goethe ve Schiller

1749 doğumlu Johann Wolfgang Von Goethe, kuşkusuz sadece Alman edebiyatının değil dünya edebiyatının da en büyük isimlerinden biridir. İsminin hem Romantik Alman edebiyatında hem de klasik edebiyatta anılmasına rağmen onu sadece ilk dönem eserleriyle romantik akıma –hatta ön-romantik akıma- mensup saymak mümkündür. Onun meşhur eserlerinden Genç Werther’in Acıları13 ve Faust’u14 incelediğimizde romantik akıma yakınlığı dikkat çeker. Örneğin asıl Alman romantikleri için Genç Werther’in Acıları öncü eserlerden biridir, Faust tema bakımından romantizmin sularındadır. Ancak Goethe’yi daha geniş kapsamlı değerlendirdiğimizde ve onun romantizme karşı aldığı net tavrı göz önünde tuttuğumuzda, onu klasik döneme dâhil etmek de mümkündür. Ancak Wellek,

13 J. W. Goethe, Genç Werther’in Acıları, çev: Mahmure Kahraman, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016.

14 J. W. Goethe, Faust, çev: İclal Cankorel, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2016.

22 Goethe’nin asıl önemli eserlerinin romantizmin özelliklerini taşıdığını iddia ederek, onu klasik dönemde kabul etme taraftarı değildir. “Goethe, herhangi bir yazar kadar, ortaya çıkmasına yardım ettiği Avrupa romantik akımına tam anlamıyla uymaktadır”

der (Wellek, 2002: 296). Eleştirmen, aynı zamanda “on sekizinci asrın ortalarından Goethe’nin ölümüne kadarki Alman edebiyatının tamamında esaslı bir birlik” olduğu iddiasındadır (2002: 297) ve Goethe’nin haddinden fazla abartıldığını düşünür (2002:

299).

Genç yaşta birçok dini şarkı ve ilahi yazan Goethe, üniversitedeyken Lessing’in eserleriyle tanışır. Rasyonel akımın tesiri altında, Fransız kuralcılığına uygun olan ilk dramatik eserlerini bu yıllarda kaleme alır. Goethe için edebi eser

“büyük bir itirafın vesikalarıdır” (Batıman, 1945: 76). Üniversiteden sonra 1768’de evine döndüğünde annesinin bir arkadaşından etkilenerek sihirbazlığa ve spiritizmaya merak salar, bunlarla ilgili eserlerle tanışır. Kendisi de birçok spritizma deneyleri yapmıştır. 1770’te Strassburg’a gelir ve burada da Sturm und Drang mensuplarından Lenz ve Lerse ile tanışır. Özellikle Herder ile olan arkadaşlığının tesiri onda büyük olacaktır. Tabiat şiiri ve edebiyatı, halk şarkıları, Ossian ve Shaeskepeare ilgisi, Herder’in etkisiyledir. 1775’e kadar da Sturm und Drang etkisinde kalmaya devam edecektir. Faust’a bu yıllarda başlar. Sokrat, Sezar, Prometheus gibi eserleri bu akım etkisinde yazılmıştır. Genç Werther’in Acıları da bu yıllara rastlar. Geniş yankı uyandıran romanda, “[r]ealiteye tamamile yabancı olan ve hakikatle hiçbir suretle ilgisi bulunmıyan marazî hassasiyet üstadane bir şekilde tasvir edilmiş, tabiat insanının kalbinde ihtiras olarak beliren ve saadete değil, intihar ve ölüme sürükliyen çılgın aşk derin bir duyguyla belirtilmiştir” (Batıman, 1945: 78).

İnsanlar hem romanı hem de Werther’i taklit sevdasına düşerler, romandan etkilenip intihar teşebbüsünde bulunanlar dahi olmuştur. Goethe, böylece bu eseri ile şöhrete ulaşır.

1775’te prensin himayesiyle Weimar’a taşınan ve 1786’ya kadar burada kalan yazar için bu seneler oldukça verimli geçer. Schiller ve Herder’i de yanına çağıran Goethe, bu yıllarda Spinoza’nın görüşleriyle ilgilenir, aynı zamanda devlet işlerinde de sorumluluk alır. 1786-1788 arasında İtalya seyahati vardır, daha sonra buradaki izlenimlerini toplayarak kaleme alacaktır. İtalya seyahati ile birlikte Ossian ve Shakespeare hayranlığının yerini Homer ve Sofokles alır. Artık Goethe’nin klasik sanata, ölçü ve sınıra karşı meyli başlar. Hristiyan gotik sanattan soğur. Weimar’a

23 geri döndüğünde ise devlet işlerinden çekilerek sadece edebiyatla ilgilenir (Batıman, 1945: 77-84).

İlk parçalarını 1774’te yazmaya başladığı Faust’u tamamlamadan 1790’da Faust, Bir Fragman adıyla yayımlar. Bu hali eleştiri yağmuruna tutulur; Klopstock, Wieland, Herder, Körner gibi isimler olumsuz yorumlar yaparlar. Eseri takdir eden tek isim Schiller olmuştur. 1808’de bugünkü Faust’un birinci kısmı olan Faust, Bir Facia’yı yayımlar. En önemli kısımları 1824-1831 arasında yazılan eserin tamamlanmış halinin yayımlanması ancak Goethe’nin ölümünden sonra, 1832’de mümkün olmuştur (Batıman, 1945: 92).

1794’ten Schiller’in öldüğü 1805 yılına kadar iki şair Weimar’da birlikte yaşarlar. Aslında Schiller ile Goethe’nin tanışıklığı Strum und Drang devrine dayansa da samimiyetleri, birlikte çıkardıkları Horen15 isimli edebiyat dergisinin çıktığı yılda, 1794’te başlamıştır. Bu derginin yarattığı polemikler dönemin sanat çevresinde oldukça ses getirmiştir (Batıman, 1945: 86).

İkilinin dostluğu ikisi için de verimli bir dönemdir. Onların bu birlikteliklerini Gürsel Aytaç şöyle yorumlar: “Goethe ile Schiller’in 1790’lardaki dayanışması, ortak çalışması, Fransız İhtilâli karşısında politikadan uzak bir edebiyat tutumunda birleşme ilkesine dayanıyordu” (Aytaç, 2002: 102).

Goethe Wilhelm Meister’ın Öğrenme Yılları’nı ve Faust’un ilk kısmını Schiller ile birlikte çalıştığı bu yıllarda tamamlar. Schiller’in ölümünden sonra ise hayattan ve siyasetten uzaklaşarak yarım kalacak otobiyografisini yazmaya başlar.

Arapça ve Farsça ile uğraşır, Doğu klasikleri ile yakından ilgilenir. 1819’da Doğu Batı Divanı’nı16, 1821’de Wilhelm Meister’ın Yolculuk Yılları’nı tamamlar.

Goethe, ilk Strum und Drang’ın devamı olarak gelişen romantik dönem için önemli bir isimdir. Ancak büyük şair, Strum und Drang çağından sonra keskin bir dönüşle, yüzünü klasik olana döner. Üstelik romantiklere karşı olduğunu da belli eder. Heinrich Heine, Goethe’nin romantiklere karşı olumsuz tavrının ne kadar etkili olduğunu şu sözleriyle anlatır:

Böylece Romantizm Okulu Katolik eğilimlerinin ortaya çıkmasıyla kamuoyu önünde oldukça büyük bir yara almışken, aynı zamanda kendi tapınağında da,

15 Wilhelm Schelegel de bu dergide yazmaktadır (R. Safranski, Romantik, çev: Ali Nalbant, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2013, s.86).

16 J. W. Goethe, Doğu Batı Divanı, çev: Senail Özkan, Ötüken Yayınları, Ankara, 2016.

24

üstelik kendisinin oraya yerleştirdiği tanrılardan birinin ağzından, öldürücü bir darbe aldı. Zira Wolfgang Goethe kaidesinden indi ve kendisinden buhur dumanlarını eksik etmemiş olan başrahiplerden başkası olmayan Schlegel Kardeşleri lanetleyen hükmünü verdi. Bu ses bütün ifritleri ortadan kaldırdı;

Ortaçağ’ın hayaletleri gözden kayboldular; baykuşlar karanlık kale kalıntılarına çekildiler; kuzgunlar yeniden eski kilise kulelerine doğru kanatlandılar (Heine, 2015: 68).

1759 doğumlu Johann Christoph Friedrich von Schiller, “dramatik nev’in en büyük şairi” olarak anılır (Batıman, 1945: 94). 1781’de, henüz yirmi iki yaşındayken Haydutlar’ı yazar. Gençliğinin en mükemmel ve tanınmış eseri olarak anılan Haydutlar, Strum und Drang üslubunda yazılmıştır. Sahneye konulduğunda da başarıya ulaşır ancak himayesinde olduğu prens, bu eserden son derece rahatsız olarak ona edebiyatı yasaklar. Schiller de bunun üzerine mesleğini, ailesini ve vatanını terk ederek kaçar. Mannheim’a giden şair, sefalete düşer. Bir dönem asil bir kadının, bir dönem hayranlarının himayesinde kısa süreli bir huzura kavuşur (Batıman, 1945: 94-99).

Schiller’in Don Carlos piyesi ise, Strum und Drang dönemi ile Klasik dönem arasındaki geçit kabul edilir. İlk defa nazım şekli vardır, Strum und Drang döneminin coşkunluğu yenilmiş, yerini düşünce, sükûnet ve ideal sevgisi almıştır. İlk eserlerinde mevcut düzenin yıkılması gerektiğini savunurken, bu piyeste yeni nizamın nasıl kurulacağını da gösterir. (Batıman, 1945: 99).

Don Carlos’u tamamladıktan sonra Wiemar’a gelen Schiller, evleneceği kadınla ve Goethe ile tanışır. Herder ve Wieland ile yakınlaşır. Goethe aracılığı ile Jena Üniversitesi’nde tarih dersleri vermeye başlar. 1790’da evlenen şair, Kant felsefesi ile yakından ilgilenir. Kendi tabiriyle “romantik bir trajedi” olan Orleans Bakiresi isimli dram eseri, Goethe ile birlikte çıkardığı Horen mecmuası, Musenalmanach isimli şiir mecmuası, vatan aşkı üzerine yazdığı piyesler, “romantik edebiyat devriminin ön oyunu” (Safranski, 2013: 40) kabul edilen 1794 tarihli oyun kuramı… Tüm bunlara ve Alman edebiyatında “hürriyet şairi” olarak anılmasına rağmen Romantikler, Schiller’i takdir etmezler. Schiller hak ettiği değeri, daha sonraları, savaş yıllarında kazanacaktır (Batıman, 1945: 94-112).

Safranski, Schiller’in romantik kuşağın öncü isimlerinden biri olduğunu düşünür: “Schiller sanatın ve edebiyatın özgürleştirici etkisine büyük umutlar bağlar.

Estetiğin böyle benzersiz biçimde kıdeminin yükseltilmesini, ilk romantik kuşak

25 devam ettirecektir (Safranski, 2013: 41). Schiller’in tabiata bakışının da romantikler için öncül olduğunu söylemek mümkündür. Tabiatı saf olarak tanımlar Schiller, onu olduğu gibi görür ve tabiat üzerinde fikir yürütmez (Batıman, 1945: 101). Dehanın da saf olması gerektiğini söyler; ona göre deha kaide ve kurallarla bozulmamış olmalı, bilakis tabiattan bir parça gibi ruhunda ve eserlerinde tabiatı aksettirmelidir (Batıman, 1945: 101). Schiller’e göre saf şairin vazifesi realiteyi tamamen taklit etmektir. His şairliği ise, realiteyi ideal yapmak ya da ideali tasvir etmektir (Batıman, 1945: 102).

İki yakın arkadaş olan Schiller ve Goethe, birlikte geçirdikleri yıllara rağmen iki farklı edebî kişilik olarak karşımıza çıkarlar. Burhanettin Batıman, bu iki şairi şu cümlelerle karşılaştırır: “Goethe realistti ve hususî hadiselerden hareket ederek umumî neticeye varan bir görüş tarzı vardı. İdealist olan Schiller ise fikir yüksekliğinden yavaş yavaş aşağı inerek umumî hususîye çıkaran bir metotla çalışıyordu” (Batıman, 1945: 85-86).