• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM: ŞİDDET ÜZERİNE

B. Simgesel Şiddet

Bourdieu ve Passeron, görünür, fizik olan şiddetin yanı sıra, hatta ondan çok daha yaygın ve etkili olabilen simgesel şiddeti iktidar ilişkileri bağlamında inceler.221 İktidarın simgesel şiddeti seferber edişinin işlevi ve amacı, temelindeki güç ilişkilerini gizleyerek dayatmak ve simgesel gücünü güç ilişkileri içine eklemektir. Simgesel ilişkiler, güç ilişkilerinin beden üzerinde açık etkilerinin hem ortağı hem de onlardan ayrı olarak farkı iktidar ilişkileri örgütleyebilen ilişkilerdir. Simgesel ilişkilerin güç ilişkileri içindeki belli bir orandaki özerkliği simgesel şiddetin de ‘gerçek’ (fizik) şiddetten farklı bir yapılanışı olduğu anlamına gelir. Bu nedenle Bourdieu için simgesel ilişkileri ve simgesel şiddeti

221 P. Bourdieu, J. Passeron, Yeniden Üretim: Eğitim Sistemine İlişkin Bir Teorinin İlkeleri, çev.

A. Sümer, L. Ünsaldı, Ö. Akkaya, Ankara, Heretik Yayınları, 2015. Yazarlar bundan sonra metin içinde yalnızca Bourdieu olarak anılacak.

sosyolojik analizin merkezi öğelerinden biri haline getirmeyen çözümleme, sosyolojinin var oluş imkânını da yok saymış olur.222 Bourdieu için güç ilişkileri, belirli bir grup ya da sınıfın güç ilişkilerindeki hâkim konumunu yeniden üretecek şekilde bir düzen oluşturur ve bu düzen, güç ilişkilerinin olumsal karakteri anlamında keyfidir. Simgesel şiddetin de bu keyfiyete dair ikili bir gizleme işlevi vardır. Birincisi, keyfi olması hasebiyle sürekli olarak sağlanması gereken bir meşruluğun, güç ilişkileri düzeninin ihtiyaç duyduğu zor öğesine simgesel iktidarın kültürel düzeni içinde cevap vermesidir. Bu anlamıyla simgesel şiddet güç ilişkileri dayatmalarını gizleyerek işlev görür. Güce dayalı ilişkilerin simgesel şiddet yoluyla gizlenişinin ikinci yönü, bizzat bu dayatmalara ilişkindir. Güç ilişkilerinin simgesel dayatması olarak simgesel şiddetin araçları kendi şeditliğini ve dayattığı simgeselliği de gizlemek durumdadır.223

Kültürel bir keyfiyet ya da başka bir ifadeyle kültürel olumsallığa bağlı olan tekil bir kültürel edim daima simgesel bir şiddeti barındırır. Çünkü her halükârda keyfi olan bir iktidarın dayatması sonucu meydana gelir. Keyfi olandan kasıt tüm bir nesnel güç ilişkileri düzeninin kültürel kodları ve tam da bu nesnel güç ilişkileri düzeninin kendisidir.

Özellikle pedagojik eğitim ile "bir toplumsal formasyonu oluşturan sınıf ve gruplar arasındaki güç ilişkileri", özünde kültürel bir keyfiyet olsa da, iktidarın temelini oluşturan ilişkilerin yeniden üretimi için simgesel şiddet ile dayatılarak zihinlere kazınır.224 Simgesel olsun olmasın, iktidar ilişkilerinin simgesel şiddet ile yeniden-üretilmesi ancak iletişim

222 P. Bourdieu, 2015, s. 34.

223 A.g.e, s. 45.

224 A.g.e, s. 36.

ilişkisi çerçevesinde mümkündür. Fakat burada iletişimin kendisi nötr bir değer taşımaz;

hali hazırda iletişim, güç ilişkilerinin bir ürünü olarak çerçevelenmiştir. Bu nedenle iletişim ortamının kendisi her zaman "dolaylı yollarla olsa da eksiksiz biçimde hâkim grup ve sınıfların nesnel çıkarlarına uygun düşer".225 Hâkim sınıf ve grupların çıkarlarına uygun düşen güç ilişkilerinin yeniden-üretilmesine hizmet eden kültür düzeni anlamları bakımından tamamen keyfidir fakat simgesel şiddetin tatbik edildiği "sosyo-mantıksal"

seçimlerin kendisi, bu keyfiyetin zorunlu sonuçlarıdır.

Bourdieu için bir güç ilişkisi ya da özel olarak bir şiddet eylemi, ne kadar mekanik ya da hoyratça olursa olsun, ek olarak daima sembolik bir tesir de tatbik eder.226 Simgesel şiddetin iktidarın simgesel düzeni içerisine yerleşmesi, simgesel iktidarın dayattığı anlamların olabildiğince kendiliğinden kabul edilmesine bağlıdır, fakat bunun gerçekleştirilemediği ölçüde doğrudan zorlama araçlarına başvurulur. Doğrudan zorlama araçları ise ilk bakışta güç ilişkilerinin doğrudan bir ifadesiymiş gibi görünse de etkisi bakımından daima simgesel bir etki de üretir. Ancak simgesel şiddetin başlıca karakteri, kendini bir şiddet olarak göstermemesi, şeditliğini gizlemesidir. Bu da ancak söz konusu simgesel şiddet eyleminin bağlı olduğu spesifik kültürel ve simgesel iktidar ile belirli bir yatkınlık ilişkisi içinde mümkün olur. Diğer deyişle simgesel şiddet eylemi, bir şiddet eylemi olarak tanınmayacak şekilde şiddetin kültürel/hukuki tanımının dışında fakat aynı zamanda verili toplumsallık içinde "gerekli", "önemli", "yerinde" vb. konumlandırmalara

225 A.g.e, s. 37.

226 A.g.e, s. 40.

ihtiyaç duyacak şekilde önyatkınlıklara227 gereksinim duyar ve aynı zamanda onları güçlendirir. Bir gazetenin nasıl belirli bir okuyucu kitlesi varsa ve gazetenin mesajı ile okuyucunun okumayı beklediği şey belirli düzeylerde nasıl karşılıklı olarak birbirini gözetmeyi gerektiriyorsa, simgesel bir şiddet de benzer biçimde belirli toplumsal formasyon tarafından yatkınlığa ihtiyaç duyar ve bu meyil üzerinde onlar(l)a oynar.

Fizik zorlamanın iktidar bakımından başarılı olabilmesi ve amacına uygun etkiyi sağlaması ancak şiddetine eklenmiş simgesel etkiyle mümkün olur.228 Ancak bu, simgesel şiddetin gerektirdiği "yanlış tanıma" olgusuna karşıt değildir. İktidarın güç ilişkilerini gizleyerek kendini yeniden üretme mecburiyetinde olduğu gibi, simgesel şiddetin fizik şiddetten farkı, etkisinin ve kuvvetinin şiddet olarak tanımlanmaması, kabul edilen şiddet kategorileri içerisine yerleştirilmemesidir. Simgesel şiddetin dayatma gücü, tam da bu yanlış tanıma, "tatbik edilen sembolik şiddetin grup veya sınıflar arasındaki mevcut güç ilişkileriyle hiçbir ilişkisi olmadığı yanılsaması" ile mümkündür.229 Bu yanılsama bazı durumlarda, özellikle iktidar ilişkilerinin simgesel bağlamlarında özgül biçimde manipüle edilir. Örneğin, güç ilişkilerinin paranteze alındığı veya "şiddetin bir tür simgesel saldırmazlık anlaşmasıyla askıya alındığı" aile içindeki sevecen, farklı toplumsal grup ve statüye yönelik anlayışlı ve hatta ötekinin acısına karşı duyarlı oluşların kendisinde dahi en nihayetinde dilin temeline yerleştiği güç ilişkilerinin bulunması kaçınılmazdır. Dahası, ister kişiler arasındaki birebir ilişkilerde isterse de özellikle sömürgecilik sonrası halklar

227 A.g.e, s. 56.

228 A.g.e, s. 67.

229 A.g.e, s. 98.

arasındaki ilişkilerde olsun, tahakküm kurmamanın kendisi "küçümseme stratejisinin bir boyutu olabilir, ya da şiddeti daha üst bir inkâr ve gizleme derecesine taşıma, yok sayma etkisini pekiştirme şekli, dolayısıyla simgesel şiddet aracı olabilir."230 Simgesel şiddet, kuvvetin direkt icrasından ayrı olarak, şeylerin düzeni aracılığıyla, tüm bir toplumsal güç ilişkilerinin ürünü olan dilsel, nesnel ve kültürel pozisyonların manipülasyonu aracılığıyla, onları kendi konumuna göre işleyerek ve aynı zamanda bu konumları yeniden üreterek, yani onlara tâbi olarak, gerçekleştirilen dayatmalardır.

İlişkilerin simge ve onun karşısına koyutlanan "gerçek" ile bağlantılarının tutarlı, kapsayıcı ve olabildiğince tüketici bir sınıflandırmasını yapmak güçtür. Güçtür, çünkü simgesel bağlamların askıya alındığı salt tahakküm ilişkilerinde dahi öngörülemeyen ve hesaplanamayan simgesel bağlamlar daima ortaya çıkar. Diğer deyişle simgesel karşılıklılığın zorla tahakküme kurban edildiği durumlarda bile simgesel bir bağ daima bir biçimde geri döner. Diğer taraftan ise simgesel olan ile gerçek olanın keyfi ayrılığı, sınıf ve kategorilerin koyutlanışı hali hazırda güç ilişkilerindeki belirli bir tahakküm biçiminin konumuna -tersine döndürülebilir biçimde- kayıtlıdır. Simgesel şiddet, simgesel ilişkinin paranteze alındığı "salt tahakküm" ilişkilerinde simgesel ilişkiyi başka bir konumdan geri çağıracak şekilde devam edebilir. Hayvanlar ile insanlar arasındaki bağlamsal ilişki bunun en açık örneklerini sunar.

230 P. Bourdieu, L. Wacquant, Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar, çev. Nazlı Ökten, 7.

basım, İstanbul, İletişim Yayınları, 2016, s. 140.

Baudrillard günümüzde hayvanlarla kurulan ilişkinin kurban etme ve onunla aynı düzleme oturacak şekilde "içli dışlı" olmanın şiddetinden, keskin bir mesafeleniş ile biçimlenen deneysel ve aynı düzleme oturacak şekilde duygusal bir şiddete evrildiğini belirtir.231 İnsan topluluklarının tarihsel olarak ilksel biçimde hayvanlarla kurduğu evrensel ilişki tipi onlara tanrısal ve kutsal bir soydan gelme ayrıcalığını tanımaktır.

Kurban etmenin yanı sıra avlanma da simgesel bir ilişki olarak kurularak topluluk ile hayvan arasında bir tür alıp verme bağlamına dahil edilmektedir. Bugünün ‘et’ endüstrisi ve hayvanlar üzerinde geçekleştirilen deneyler göz önüne alındığında, ilkel topluluklarda hayvanların tüketim amaçlı kullanılması, nesnel parçalamanın ve maddi bileşenlerine ayırmanın meta-şiddetinden ziyade topluluğun sınırında meydana gelen bir değiş tokuşun simgesel şiddet süreçlerini taşır. Dahası, binek ve besi hayvanlarının evcilleştirilmesi (domestication) de hayvanlarla kurulan simgesel ilişkinin devamı niteliğindedir. Binek ve besi hayvanlarının endüstriyel kullanım öncesindeki evcilleştirilmesi, topluluk içine hayvanın belirli bir oranda içeri dahil edilmesi, tam da bu nedenle topluluğun kendi yasalarına yine belirli biçimlerde tâbi olması sonucunu her zaman beraberinde getirmiştir. Özellikle temel geçim kaynağının hayvancılık olduğu bazı topluluklarda genel akrabalık sistemine hayvanlar da dahil edilir. Hayvanların, mitsel, tanrısal, kutsal ve aynı anlama gelecek şekilde "kurban edilmeye değer" görüldüğü simgesel ilişkilenme tarzında hayvan, bugün anladığımız anlamda doğanın “doğal” bir parçası olarak görülmemekteydi. Baudrillard, "hayvanları biçimsel olarak mahkûm eden ve cezalandıran şu bizim tiksintiyle karşıladığımız Ortaçağ"da bile hayvanlarla girilen

231 J. Baudrillard, Simulakrlar ve Simülasyon, çev. Oğuz Adanır, 10. basım, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2016, s. 179.

simgesel ilişkinin, bizzat suçlama yolu ile sürdürüldüğünü belirtir.232 Çünkü törensel olan her cezalandırma aynı zamanda suçlunun belirli bir düzeyde onurlandırılışı, -son derece kanlı olabilen- tören sahnesinin bir kurucusu oluşu niteliğiyle onurlandırılması anlamını muhafaza etmeyi sürdürmekte ve belirli bir biçimde hayvanlara addedilen tanrısal/mitik varoluşu gözetmeye devam etmektedir.

Bugün için ise toplumlar endüstrileşmeleri ölçüsünde hayvanları ne kurban etmeye ne de cezalandırmaya ve hatta binek ya da besi hayvanı olarak evcilleştirmeye (topluluğun zorunlu ve vazgeçilmez bir parçası olarak hayvanın içeride konumlandırılışına) değer görür. Hayvanlarla kurulan "saf tahakküm" ilişkisi güçlendikçe onları yalnızca sınai üretimin konusu olan protein kaynakları, bilimsel bilginin ve insanlığın ilerlemesinin konusu olarak deney nesnesi ve duyarlılık kültürünün konusu olan bakıma, korunmaya muhtaç ev hayvanları olarak, ekonomik, bilimsel ve duygusal sömürünün nesneleri biçiminde konumlandırıyoruz. Tüm bu farklı sömürü biçimleri, hayvanlar üzerinde kurduğumuz mutlak tahakküm ve türsel aşağılıklığa eşlik eden acıma ve şefkat duygusunda, kendini duygusal bir şiddet biçiminde gösterir:

Günümüzde ise onları (hayvanları) adam yerine koymayarak birer hiç muamelesi yapıyor ve bu düşünceye dayanarak kendileriyle “insanca” ilişkiler kurmaya kalkıyoruz!

Artık onları kurban etmeyip cezalandırmadığımız gibi, bir de bununla gurur duyuyoruz.

Oysa bunun nedeni onları evcilleştirmemizdir. Daha da kötüsü onları adalet sistemimiz tarafından yargılanmaya değer bulmadığımız, bizimkinden kesinlikle farklı daha alt düzeyde yer alan bir dünyaya ait varlıklar olarak görüp şefkat ve toplumsal merhamet

232 A.g.e.

gösteriyor, cezalandırma ve ölümden çok deney hayvanı ve kasaplık et muamelesi görmeye layık olduklarını düşünüyoruz.233

Bugün hayvanların endüstriyel ilişkiler çerçevesinde evcilleştirilme sömürüsünün gerçekleştirildiği üç temel biçim olduğu iddia edilebilir. Birincisi hayvan ürünleri endüstrisinin devasa çiftlikleri, ikincisi bilimsel ya da meta üretimine yönelik deney endüstrisinin kafesleri ve son olarak da duygusal sömürünün konusu olarak hayvanların ev içine kapatılması. Bunların tümü üretim ve tüketim ilişkilerinin biçimi bakımından benzer süreçleri paylaşırlar. Bu benzerliği onlar için beslenen acıma şefkat duygusunda ortaklaştırmak mümkündür, çünkü özellikle sınaî ve bilimsel pazarın sömürü nesnesi olan hayvanlar "insanlık dışı" yaşama koşullarına mahkûm edilerek aşağılandıkları ölçüde her canlıya beslenmesi gereken (esasında insana ve onun sömürülüşüne benzediği ölçüde demektir bu) ilgi ve şefkatin konusu olabilmektedir. Bu anlamda ev hayvanı için takınılan tavırla endüstriyel sömürünün konusu olan hayvanların "doğal hakları"nı öne sürerek gerçekleştirilen özgürleştirici karşı çıkış dahi aynı duygusal şiddetten beslenen türsel aşağılamanın dinamiklerinden beslenir. Hayvanların sınaî ya da deney endüstrisine yönelik sömürüsündeki katıksız türcülükte korkunç derecedeki şiddetin varlığına dair bir beis yoktur, fakat bu katıksız şiddet içerisinde koparılmış olan hayvanlarla kura geldiğimiz simgesel ilişki, bir başka simgesel şiddet, hayvanlara beslediğimiz salt şefkat, acıma gibi özünde alçaltıcı olan duygusal şiddet biçimleri ile geri döner. Bu anlamda hayvan

233 A.g.e, s. 178, 179.

sevgimiz, "masumluk ve çocukluk konumuna mahkûm edilerek kendilerine sevgi ve şefkat gösterilen çocuklar"la benzer bir aşağılayıcı simgesel şiddette ortaklaşır.234

Sonuç olarak şiddetin, simgesel biçimler altında çok farklı biçim ve düzeylerde eşitsizlikçi ilişkilerinin hizmetinde ve fizik şiddetin açık tahakküm biçimlerinin ötesinde çok daha incelikli yordamlarla genelleşmiş iktidar örüntüleri içinde işlerken aynı zamanda mevcut şiddet kategorileri nezdinde “şiddet” olarak tanınmayan formları da bulunur. Bir diğer deyişle, simgesel şiddet çoğu zaman haklara yönelik bir ihlal olarak belirmezken, aynı zamanda hakların konusu olan varlıkları en az çıplak bir tahakküm kadar etkileme kudretine sahiptir. Bu nedenle kapsamlı bir şiddet eleştirisi, şiddetin toplumsal mekanizmasını anlamak üzere yalnızca ihlal nosyonu üzerinden hareket edemez. Ancak simgesel şiddet nosyonu da tek başına kapsamlı bir şiddet eleştirisi için yeterli değildir, çünkü şiddetin iktidar ilişkileri düzlemindeki fail ve kurban arasındaki şebekesine odaklanmakla yetinir. Ancak kurbanı tespit edilebilir olsa da faili belirli bir özne olmayan şiddet biçimlerinden de bahsetmek mümkündür ve bu nedenle şiddetin karşılıklı güç ilişkilerini belirli bir anlamda aşan total yıldırma ve caydırma biçimlerine de odaklanılması gereklidir.

234 A.g.e. Çocukluğun burjuva üretim ilişkileri içerisinde korumanın, şefkatin, acımanın ve masumluğun göstergeleri altında bir tür kontrol ve simgesel sömürü düzeneğine tâbi olan tarihsel kuruluşu için, bkz. N. Elias, Uygarlık Süreci Cilt I: Sosyo-Oluşumsal ve Psiko-Oluşumsal İncelemeler, çev. Ender Ateşman, 10. basım, İstanbul, İletişim Yayınları, 2017.