• Sonuç bulunamadı

Seyyid Kutup'a Göre İslam'ın Temel Özellikleri

BÖLÜM 2: SEYYİD KUTUP'UN DİN VE TOPLUM ANLAYIŞI

2.5. Seyyid Kutup'a Göre İslam'ın Temel Özellikleri

Tevhid Dinidir

Kutup'a göre, bütün peygamberlerin toplumlara ortak mesajı eşi ve ortağı olmayan bir ve tek Allah'a inanmaları gerektiği olmuştur. Bu mesaj, ilk toplumla sonraki toplumlar arasında zaman, mekân, ırk, soy gibi ayırıcı özellikleri ortadan kaldırarak bütünleşmeyi ve tek bir toplum olmayı hedeflemektedir. Ona göre bu inanç Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi akıldan önce insan fıtratında doğuştan yer alan bir yetenektir. Nitekim Hz. İbrahim, aklıyla Allah'ı bulmadan önce fıtratı gereği yaşadığı toplumdaki yanlış inançları reddetmektedir. Daha sonra bu tutum, fıtratın aklı harekete geçirmek için bir basamak görevi görmektedir. Peygamberlerin insanlara ilettiği mesajlar fıtratın sahip olduğu bu inancı hatırlatmayı amaçlamaktadır. (Bkz. Kutup, 1980: C.4, 82-87).

Kutup, tevhit inancıyla insanları doğru yola iletmenin amaçlandığını söylemektedir. İnsanların yaptıkları davranışlar hem bu dünya hem de ahiret için karşılık bulacağı bir sonuç barındırmaktadır. Ona göre, dinin sorumlulukları taşıyan peygamberler, toplumlara İslam'ın bu özelliğini kavratarak bir sorumluluk bilinci oluşturmaya çalışmıştır (Kutup, 1980: C.4, 92-93). İslam'ın tevhit özelliği fert, toplum, yönetici, halk, işçi, patron, üretici ve tüketici bütün insanları Allah'a kul olmaya ve O'nun rızasını kazanmaya yöneltmektedir. Bu özelliğiyle İslam, insanları duyguları ve maddi güçleriyle tek bir amaca yönlendirerek toplumda hedef birliği sağlamaktadır. Toplumun bu hedefe yönelmesiyle insanlar arasında manevi bağlar güçlenmekte, bireyler arasındaki ilişkilerin tamamını kuşatan kurallar bütününü oluşturulmaktadır (Kutup, 2014b:163-165).

İslam'ın Tevhit özelliği aynı zamanda itaat, boyun eğme ve teslim olma gibi anlamları da içermektedir. Kutup'a göre hem İslam öncesi hem de günümüzdeki bazı toplumlar hayata ilişkin konularda yasalar oluşturmak için Allah'tan başkasına başvurmaktadır. Ona göre insan, yöneticilik ve egemenlik konusunda Allah'tan başkasını yetkili görmemesi ve tevhit ilkesini gereği gibi yerine getirmesi gerekmektedir (Kutup, 1980:

C.4,120-124). Kutup burada hükmetme, eğitme ve yönetme yetkilerini Allah'a özgü kılmayı insanın zorunlu görevlerinden biri olarak değerlendirmektedir.

Tevhit, inanç bakımından Allah'ın birliğini ifade ederken, sosyal anlamda da toplumsal birliği sağlamaktadır. Gerçek tevhit inancı, İslam'da, toplumsal birliğin sağlanmasıyla mümkün olmaktadır. İslam'da birliğin esas olduğu toplumsal hayatta, farklı görüş, düşünce ve oluşumlara yer verilirken, parçalanmaya, bölmeye, bölünmeye ve ihanete hoşgörü tanınmamaktadır. Böyle bir birlik toplumsal anlamda dirlik ve huzur getirmektedir.

İnsan Aklına Hitap Eden Dindir

Kutup'a göre, İslam'ın ortaya koyduğu mesajlar insan aklına hitap etmektedir. İnsana doğru bir bakış metodu kazandırıp iç ve dış dünyadaki gerçekleri düşünmeye çağırmaktadır. Ona göre akıl, bu mesajların doğru ya da yanlışlığını değil, bunlara inanıp inanmama görevi görmektedir. İnsan aklının buradaki görevi, verilen mesajları doğru bir şekilde kavradıktan sonra onu hayatında kabul etmek ve uygulamaktır. İslam dini zaman ve mekân sınırı gözetmeksizin her dönemdeki insana hitap etmektedir. O yüzden sadece inanç kısmının kabul edilip hayat düzenine dair uygulamaların reddedilmesi aklın tam olarak işlevini yerine getirmediğini göstermektedir (Bkz. Kutup, 1980: C.3, 135-139). Kutup, İslam'ın hüküm ve ilkeleriyle akla hitap eden yönlerinin olmasının yanı sıra sadece akılla bu hüküm ve ilkelerin doğruluk ve yanlışlığına karar verilmeyeceğini belirtmektedir. O aklın yanına imanı da yerleştirerek salt pozitivist düşünceye karşı çıkmaktadır.

Kutup, İslam'ın ortaya koyduğu şekil ve inanç meselesi ile anlatma, dinleme ve kavrama yöntemlerini kullandığını belirtmektedir. İslam, düşünen bir akla, vicdana ve fıtrata seslenmektedir. İnsan mantığının karşısına inanmaya mecbur edici olağanüstü olaylar, baskı ve zorlamanın aksine bazı belli uyarılarla çıkarak onu düşünmeye sevk etmektedir. Ona göre, Allah bu yöntemle insanın irade, düşünce ve duygularına saygı göstermekte, inanç özgürlüğünü ön planda tutmaktadır (Kutup, 1980: C.1, 463-465). Kutup'a göre, bütün peygamberlerin misyonu, Allah'ın belirlediği sistem ve düzen konusunda toplumları uyarmaktır. Bütün bu sistem ve düzeni bünyesinde barındıran İslam, insanların inanmak zorunda olduğu gerçek dindir. Ona göre insan, inanç ve

davranış bütünlüğü içerisinde Allah'a bağlı bir hayat sistemini somut olarak yaşantısında göstermelidir. O, İslam'ın gerçek din olduğu bilinci taşıyanların hayatlarını bu doğrultuda şekillendirmemeleri durumunda ilahi yaptırımla karşı karşıya kalacağını ifade etmektedir (Kutup, 1980: C.2, 122-123, ayrıca Bkz. Kutup, 1980: C.4, 171).

İnsan Hayatını Bütün Yönleriyle Kuşatan Dindir

İslam dini, insan hayatını bütün yönleriyle kuşatan bir kurallar bütününü oluşturmaktadır. Hayatın zaman ve mekân değişkenliklerine bağlı olarak ortaya çıkabilecek sorunları genel prensipler çerçevesinde açıklamaktadır. Allah, insan hayatının ihtiyaç duyacağı bütün kural, yönerge ve hükümleri eksiksiz tamamlayarak gerçek din tanımlamasını yapmaktadır. İnsan bu din sayesinde kendi değerini bularak bir nevi onurlandırılmaktadır ( Bkz. Kutup, 1980: C.3, 187-195, ayrıca Bkz. Kutup, 1980: C.4, 17).

İslam inanç, hukuk sistemi ve değer yargıları konularında sadece Allah'ın belirlediği yöntemle bir toplumsal düzen oluşturmayı amaçlamaktadır. Varlık ve hayata ilişkin düşünceleri, özgün bir yapıya sahip ve bir bütünlük arzeden kurallardan oluşmaktadır (Kutup, 2014a:195).

Kutup, İslam'ın bir yandan ferdi diğer yandan toplumu güvence altına alan bir yapıya sahip olduğunu belirtmektedir. Ona göre İslam, ferdin üstün yetenek, gayret ve kabiliyetlerini kullanabilmesi için belli serbestlikler getirirken içinde bulunduğu toplumun menfaatlerine de zarar vermeyecek şekilde hareket etmesini istemektedir. Örneğin; cömertlik ve cimrilik arasında bir denge sağlayarak tekelciği ve savurganlığı önlemektedir. Çalışmayı da teşvik etmesi bireysel ve toplumsal kalkınma adına bir yarar sağlamaktadır. Böylece İslam, gerek birey gerekse toplum ile ilgili hayatın her yönünü, maddi ve manevi boyutlarını teminat altına almaktadır (Kutup, 2014a:59).

Kutup, İslam'ın İnanç, düzen ve şeriatın arasını sıkı bağlarla bağladığını belirtmektedir. Örneğin; Zekâtın dini bir emir olmasının yanı sıra sosyal dayanışmayı sağlayan fonksiyonunun bulunması sosyal sistemle inanç arasındaki ilişkileri geliştirmektedir. Ayrıca hırsızlık ve zina gibi toplumsal ahlakı bozucu davranışların yasaklanması İslam'ın sosyal sistemi kontrol edici bir vasfının da bulunduğunu ortaya koymaktadır (Kutup, 2014b:166-167).

Toplumsal Huzur ve Barışı Esas Alan Dindir

Kutup'a göre, İslam'ın samimiyet, adanmışlık, vicdan ve duygu yönünden Allah'ın istekleriyle uyumlu yaşama, bu uyumu sürdürme konusunda kararlılık gibi tavsiyeleriyle her dönemdeki bütün insanların barış içinde olabileceği bir ortam hazırladığını belirtmektedir. Böyle bir toplumda vicdan ile duygu dünyası, akıl ile mantık ve insan ile diğer canlılar barış ve güven ortamı yakalamaktadır. Ayrıca Kutup İslam'ın bu özelliğinin toplumları gerçek bir Allah düşüncesine götürdüğünü belirtmektedir. Böylece İslam'ın hem inanç hem de toplumsal düzenlemeye dair işlevi yerine getirilmiş olmaktadır (Bkz. Kutup, 1980: C.1, 329-335).

Kutup, Allah'ın hukukunun uygulandığı toplumu ''İslam Yurdu'' olarak nitelemektedir. Böyle toplumlarda güvenlik ve kamu düzeni uygun bir şekilde işlemektedir. İnsanların iyilikler yapması ve hayatını geliştirip verimleştirebilmesi için birbirlerine güvenebileceği barış ve huzurlu bir ortamın varlığına ihtiyacı vardır. İslam, toplumsal barışı öğütlerken insanların başkalarına karşı kötülüğe ve saldırıya kalkışmasına karşı koruyucu tedbirler almaktadır. Böylece bütün fertleri ilgilendiren dokunulmazlık ve kamu düzeni İslam'ın barış prensibiyle hayata geçebilmekte, terör ve anarşiden uzak bir toplumsal yaşam inşa edilebilmektedir (Kutup, 1980: C.3, 239).

Bireyler sağlam ve doğru imanla beraber faydalı işler peşinde koştuğu müddetçe Allah insanlar arasında sevgi ve barış yaratmaktadır. Böylece iman ve iyi davranış sevgiye, sevgi de bireysel ve toplumsal huzura götürmektedir (Bkz. Meryem, 96). Bireylerin samimi bir şekilde menfaat gözetmeden Allah'a olan sevgisi de iç huzuru arttırmaktadır (Bkz. Şûra, 23). Bu yaklaşımla hareket eden insan devamlı kendi menfaatini düşünmek yerine toplumu da göz önüne alırsa toplumsal huzur ve barış artmaktadır. Sevgi ve saygının olduğu toplumlar güçlü temelleri olan toplumlardır.

İslam, yeryüzünde savaşı gerektiren sebeplerin birçoğunu koymuş olduğu ana prensiplerle ortadan kaldırmaktadır. Örneğin; İslam, tüm insanlığın tek bir hammaddeden yaratıldığını, birbirlerini tanıması ve birbirleriyle kaynaşması için küçük ve büyük toplumlara ayrıldığını bildirirken barışa engel olan ırkçılık taassubunu ortadan kaldırmaktadır. Yardımlaşma ve dayanışmaya engel olabilen ve İslam'ın bütün insanlığa

erişmesine karşı güçlere karşı mücadele edilmesi İslam'da barışın sağlanması açısından önem taşımaktadır (Kutup, 2014d:25-28).

Kutup açısından İslam, barışı bir bütün olarak görerek hayatın her sahasına uygulamaya çalışmaktadır. İslam, barışı önce kişinin vicdanında, sonra ailede ve toplumda daha sonra devletler seviyesinde yerleştirmeye çalışmaktadır. Böylece barışın hayata tümüyle hâkim olma gayesi temelden gerçekleşebilmektedir (Kutup, 2014d:38-39). İslam'ın yeryüzünde farklı renk, ırk ve dilleri inanç bağıyla birbirine bağlaması toplumun aynı sosyal prensipler altında bir bütün olarak yaşamasına katkı sağlamaktadır. Böylece İslam bu farklılıkları ortadan kaldırarak ideal insan bağıyla tüm insanlığı kaynaştırmaktadır (Kutup, 2014b:108).

Dünya ve Ahiret Dengesini Gözeten Dindir

Kutup, Müslümanların Allah'ın halifesi olarak yaratıldığı için dünya hayatından kendilerini soyutlamaması gerektiğini belirtmektedir. Ona göre, İslam'ın Müslümanlardan istediği dünya hayatında Allah'ı hatırlatan iyi işler içinde olmalarıdır. İnsan, onurlu bir varlık sıfatına yakışır biçimde toplum hayatında kendi üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. İslam tarafından meydana getirilen ölçülü ve ileri görüşlü düşünceye dayalı istikametli ve dengeli yaşam, her iki dünyanın verimli geçirilmesine sebep olabilmektedir. Kutup, olaylara ve gelişmelere İslam düşüncesinin zirvesinden bakınca ahiret hayatını unutup tek başına dünya hayatına egemen olma amacının son derece basit göründüğünü söylemektedir (Kutup, 1980: C.1, 321). Gerek amel gerekse inanç bütünlüğü çerçevesinde toplumsal ahlakı iyileştiren davranışların ibadet sayılması İslam'ın akide ile sosyal hayat arasındaki ilişkisini ortaya koymaktadır. Ayrıca oruç ibadetinde beden sağlığı, namaz sayesinde temizlik ve zamanı iyi kullanma bilinci kazanması İslam'ın fertlerde dünya ve ahiret dengesini gözetmesine katkı sağlamaktadır (Kutup, 2014c:49).

İslam, insanın fıtratına uygun olarak doğal ihtiyaçlarını belli ahlakî çerçeveler etrafında yerini getirmesini istemekte ve insan bu yaparken onu devamlı koruma ve denetleme görevi görmektedir. İslam toplumsal düzene katkı sağlamak amacıyla yeryüzünde Allah'ın halifesi konumunda olan insanı, O'nun iradesini yerine getirmek için sosyal bir düzen oluşturması için yönlendirmektedir. Böylece insanların doğal birlikteliğinden

hareketle ortak bir toplumsal hedefi sağlamaya yönelik düzen ve refahın hâkim olduğu bir toplum kurmayı amaçlamaktadır.

Kutup'a göre İslam, vicdanlara hapsedildiği, cami duvarları arasına kapatıldığı, kul ile Allah arasında kaldığı sürece toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmektedir. Böyle durumda İslam'ın hayata yön vermek için gelen prensiplerini topluma mâl etmesi imkansız görünmektedir (Kutup, 2015:78). Sürekli ilerleyen ve değişen hayat koşullarına karşı ihtiyaç hissedilen yeni çözümlerin varlığına İslam, küllî prensipler ve genel kaideler çerçevesinde cevap aramaktadır. İslam'ın prensiplerinin belli bir zaman ve mekânda bir fert veya tarihi devrelerle sınırlı olmadığı düşünüldüğünde insanı her dönem düşünen belli bir amacının olduğu görülmektedir. İslam şeriatı, hayatî ve insanî amaçlara ulaşmak için birtakım sabit ve genel kurallar ortaya koymakta, sürekli gelişen olaylar ve yenilenen ihtiyaçlarının da cevaplanabilmesi için sabit prensiplerin sınırlarını aşmamak şartıyla İslam fıkhına bırakmaktadır (Kutup, 2014b:58-59).