• Sonuç bulunamadı

Son yıllarda uluslararası piyasalarda görülen küreselleşme, ülkeler arasında ticaretin ve sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kalkmasına neden olmuştur. Özellikle gelişmiş (merkez) ülkelerde uygulanan liberal politikalar sayesinde sermaye hareketleri hızlanmış ve finans piyasaları gelişmiştir.

Sermayenin uluslararasılaşması ya da küreselleşmesi denildiğinde, sermayenin ulusal sınırları aşması akla gelmektedir. Uluslararası sermaye akımları, özel sermaye hareketleri, kalkınma amaçlı resmi sermaye hareketleri ve dolaysız yabancı sermaye yatırımları olarak üç grupta toplanmaktadır.53

1.Uluslararası Özel Sermaye Hareketleri

Uluslar arası özel sermaye hareketlerinin en belirgin özelliği, uluslar arası para ve sermaye piyasalarından ticari koşullarla sağlanmalarıdır. Burada esas olan fonların sahiplerinden (fon arz edenlerden) fon talep edenlere belirli bir gelir karşılığında aktarılmasıdır. Bu işleme “mali işlem” adı verilmektedir. Burada fon sahiplerinin amacı, yüklenilen riskle orantılı olarak ellerindeki kaynaklardan en yüksek getiriyi elde etmektir. Eğer fon arz ve talep edenlerden biri yabancı bir ülkenin yerleşiği ise işlem, uluslar arası nitelik kazanmaktadır.

Tasarruf sahiplerini uluslararası alanda yatırım yapmaya iten bir takım faktörler söz konusudur. Bunlardan birincisi, portföy çeşitlendirmesine giderek riski dağıtmaktır. İkincisi, kendi ülkelerinde çıkarılan tahvil ve hisse senetlerine yüksek oranlı vergiler konulmasıdır. Çünkü konulan bu vergiler, net getiriyi düşürmekte ve yatırımcıyı alternatifler aramaya teşvik etmektedir. Bu nedenle de İsviçre, Lüksemburg, Bahama Adaları ve Kanada gibi merkezler sermaye gelirlerini vergi dışı bırakarak uluslar arası sermaye akımları için adeta bir sığınak olmuşlardır.54 Üçüncü olarak da yaşanan teknoloji devrimi sermayenin küreselleşmesine hız kazandırmıştır. Yaşanan devrim, her biçimde sermaye hareketlerini hızlandırdığı, maliyetleri düşürdüğü ve olayların izlenmesini kolaylaştırdığı için sermayenin küreselleşmesi ile özdeş kabul edilmektedir.55 Bir başka faktör de mali kısıtlamaların kaldırılması ve sermaye hareketlerine serbestlik tanınmasıdır. Kısacası tüm bu faktörler, fon sahiplerini uluslar arası alanda yatırıma teşvik etmektedir.

Uluslar arası sermaye hareketleri vadeleri bakımından incelendiğinde ise “kısa” (1 yıldan az), “orta” (1-5yıl) ve “uzun” (5 yıldan fazla) vadeli olarak tanımlanabilmektedir. Kısa vadeli fon alım satımının yapıldığı piyasalara “para piyasası” adı verilmektedir. Bu piyasada işlemler bir yıldan daha kısa süreli olarak yapılmaktadır. Bu piyasaların temel aracı ise, ticari bankalardır. Orta ve uzun vadeli fonların alım satımının gerçekleştirildiği piyasalara ise “sermaye piyasaları” adı verilir. Bu piyasadaki fonlar, tahvil ve hisse senedi gibi menkul değerlere bağlıdır. Kısacası para piyasası işlemleri bankacılık sistemi aracılığıyla gerçekleştirilirken, sermaye piyasası işlemleri menkul kıymet borsalarında gerçekleştirilir.

Bu konuda özellikle üzerinde durulması gereken ve gelişmekte olan ülkeler açısından büyük problemler yaratan kısa vadeli sermaye hareketleridir. Çünkü kısa vadeli sermaye, ekonominin gelişim potansiyeline göre değil, genellikle finansal aktiflerdeki yüksek getiriden ve faiz-kur arbitrajından yararlanmak amacıyla ülkeye girmektedir. Yani kısa vadeli sermaye, büyük ölçüde spekülatiftir ve “sıcak para” niteliği taşımaktadır. Vade kısa olduğu için de ekonomik büyümeye hiçbir katkısı yoktur, yalnızca geçici olarak ödemeler dengesi ve kamu açıklarının finansmanına yardımcı olmaktadır. Özellikle yatırım ve tasarruf yetersizliği çeken gelişmekte olan ülkeler 1990’lı yıllardan itibaren sorunları sıcak para girişiyle aşmaya çalışmışlar, ancak iç dengelerinin çok hassas olması nedeniyle de dış şoklardan kolayca

54 Halil Seyidoğlu, a.g.e., s. 482. 55 Gülten Kazgan, a.g.e., s. 161.

etkilenmiş ve krizlerle karşı karşıya kalmışlardır. 1994 Meksika Krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi,1999 Brezilya Krizi ve Türkiye’de 1994, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan krizler ve yine 2001 yılında Arjantin’de yaşanan kriz bu niteliktedir. Bu ülkelerin hepsinin problemleri ortaktır. Cari açıklar, kamu açıkları, enflasyon ve makro ekonomik dengesizlikler bu ülkelerin en büyük sorunları olmuş ve onlar da çözümü uyguladıkları sabit kur politikaları ile sıcak parayı ülkeye çekmekte bulmuşlar, ancak sonuçta bu ekonomik krizler yaşanmıştır.

2.Resmi Sermaye Hareketleri

Gelişmiş ekonomilerin, az gelişmiş ekonomilere yaptıkları bağış ve kredi şeklindeki yardımlardır. Krediler, belirli bir vadesi olan ve faizi ile birlikte ödenmesi gereken fonlardır. Hibeler ise, bağış niteliğindedir ve bunların geri ödemesi söz konusu değildir. Ancak resmi fon hareketleri daha çok kredi biçiminde olmaktadır, hibelerin payı ise göreceli olarak daha düşüktür. Uluslararası resmi sermaye akımlarının da amaç genellikle kalkınma olduğu için bunlara “dış yardım” (foreign aid) adı da verilmektedir.56

Kalkınma kredileri, yabancı ülke hükümetleri ile uluslararası ekonomik ve mali kuruluşlar tarafından sağlanır. Bunların “dış yardım” niteliği taşımasının nedeni, kredi koşullarının uygun olmasıdır. Faizler genellikle çok düşük tutulur ve geri ödeme süresi uzundur. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki pek çok az gelişmiş ülke kalkınma amacıyla bu tür kredilere yönelmişlerdir. Çünkü bu ülkelerde kalkınmak için gerekli olan tasarruf bulunmamaktadır. Bu nedenle de milli gelirden yatırımlara ayrılan pay çok düşük düzeylerdedir. Bu açığı kapatmanın yolu olarak da krediler görülmüştür.

Kısacası, az gelişmiş ülkelerin kalkınma kredisine başvurmalarının birinci nedeni, yeterli kalkınma hızını gerçekleştirebilmek amacıyla gerekli olan kaynağı elde etmektir. Yani içinde bulundukları “fakirlik kısırdöngüsü”nü kırmanın yolu olarak dış yardımları görmektedirler. İkinci amaç ise, ülkedeki döviz kıtlığını gidermektir. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde karşılaşılan en büyük sorun “döviz darboğazı”dır. Döviz ise, tasarrufların yatırımlara dönüştürülmesini sağlar. Çünkü bu ülkeler üretebilmek için ara ve yatırım malı ithal etmeye, bunları ithal edebilmek için de dövize mecburdurlar.

Ancak burada önemli bir sorun da ortaya çıkmaktadır. Bu krediler, amaca uygun olarak kullanılmadığı takdirde ülkede var olan makro ekonomik sorunlar daha da büyüyecektir. Dış kredilerin sermaye birikimine katkıda bulunması için gereksiz ve lüks malların ithalatından özenle kaçınılmalıdır. Ayrıca alınan bu yardımların, yani dış kaynağın reel üretimi arttırması gerekir. Aksi takdirde dış yardım almanın bir anlamı olmayacaktır. Zaten reel üretim arttığı sürece ülkelerin bu aldıkları borçları geri ödemesi de kolaylaşacaktır. Bu gerçekleşmediği takdirde ülke, eskisinden de kötü bir duruma gelecek, tamamen dışa bağımlı olacaktır.

3.Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları

Literatürde özel yabancı sermaye hareketleri içerisinde değerlendirilen doğrudan yabancı sermaye konusunda pek çok tanımlama bulunmaktadır. Yabancı yatırım, yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından başka bir ülkeye taşınmasıdır.57 Doğrudan yabancı sermaye yatırımı uluslar arası sermaye akışı anlamına gelmektedir. Ya yabancı bir ülkede bir firma kurulur, ya da yabancı ülkedeki bir şirkete sermaye yatırılarak ana firmanın büyümesi sağlanır. Burada yavru şirket genellikle ana şirketin elindeki teknoloji, ticari sırlar, yönetim bilgisi, ticaret ünvanı ve öteki kolaylıklardan yararlanır. Karşılığında ise, kazanılan karların bazen tamamı bazen de bir kısmı ana şirkete aktarılır.58 Bu şirketlerin en önemli özelliği ise, yurtdışındaki işletmenin mülkiyetine kısmen veya tamamen sahip olmaları ve aynı zamanda da yönetim ve denetimi ellerinde bulundurmalarıdır.59 Ayrıca bu yatırımların ekonomik, davranışsal ve stratejik pek çok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenler arasında ilk olarak hammadde kaynaklarına yakınlık sayılabilir. Hammaddelerin işlenmesine yönelik yatırımlar, tıpkı madenlerde olduğu gibi kaynakların bulunduğu yere kurulmaktadır. Bir başka neden faaliyetlerin bütünleştirilmesidir. Bu durum maliyet avantajı sağlayacaktır. Ayrıca aktarılamayan, uzun yılların deneyimi sonucu ortaya çıkan bilgiler vardır. Bu bilgiler ancak doğrudan yabancı sermaye yatırımları yoluyla başka ülkelere aktarılabilmektedir. Bazı firmalar ise, ticaret unvanlarının korumak amacıyla yurt dışında da üretimlerini kendileri

57 Devlet Planlama Teşkilatı, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel

İhtisas Komisyonu Raporu, DPT:2514-ÖİK:532, Ankara, Mayıs 2000, s. 1.

58 Suna Oksay, Çok Uluslu Şirketler Teorileri Çerçevesinde Yabancı Sermaye

Yatırımlarının İncelenerek Değerlendirilmesi, erişim: 06.08.2005, www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/oksay3.pdf , s. 1.

gerçekleştirmek isterler.(Örneğin; McDonald’s) Ya da bazı sektörlerde isim yapmış olmak çok önemlidir. Örneğin; bankacılık sektöründe, bir bankanın güvenilirliği açısından bakıldığında isim konusu ön plana çıkmaktadır. O zaman da unvandan yararlanmak söz konusu olacaktır. Bir başka neden de sırların korunmak istenmesidir. Bu yatırımlarla, ithalatçı ülkenin koyduğu tarife ve kotalardan da kurtulmak mümkün olacaktır. Bunların dışında müşteri izleme, yatırımları çeşitlendirme, ucuz faktör kullanımı, tekel avantajından yararlanmak gibi pek çok neden bulunmaktadır.60

Doğrudan yabancı sermaye yatımlarının geçmişine baktığımızda çok eskilere dayandığı görülmektedir. Ancak bununla birlikte bu yatırımlar, 1980’lerde küreselleşmenin ve küresel rekabetin hız kazanmasıyla daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Bu yatırımlar, 1970’li ve 1980’li yıllarda daha çok sermaye ihraç eden gelişmiş ülkelere yönelmişken, 1990’lı yıllarda giderek artan oranlarda gelişmekte olan ülkelere gitmeye başlamışlardır. Bunun en önemli nedenlerinden biri de gelişmekte olan ülkelerde 1980’li yılların sonunda yaşanan borç krizidir. 1990’ların başında bu konuda dünya toplam yatırım hacmi içinde %20’den az paya sahip olan gelişmekte olan ülkelerin payı, 1990’ların ortalarında %40’lara yükselmiştir. Zaten gelişmekte olan ülkelerin kalkınabilmek için bu yatırımları çekmeye ihtiyaçları vardır. Çünkü bu ülkelerin, ekonomik kalkınmalarının finansmanında var olan yapısal darboğazlar ve bunun hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya çıkan sermaye birikimi yetersizliği karşısında tek alternatifleri dış finansmandır. Dış finansman kaynakları ise, geleneksel ve alternatif kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. İşte bu alternatif kaynaklardan biri uluslar arası özel sermaye hareketleri kapsamında incelediğimiz portföy yatırımları, diğeri ise doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır.61 1980’den sonra merkezden çevreye doğru gerçekleşen bu yatırımlarda özellikle hizmetler sektörü (bankacılık, sigortacılık, ticaret ve turizm, gibi…) ön plana çıkmış ve bu alandaki yatırımlar daha da hızlı bir artış göstermiştir.

Kısacası, dünyada küreselleşme süreci öncesinde yeterince önemsenmeyen yabancı sermaye, bugün kalkınmaya olan katkısının anlaşılmasıyla gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin ilgi odağı haline gelmiştir.

60 Halil Seyidoğlu, a.g.e. , s. 666–668. 61 Devlet Planlama Teşkilatı, a.g.r. , s. 2.