• Sonuç bulunamadı

24 Ocak Ekonomik İstikrar Programı, kamu harcamalarının sağlıklı kaynaklardan finansmanını benimsemiştir. Bu temel felsefe çerçevesinde kamu gelirlerini arttırıcı ve harcamalarda azami tasarruf sağlamaya yönelik yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle bir yandan artan vergi yükünün adaletsiz bir şekilde sabit gelir grupları üzerinde yoğunlaşması, diğer yandan da vergi ve vergi benzeri kamu gelirlerinin fiyat artış hızına ayak uyduramaması nedeniyle bütçe açıklarının yıllar itibariyle büyüme eğilimi göstermesi, Türk vergi sisteminde yeni düzenlemeler yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu dönemde izlenen vergi politikalarında genel olarak monetarist içerikli tüketim vergilerinin arttırılması, özel sektör yatırımlarının ve ihracatın teşvik edilmesi ön planda tutulmuştur.

1980 ve 1981 yıllarında vergi yasalarında yapılan değişikliklerle ihracatın özendirilmesi ve yatırımların uyarılması hedeflenmiştir. Bunun yanı sıra yapılan düzenlemelerle sosyal adaletin sağlanmasına da çalışılmıştır. Ayrıca vergi gelirlerinin toplanmasını hızlandıracak önlemler alınmış ve daha önce etkin bir şekilde vergilendirilemeyen tarımsal kazançlar götürü vergilendirilmeyle vergi kapsamına dahil edilmiştir. Bunun dışında uygulanan monetarist içerikli arz yanlı ekonomi politikalarına uygun olarak vergi sisteminde değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler 1983 ve 1984 yıllarında da devam etmiştir. 1983 yılında Kurumlar Vergisi oranı %50’den %40’a düşürülmüştür. Aynı yıl Yeniden Değerleme Kanunu çıkarılarak Gelir ve Kurumlar Vergisi mükelleflerinin bilançolarını yeniden değerlendirmesine olanak tanınmış ve şirketlere bu yolla sermaye arttırımı ile tahvil ihracı konusunda kolaylıklar getirilmiştir.141

1985 yılında ise, ihracatı teşvik alanında en çok tartışılan konulardan biri olan Katma Değer Vergisi Türk vergi sistemine dahil edilmiştir. Yürürlükten kaldırıldığı tarihe dek ihracatı teşvik politikalarının en önemli araçlarından biri olarak kabul edilen vergi iadesi uygulamasının amacı, ihraç mallarına rekabet gücü kazandırmak ve uzun dönemde ihracatın yapısını değiştirerek mamul mal ihracının toplam ihracat içindeki payını arttırmak biçiminde ifade edilebilir. Bu yönüyle vergi iadesi uygulamasının, bir yapı politikası aracı olarak düşünüldüğünü söylemek mümkündür. Ancak bu geçici bir politikadır. Amaç ihraç ürünlerine rekabet gücü kazandırmak olduğundan, bu aşamaya gelindiğinde vergi iade oranlarının azaltılması gerekmektedir. Türkiye’deki uygulamada ise, önceleri belirli ihracat tutarına ulaşan ihracatçılara on farklı liste düzenlenmiş ve %20’ye kadar değişen oranlarda vergi iadesi yapılmıştır. Bu uygulama, ihracatın büyük firmalar tarafından yapılmasını teşvik etmiş ve dış ticaret sermaye şirketlerinin kurulmasını özendirmiştir. 142

Vergi sisteminde gerçekleştirilen bu uygulamalar, yüksek gelir gruplarının, özellikle de büyük sermayenin vergi yükünü önemli ölçüde hafifletmiştir. ABD ve İngiltere’de uygulanan arz yönlü iktisat politikalarının ülkemize uyarlanması biçiminde gerçekleşen bu uygulama, vergi yükü esasen çok düşük olan Türkiye’de 1984–1985 yıllarında önceki çeyrek yüzyılın en düşük vergi oranlarının elde edilmesine yol açmıştır. Amaç tasarruf sahiplerinin ve girişimcilerin devlete vergi yoluyla zorunlu transfer yapmaları ve devletin bu kaynakları hizmete ve yatırımlara dönüştürmesi modeli yerine özel girişimcilerin vergi yüklerinin hafifletilmesi ve böylece artan tasarrufların özel yatırımlara yönlendirilmesidir. (Gönüllü tasarruf modeli) Devletin ekonomideki rolünün hem doğrudan yatırımları hem de hizmet üretimi bakımından geriye dönüşsüz bir biçimde küçültülmesini hedefleyen bu yaklaşım, bu dönem itibariyle tasarruf oranları ve özel sektör yatırımları üzerinde beklenen etkiyi yapmamıştır.143

Vergi yükü üzerindeki bu azalış kamu maliyesi dengelerini etkilediği için bazı kaçınılmaz sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu dönemde serbestleşme süreci yaşanırken göz ardı edilen politikalar, devlet gelirlerini arttırıcı nitelikteki vergi politikaları olmuştur. Bu nedenle hem iç hem dış borç faizleri devlet bütçesinde

142 Hüseyin A.Egeli, a.g.m., s. 123. 143 Oğuz Oyan, a.g.e., s. 10-11.

giderek artan bir yer tutmaya başlamıştır. İç artı dış borç faiz ve anaparalarının vergi gelirlerine oranı 1980’de %12 kadarken, dönem boyunca sürekli artarak 1988’de %94’e varmıştır.144 Ayrıca vergi yükünün büyüttüğü kamu açıklarını frenlemek için başvurulan bir diğer yöntem de kamu özel fonları oluşturmak olmuştur. Sayı ve hacimleri hızla büyütülen bu bütçe dışı harcama odakları 1986 sonrasında toplam vergi yükünü yeniden yükseliş trendine sokarken, dolaylı vergilerin ağırlığını, istihdam yüklerini ve keyfiliği de beraberinde getirmiştir.

II. 1989 SONRASI DÖNEM: SERMAYE HAREKETLERİNİN SERBESTLEŞMESİ YOLUYLA KÜRESELLEŞME

1980’li yıllar gerek dünyada gerekse ülkemizde finansal piyasaların ve finansal araçların hızla geliştiği yıllar olmuştur. Bu süreç 1990 yılların başlarında da devam etmiştir. 1990’lı yılların hemen başlarında ABD’de tahvil piyasası euro tahvil piyasasına dönüşmüştür. Benzer bir gelişme Japonya’da yaşanmış, finans piyasalarına yabancıların girişini yasaklayan yasa yürürlükten kaldırılarak uluslararası ödünç olanakları arttırılmıştır. Yine aynı yıllarda Avrupa’da yaşanmaya başlayan endüstride yeniden yapılanma, önemli miktarda finansman gereksinimi yaratmıştır. Gerekli finansmanın çok büyük bir bölümü Euro-piyasalardan karşılandığı halde Avrupalı firmalar, Avrupa dışından da fon sağlama girişiminde bulunmuşlardır. Dünya’daki bu gelişmeler, menkul kıymet ihraç edenlere düşük maliyetli fon elde etme olanağı sağlamıştır.145

Ülkemizde de 1980’li yıllarda dışa açılma süreci önem kazanmıştır. Sermaye hareketlerindeki serbestleşmenin ülke ekonomisindeki etkilerini tam olarak anlayabilmek amacıyla, daha önce de bahsedildiği üzere, 1980 sonrasının iki ayrı dönemde incelenmesi uygun görülmüştür. Yukarıda incelendiği üzere birinci dönem 1980–1988 dönemidir ve bu dönemde ağırlıklı olarak dış ticarette serbestleşme ön plana çıkmıştır. İkinci dönem ise, 1989 sonrasıdır. Bu dönemin en belirgin özelliği ise, sermaye hareketlerindeki serbestleşmedir. Gerçi bu konuda önceki dönemde önemli adımlar atılmış olmasına rağmen asıl büyük mali serbestleşme dönüşümü 1989’da Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu hakkında 32 sayılı kararla başlatılmıştır. Bu kararname ile sermaye hareketleri tamamen serbestleştirilmiş ve

144 Gülten Kazgan, a.g.e., s. 159. 145 İlker Parasız, a.g.e., s. 413.

konvertibiliteye yönelik önemli adımlar atılmıştır. 32 No’lu kararname ile getirilen temel düzenlemeler şöyledir:146

ƒ Türkiye’de yerleşik kişiler, bankalar ve özel finans kurumlarından hiçbir sınırlama olmaksızın döviz alabilirler ve döviz bulundurmak için herhangi bir kısıtlamaya tabi değildirler.

ƒ Türkiye’de yerleşik kişiler, Türkiye’de yerleşik olmayan kişilere verdikleri her türlü hizmet karşılığında aldıkları dövizi ülke içine getirebilirler.

ƒ Yurtdışında yerleşik kişilerin İMKB’de kota edilmiş ve Sermaye Piyasası Kurulu izniyle çıkarılmış her türlü menkul kıymeti alma ve satmaları serbesttir.

ƒ Türkiye’de yerleşik kişilerin bankalar ve özel finans kurumları vasıtasıyla yabancı borsalarda kote edilmiş menkul kıymetleri; Merkez Bankası tarafından alım-satımı yapılan yabancı para birimleri cinsinden hazine bonosu ve devlet tahvili satın alıp satmaları ve bu kıymetlerin alış bedellerini yurtdışına transfer etmeleri serbesttir.

ƒ Türkiye’de yerleşik kişilerin, yurtdışında menkul kıymet çıkarmaları, piyasaya sürmeleri ve satmaları serbesttir. Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışından menkul kıymet getirmeleri ve yanlarında yurtdışına çıkarmaları serbesttir.

ƒ Yabancı sermayenin satışından ya da tasfiyesinden doğan gelirler bankalar ya da özel finans kurumları aracılığıyla ülke dışına transfer edilebilirler.

ƒ Yurtdışından döviz kredisi almak serbesttir.

ƒ Türkiye’de yerleşik olmayan kişilerin Türk Lirası hesap açtırmaları ve bu hesaplara ilişkin ana para ve faizleri Türk Lirası ya da döviz olarak transfer etmeleri serbesttir.

ƒ Gayrimenkul satışları üzerindeki yasak kaldırılmıştır ve gayrimenkul satışından elde edilen gelirin transfer ettirilmesi serbesttir.

ƒ Türkiye’de yerleşik olmayan kişilerin döviz almaları ve transfer ettirmeleri ve yurtdışına Türk Lirası göndermeleri serbesttir.

146 T.C Merkez Bankası, Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisine Etkileri, Banknot Matbaası Genel

ƒ Bankalar ve özel finans kurumları ithalat, ihracat ve görünmez transferler dışında 5000 ABD doları ya da eşdeğeri döviz tutarını aşan transferleri bildirmekle yükümlüdürler.

ƒ Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışında temsilcilik ve irtibat büroları vb. açmaları serbesttir.

Yapılan bu düzenlemelerle spekülatif sermaye giriş çıkışlarının denetiminden vazgeçilmiştir. Ayrıca pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke gibi Türkiye’de de mali sistemi serbestleştirmek amacıyla bir dizi reform yapılmıştır. Bunların en önemlileri, faiz oranlarının serbest bırakılarak kredi tavanlarının kaldırılması, bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda oldukları mevduat munzam karşılık oranlarının indirilmesi ya da tamamen kaldırılması, bankacılık sektörünün hem yabancı hem de yerleşiklere açılması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesidir.147 Burada amaç Neo-klasik teoride savunulduğu gibi, uluslararası sermaye akımları sayesinde ekonomideki kaynak miktarını arttırmak, tasarrufları ve dolayısıyla yatırımları arttırarak ve böylece de uzun dönemde yatırımların ve ekonomik büyümenin hız kazanmasını sağlamaktır. Bir başka deyişle istenilen büyüme hızına ulaşabilmek için yurtiçi tasarrufları yeterli olmayan gelişmekte olan ülkelerde faiz oranlarını yükselterek tasarruf fazlası olan ülkelerin tasarruflarını bu ülkelere çekmektir. Bu durumun faiz oranlarının ülkeler arasında eşitlenmesine yol açacağına ve rekabetin artmasıyla finans piyasalarının daha verimli çalışacağına, tasarruf sahipleri ve yatırımcılar için olanakların artacağına inanılmaktadır. Bu görüşe göre, piyasalar doğru politikaları ödüllendirip yanlış politikaları cezalandıracak ve sonuçta hükümetler daha disiplinli ve etkin politikalara yöneleceklerdir.148 Türkiye’de de amaç, bu yolla tasarruf ve yatırımları arttırmak olmuştur. Bu şekilde 1988–1989 stagflasyonun aşılabileceği düşünülmüştür. Çünkü tüm dünyada 1970’lerde yaşanan stagflasyonist sürecin sorumlusu olarak ekonomiye fazla müdahale eden kamu otoritesi görülmüş, serbestleşme (liberalizasyon), düzenlemeden vazgeçme (deregülasyon), piyasalara ağırlık verme, özelleştirme gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. Türkiye’de içinde bulunduğu sıkıntılı dönemden bu reçete ile kurtulmayı planlamıştır.

147 Bülent Güloğlu-Ender Altunoğlu, Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Latin

Amerika, Meksika, Asya Türkiye Krizleri, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,

No:27, Ekim 2002, s. 2.

148 Aysu İnsel-Nesrin Sungur, Sermaye Akımlarının Temel Makro Ekonomik Göstergeler

Üzerindeki Etkileri: Türkiye Örneği–1989:III–1999:IV, erişim: 21.04.2006,