• Sonuç bulunamadı

1. TÜRKİYE ÇİMENTO SEKTÖRÜNDE BİRİKİM SÜRECİ: 1960-79

2.2. Neoliberal Politikaların Toplumsal Sınıflar Açısından Sonuçları ve Temel Sosyal Politika Sorunları

3.2.1. Devlet-Sermaye İlişkileri

Marksist iktisat yazınında devleti genel anlamda sermayenin temel ihtiyaçlarını ve çıkarlarını gözeten, bu anlamda yasal ve kurumsal düzenlemeler yapan bir güç odağı şeklinde tanımlama eğilimi oldukça baskındır139. Bu belli dönemler için geçerli olabilse de devletin rolüne ilişkin olarak, temelde sermayenin altından kalkamayacağı emeğin toplumsal yeniden üretimi sürecinin temel sağlayıcısı nitelemesi yapmak yanlış olmayacaktır. Devlet, eğitim ve sağlık gibi günümüzde yarı-kamusal mal ve hizmetler arasında gösterilen görevler dışında güvenlik gibi tam kamusal nitelik arz eden hizmetlerin de temel arz edenidir. Fakat devleti tek başına yine de ne sermayenin çıkarının garantörü olarak ne de emeğin toplumsal yeniden üretim maliyetlerini karşılayabilen unsurdan ibaret

138 Kotz, David M. 2003, “Neoliberalism and the Social Structure of Accumulation Theory of Long-Run Capital Occumulation”, Review of Radical Political Economics 35(3): 263-270, s. 263.

139 Clarke, Simon. 1991. The State Debate, New York: St. Martin’s Press; Foster, John B. 1986, The Theory of Monopoly Capitalism: An Elaboration of Marxian Political Economy, New York: Monthly Review Press; Gramsci, Antonio. 1991, Selection from the Prison Notebooks, New York: International Publishers.

130 olarak tanımlamak oldukça yanlıştır140. Bunu da aşan bir noktada yönteme dair belirtilmesi gereken devlet-sermaye ilişkileri dâhil, sermaye mekanizmasının ve bu mekanizmayı yeniden üreten ya da bu mekanizmanın yeniden ürettiği tüm ilişkiler güç/zor ilişkileri içerdiği; bu nedenle de iktidar ilişkilerine referans verilmeden sermaye ve sermayedar kavramlarının anlaşılamayacağıdır141.

Genel anlamda devlet–sermaye ilişkileri nitelemesinde açıklayıcı olabilecek temel unsurlardan birisi yöntemsel olarak öncelikle devlet ve sermaye arasında var olan ilişkiler düzeyinde bir ayrıma gidilmesi gerekliliğidir. Bu gereklilik tıpkı Marx’ın sermaye analizinde yaptığı gibi sermayenin basit üretim hareketinin tamamlanması ve sürekliliğini ifade eden somut düzey ve ülke genelindeki sermayenin toplam döngüsel hareketinin devamlılığını ifade eden genel düzeyler arası ikili bir ayrımın varlığından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla devlet-sermaye ilişkileri denildiğinde yöntemsel olarak hem somut düzeydeki ilişkileri hem de genel düzeydeki ilişkiler kastedilmektedir. Sermaye kendi içinde homojen bir bütünü ifade etmemesinden kaynaklı olarak somut düzeyde ve genel düzeyde gerçekleşen devlet-sermaye ilişkileri çelişkili ve kendi içinde karşıt bir hal alabilir. Bu çelişki genel düzeyde, örneğin, ithal ikamesinin uygulanması sürecinde üretken sermaye ile ticari sermayenin çıkarlarının farklılaşmasından kaynaklanabileceği gibi, 1980’lerin başında ihracata dayalı birikim rejimi sürecinde uluslararasılaşmaya hazır büyük ölçekli sermaye ile küçük ve orta ölçekli sermayeler arasındaki birikim sağlayabilmelerinin gereklerinin farklılaşmasından da kaynaklanabilmektedir. Dolayısıyla farklı bir sanayileşme politikasına geçiş gibi genel anlamda devlet-sermaye ilişkilerini belirleyen süreç, somut düzeyde belli bir sermaye kesiminin aleyhine gelişebilmekte ve bu anlamda ilişkileri daha çelişkili bir hal alabilmektedir.

“Devlet-Sermaye” ilişkilerinde ilk aşamada açıklayıcı olabilecek olan devletin hem genel anlamda hem de somut anlamda müdahale sınırlarıdır. Somutlaştırmak gerekirse, toplumun piyasa üzerindeki denetimini arttıran veya yeni vergiler, emeği koruyan yeni önlemler gibi sermaye açısından maliyet arttırıcı düzenlemeler devlet-sermaye arasındaki ilişkiyi gerilimli bir hale getirebilir. Bu durumda sermaye istihdam azaltma, üretimi

140 Cartelier Lysiane, 1982. “The State and Wage Labour”. Translated by Millwood, T., Capital & Class 18(1): 39-54, p. 45.

141 Ercan, Fuat. 2009. “Sermayeyi Haritalandırmaya Yönelik Kavramsal Düzenekler”, Praksis 19(1): 09-53, s. 21

131 mekânsal anlamda kaydırma ve hatta ilk başta örgütlenme gibi yöntemlere başvurabilirler.

Öte yandan toplumun piyasalar üzerindeki denetimini azaltan her adım, sermayeye de yeni düzenlemeleri baltalayacak bir güç kazandırır142. Dolayısıyla devlet-sermaye ilişkilerinde belirleyici olan toplumun piyasaya olan mesafesidir. Örneğin birçok ülkede 1970’lerde başlayan, Türkiye’de de 1980’de 24 Ocak kararları ile söz konusu olan neoliberal iktisat politikalarının uygulanması öncelikle toplumun temel hak ve özgürlüklerine bir müdahale ile olanaklı olmuştur. Askeri darbenin beraberinde sendikaların yasaklaması, grev hakkının ortadan kaldırılması ile şekillenen politik bir süreç, reel ücretlerin düşürülmesi, işsizliğin artması gibi ekonomik süreçle de desteklenince baskıcı bir toplumsal düzende sermayenin devlet desteği ile belli bir ölçeğe ulaşabilmesi olanaklı olmuştur. Burada devlet-sermaye ilişkilerinin destekleyici ve işbirliğine dayalı bir hal aldığından söz edilebilmektedir.

Bir bütün olarak kapitalist sistemin kriz zamanlarında kendini yeniden üretme koşullarının değişmesi, sisteme içkin aktörlerin rolleri ve sınırlarının da değiştiği bir süreci ifade eder. 1970’lerin kriz koşullarında müdahaleci devletin tartışmaya açılması ve ardından ekonomideki etkinlik alanının neoliberal politikalar kapsamında daraltılması devletin rolü ve sınırlarının belirlendiği sürece örnek olarak gösterilebilir. Genel anlamda düzenleyici olarak devletin varlığı kapitalist üretim ve piyasa ilişkileri açısından kesinlikle gereklidir143. Bu gereklilik de sermaye birikiminin devamlılığının sağlanması için gerekli olan koşullar üzerinden şekillenir. Yani devletin düzenleyici rolü hem sermayenin katlanamayacağı kadar büyük ölçüde bir maliyet gerektiren toplumsal yeniden üretimin sağlanabilmesi için, hem de genişlemiş ölçekte sermaye birikiminin gerçekleşmesi ve devamlılığının sağlanması noktasında yaşamsaldır. Sermaye birikiminin gerekleri nasıl düzenleyici bir güç olarak devletin varlığını gerektiriyorsa, devletin bu süreçte konumlanışı da mantıksal olarak belli bir sınıfın çıkarlarına olan mesafesini gösterir.

142 MacEwan, Arthur. 2008. “Neoliberalizm ve Demokrasi: Piyasa İktidarına Karşı Demokratik İktidar”, Neoliberalizm: Muhalif Bir Seçki, Derleyen: Saad-Filho, A. & Johnson, D., Çev.: Başlı, Ş. & Öncel, T.

Yordam Kitap, İstanbul 282-292, s 289.

143 Jessop Bop. 2007. The Future of Capitalist State. Malden: Polity Press, s. 43.

132 İthal ikameci dönem sermayenin piyasadan çok devlet desteğine yaslandığı ve bunun sonucu olarak piyasa fırsatlarından yararlanmaya çalışmaktan çok bürokrat ve devlet kurumlarındaki yönetici elitlerle olan ilişkilere yoğunlaştıkları yıllardır144. Aynı zamanda bu dönemde belli ölçüde birikim sağlayan sermaye gruplarının kendi içinde örgütlenerek güç ilişkilerinde taraf olma ve bu anlamda söylem geliştirmeye başladıkları yıllardır. Genel anlamda sermayenin gelişiminin özel anlamda tekil sermayelerinin etkileşimi ile biçimlendiği gerçekliğinden hareketle Ercan, sermaye içinde ortak nesnel özelliklere sahip tekil sermayelerin kendi çıkarlarını koruyabilmek için genellikle örgütlenmeye yöneldiklerini, yani kendileri için sınıf olduklarını belirtmektedir145. 1980 sonrası neoliberal ekonomi politikaları sonucu ekonominin farklı alanlarında faaliyet gösteren sermayelerin kendi içlerinde çıkarlarının farklılaştığı ve bazı grupların devletle kurduğu ilişkinin de daha gerilimli bir hal aldığı görülmektedir. Neoliberal politikalarla kurulan yeni dengenin bir ucunda kapitalist toplumsal ilişkilere kamusal araçlarla müdahale etmeksizin sadece bu ilişkilerin düzen ve sürekliliğin sağlanmasında gözeten taraf olarak devlet; öbür ucunda ise yabancı sermayenin ülkeye girişinin de etkisiyle birlikte bu sürece eklemlenebildiği ve/veya taşeronlaşabildiği ölçüde ayakta kalabilecek bir sermaye yer almaktadır146. 1980 sonrası teknolojik donanım ve birikim olarak belli bir doygunluğa ulaşmış ve uluslararasılaşmaya ihtiyacında olan yerli büyük sermaye ile orta ve küçük ölçekli devlet desteğine ihtiyaç duyan ve büyük ölçüde yerel düzeyde faaliyet gösteren sermayelerin çıkarları birbirinden kesin şekilde ayrıldığı görülmektedir. Bunun da temelinde sermaye birikim sürecinin küresel, ulusal ve yerel düzeyde birbirinden farklı varlık koşullarını gerektiren dinamik bir süreç olması yer almaktadır. Örneğin yerel düzeyde faaliyet gösteren bir sermaye açısından devletin ucuz ara malı sağlaması, teşvikleri gibi destekleyici politikaları önemliyken, ulusal düzeyde faaliyet gösteren bir sermaye açısından devletin ücret düzeylerini belli bir sınırı aşmayacak şekilde baskılaması yaşamsal olabilmektedir. Bir sermayenin birikim sağlayabildiği oranda merkezileşmesi /yoğunlaşması ve mekânsal yayılması sadece üretim ölçeğinin değiştiğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda hem farklılaşan çıkarları doğrultusunda devletten taleplerini

144 Öniş, 1998, age, s. 244.

145 Ercan, 2009, age, 44.

146 Ayman-Güler Birgül. 2005. “Sosyal Devlet ve Yerelleşme”, Yasal Değişim Sürecinde İnsan, Toplum, Çevre, Kent ve Mimarlık Sempozyumu, 21-22 Nisan 2005, TMMOB Mimarlar Odası, Konuşma Metni.

Erişim Adresi: http://www.yayed.org/uploads/yuklemeler/msy-2-3.pdf, Erişim Tarihi: 25.12.2014.

133 değiştirir, hem de emek ve sermaye ile kurduğu ilişkiyi yeniden biçimlendirir. Dolayısıyla sermayenin ölçek değişimi sınıf çatışmasını da hesaba katmayı gerektiren bir süreçtir147. Bunun temelinde de emek ve sermayenin, birikimin sağlanmasına bağlı olarak gerçekleşen ölçek ve mekâna ilişkin farklılıkları idare etme ve yönetme açısından farklı güce ve olanaklara sahip olmaları yatmaktadır148. Bedirhanoğlu ve Yalman’ın, Eskişehir Sanayi Odası’nın 1970 yılında yayımladığı bildiride hem ağır sanayinin yaratılması, hem de kaynak teksifinde sanayi planlaması talep eden, devletin ekonomiyi düzenleyici ve sanayiyi teşvik edici olmasını isteyen anlayışının günümüzde hiçbir etkisinin kalmadığına ilişkin vurguları bu anlamda oldukça çarpıcı bir örnektir149.

İthal ikamesinin krizle kendini gösterdiği sermayenin değersizleşme süreci bir anlamda Türkiye’de küçük ve orta ölçekli sermayeler ile büyük yerli sermaye arasındaki ayrımın açıldığı ve iyice belirginleştiği yıllardır. Daha çok TOBB etrafında örgütlenmiş olan küçük ve orta ölçekli sermaye ile bu dönemde giderek uzun vadeli ekonomik stratejilerin oluşturulmasına ve bu anlamda karar alma süreçlerinde aktif olarak yer almak isteyen büyük sermayenin, süreci odalar üzerinden yürütememesi üzerine 1971 yılında TÜSİAD’ın kurulması, aralarındaki ayrımı göstermesi bakımından önemli gelişmelerdir.

Bir sınıf olarak işadamlarının toplumsal statülerini sağlamlaştırmak amacıyla kurulan TÜSİAD150, 1970’lerin sonuna gelindiğinde ikinci Ecevit hükümetinin düşürülmesine neden olan gelişmelere yoğun olarak katılacak151 kadar önemli bir güce sahip olmuştu.

TÜSİAD’ın 1970’lerde temsil ettiği sermayenin birikim gerekleri doğrultusunda ifade bulan ihracata yönelme, devletin müdahale alanının daraltılmasına dönük söylemlerinin, 1980’den itibaren neoliberal politikaların uygulanmasıyla yüz yüze geldiklerinde elindeki güçten de hareketle, sorumluluk almadan önceki dönemde devletin sağlamış olduğu risksiz ve güvenli ortamın devamından yana tavır almasıyla vazgeçmesi, savunduğu liberal

147 Gough, Jamie. 2004. “Changing Scale as Changing Class Relations: Variety and Contradiction in the Politics of Scale”, Political Geography 23 (2): 185-211, p. 191.

148 Bedirhanoğlu, Pınar – Yalman, Galip. 2009. “Neoliberal Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Yerel Sermaye: Gaziantep, Denizli ve Eskişehir’den İzlenimler”, Praksis 19(1): 241-266, s. 243.

149 Bedirhanoğlu – Yalman. 2009, agm, s. 245, 260.

150 Buğra, 2007, age, s. 337.

151 Arat, Yeşim. 1991. "Politics and Big Business in Turkey: Janus Faced Link to the State" in Metin Heper (ed.), The Strong State and Economic Interest Groups: The Post 1980 Turkish Experience, Berlin, N.Y:

Walter de Gruyter: 135-148; Aktaran Buğra, 2007, age, 204.

134 düzenin yine devlet desteği ve teşvikiyle kurulmasını istediklerini göstermektedir152. Keyman ve Koyuncu, bugün TÜSİAD’ın MUSİAD ve SAİD’la birlikte güçlü toplumsal taleplerin inşasında önemli rol üstlendiklerini ve devletin kendini daha etkin, hesap sorulabilir ve saydam bir yapıya dönüştürmesini zorlayan iktisadi anlamda oldukça güçlü birer baskı grubu olduklarını belirtmektedirler153.

İhracata dayalı sanayileşmenin başlangıcından itibaren 1989’da uygulamaya geçilen dış finansal serbestleşme veya 1990’ların sonunda finans sektöründe yeniden yapılanma doğrultusunda bazı bankaların tasfiyesi gibi dönüm noktalarına bakıldığında büyük sermayenin birikim gerekleri doğrultusunda politikaların biçimlendiği gözlemlenmektedir. Bu anlamda sermayelerin ortak çıkarları etrafında yan yana gelmeleri ve örgütlenerek birer baskı grubu olmaları oldukça önemlidir. 1980’ler Türkiye’sinde büyük sermayenin birikim gerekleri doğrultusunda uluslar arası sürece eklemlenebilmede artan fon ihtiyacı karşısında devlet, bir dizi yasal ve kurumsal düzenleme gerçekleştirmiş üretken sermayenin bankalar kurması, satın alması ve/veya para sermaye ile ortaklıklar kurması olanaklı hale getirilmiştir. 1990’lı yıllar, üretken sermayelerin kendi bünyelerindeki finans kurumlarının artan devlet borçları üzerinden birikim sağlayabildikleri ve bu birikim doğrultusunda finans sektöründe merkezileşme ve yoğunlaşmanın yaşandığı bir dönemi ifade etmektedir. 1990’ların ikinci yarısından itibaren kısa vadeki fon hareketlerine dayalı birikim olanaklarının tıkanması ve büyük sermaye gruplarının uluslar arası piyasalarda rekabetinin sağlanabilmesi için yeni düzenlemeler hayata geçirilmeye başlanmıştır. Bu düzenlemelerin temelinde de uluslar arası sürece eklemlenme için, dahası, daha ileri bir kapitalist gelişme düzeyi için, artan makineleşme ve yüksek katma değer üretimine duyulan bir gereksinim154 yer almaktadır. Bu gereksinim doğrultusunda 1996-2000 dönemini kapsayan VII. Kalkınma planında “sanayide, verimliliğin, kalite ve standardizasyonun geliştirilmesi, esnek üretim sistemlerinin ve modern teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması, küçük-büyük sanayi bütünleşmesinin

152 Gölbaşı, Şükran. 2011. “Küresel İş Sisteminin Türkiye’de Örgütlenmesinde Yörünge Bağımlı Değişim”, 2000’li Yıllarda Türkiye’de İktisat ve Siyaset Rüzgârları, Der: Birler, Ö.-Coşar, S.-Mıhcı, H.-Yücesan-Özdemir, G. Ankara: Efil Yayınevi, s. 117-118.

153 Keyman, Fuat & Koyuncu, Berrin. 2005. “Globalization, Alternative Modernities and the Political Economy of Turkey”, Review of International Political Economy 12(1): 105-128, p. 108.

154 Gültekin-Karakaş, agm, s. 100.

135 sağlanması ve katma değeri yüksek üretim yapısına ulaşılması” amaçlanmıştır155. Dolayısıyla planda özellikle ileri teknoloji kullanımı gerektiren üretim alanlarında, yabancı sermayeli yatırımlar yoluyla teknoloji transferinin desteklenmesi, teknoloji transferi ile teknoloji üretiminin birbirini tamamladığı bir politikanın izleneceği belirtilmiştir156.

VII. Kalkınma Planında amaçlanan üretken sermayenin donanımını güçlendirme ve yüksek üretim yapısının desteklenmesi gibi hedefler, temelde çok büyük oranda bir fonun varlığını da gerektirir. 1990’ların sonunda gerçekleştirilen bazı sermayelerin tasfiyesi ile sonuçlanan banka reformu157 ile temelinde finans kapital başta olmak üzere karlılıkları finans sektöründen sağladıkları getirilerle destekleyen sermaye kesimlerinin üretken yatırımlara yönlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu süreçte “devlete borç vererek rant sağlama yerine geleneksel aracılık etkinliklerine dönen bankaların varlığını sürdürmesine izin verilirken, bu dönüşüme ayak uyduramayan bankalar tasfiye edilmiştir158. Gültekin-Karakaş’a göre bankacılık reformu, Türk devleti ve IMF açısından genel sermaye içi sınıf dinamiklerinin biçimlendirilmesinde oldukça etkili bir araç olarak işlev görmüştür159. Dolayısıyla 1999’da başlayan banka reformu sadece devlet-sermaye ilişkisinde değişen dengeleri değil aynı zamanda sermayenin kendi içindeki çelişki ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı bir süreci de ifade etmektedir.