• Sonuç bulunamadı

Sembolizm, bir şeyi sembol aracılığıyla anlatma veya göstermedir yahut bir takım eylem veyahut duyguya sembolik fonksiyon verilmesi işidir. Bir başka tarifte ise, sembolizm; sembollerle anlatma işlemi veya anlatım aracı olarak sembolleri kullanma; vakıaları yorumlamaya ve inançları dile getirmeye yarayan semboller sistemidir. İnsan ruhunun ancak sembolleri tanıdığını kabul eden doktrinde bu adla anılır. Buna göre, insan ruhu zaten kendi tabiatına sadıktır, bazen kendiliğinden bir gerçeği, bir hakikati sembolleştirir, bazen de sembolleri gerçekleştirir. Bu bakımdan

insan “Sembolleştiren varlık” olarak ifade edilmiştir. Semboller sistemi demek olan Sembolizmin dini anlamı yanında ilmi sembolizmden; cebir ve kimya sembolizminden de bahsedilir.37

Rene Guenon’a göre, Sembolizmin genel işlevlerinden birisi de gerçekten izah edilemeyeni telkin etmek, onu önceden sezdirmek ya da daha doğrusu, bir düzenden başka bir düzene, alt düzeyden üst düzeye yani hemencecik yakalanabilen şeylerden çok zor bir şekilde yakalanabilen şeylere geçmeyi mümkün kılan durum değişiklikleriyle ona razı olmayı sağlamaktadır.38

Sembolizmi tinsel ve sosyolojik anlamda olmak üzere iki şekilde inceleyebiliriz. Tinsel anlamda sembolizm; başka bir şeyi sembolize eden, yani duyular veya hayal gücüyle sezilir bir tarzda onu temsil eden şeyin karakteri bir bakıma tinsel sembolizmi ifade eder. Nitekim bu anlamda olmak üzere, dumanın, ateşin, renklerin, sembolizmi söz konusudur. Giyilen elbise, siyasi ve hukuki sembolizmde önemli bir rol oynar. Akademik kılık kıyafetinde kendine mahsus bir sembolizmi vardır. Aynı şekilde askeri kılık kıyafet de bir sembolizmi içerir. Biz bir askeri erkân görünce onun üzerindeki bazı işaretlerden hangi rütbeye sahip olduğunu anlayabiliriz. Sosyolojik anlamda sembolizm; toplum hayatı; düşünce, duygu ve eylem tarzlarından ibaret olduğu için, onlardan her birinin türlü kültür çevrelerinde ayrı ayrı sembolizmleri vardır. Her şeyden önce dil; kelime ve kaideleri ile topluma ait bir sembolizm sistemidir. Bu sistem, dil ve kültür ailelerine göre değişir. Sonra her kültür çevresinde tavır ve hareketler, mimikler, kılık ve kıyafetler, ev eşyaları bu sembolizmin ikinci bir halkasını; dini ayinler, törenler, bunlardan genellikle tespit edilmiş olan eylem ve düşünceler daha geniş üçüncü bir sembolizm halkasını meydana getirir. Toplumda gruplar ve tabular farklılaşıp değiştikçe, aynı toplum içindeki sembolizmlerde de farklılıklar belirir, semboller, yalnız sosyal duyguları ve eylemleri ifade etmeye başlar. Yine dil ve din, sembolizmin gelenek köklerine bağlı olmak üzere, sübjektifleşmiş ve şahıslaşmış sembolizm şeklinde sanatta görünür. Psikanaliz; sembolizmi, şuur dışı olayların rüya ve sanatta ortaya çıkışı olarak yorumlar.39

37 y.a.g.e., s:19 38

Guenon, a.g.e., s:185

Diğer yandan, Sembolizm XIX. yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkmış, ama XX. yüzyılın başlarındaki Kübizm, Fovizm, Ekspresyonizm ve Fütürizm gibi Birinci Dünya Savaşı öncesi modernist hareketlerle etkisini yitirmiş olan bir sanat akımının adıdır. Jean Moreas Sembolizme 18 Eylül 1886’da bir isim ve kimlik vermiştir. Bu sanat akımı en güçlü etkisini Avrupa’nın Glasgow, Stockholm, Gdansk, Lodz, Trieste, Florence ve Barcelona gibi bölgelerinde göstermiştir. Endüstrileşmenin gelişmesi ve buralarda yoğun olarak yaşayan Katolik nüfusu nedeni olarak gösterilmektedir ve endüstrileşen bir toplum yapısı içerisinde samimiyetin, saflığın ve pürüten esprinin yeniden estetik yoluyla bulunması amaçlanmıştır.40

“Kendilerini düş kurmaya alışkın ilan edenlerde ve XIX. yüzyıl sonu ile XX. Yüzyıl başı döneminin gerçek şair ve sanatçılarında görülen ve yaratıcı imgelemleriyle belledikleri belli bir kişisel ve başkalarına devredilemez derinliğe Sembolizm adı verilmişti. […] Rusya da aralarında olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde, Anglosakson ve Latin Amerika’da ve ayrıca iki Amerika’nın Fransızca konuşulan kesimlerinde ortaya çıktı Sembolizm. […] Demek ki söz konusu olan bütün dönem Sembolizmin diliyle konuştu. […] Düş yaratıcıdır. Düş sembolistlerin devrimci ve yenilikçi gücüdür. Her biri bu yeteneği işledi, geliştirdi ve kendi özgünlüğünden, kendi kişisel serüveninden yola çıkarak yaratıcı amaçları doğrultusunda kullandı. Sembolistler hiç kuşkusuz topluluklar, klikler oluşturdular, kendi kahveleri, kendi küçük dergileri, ayrılıkçı sergileri vardı. Ama bütün bunlar, çoğu zaman, topluma uymayan, topluma karşı yıkıcı bir anlayışın izlerini taşıyordu. […] Alışılmamış, bohem ve öncü nitelikli oldukça kışkırtıcı davranışları olan toplum içinde bir toplum, küçük özel bir toplum söz konusuydu; sanat ve şiiri, kendi burjuva güvencesine, kendi düzenine, kendi sınai ve mali gücüne, kendi tasarlanmış ve ünlü üstencilerinin sağladığı doyumlara demir atmış bir düzenin anlayışının dışında arayan çok yüksek bir düşünce söz konusuydu. [...] Sembolist estetik, sürdürdüğü araştırmalar sayesinde, o zamana kadar şöyle bir dokunulmuş alanlarda yeni bulgulara yol açacak en umulmadık biçimler ele geçirmiştir: Düş ve düşsel, fantastik ve gerçekdışı, büyü ve batınilik, uyku ve ölüm gibi. […] Bilim ve Pozitivizm, Natüralizm ve gerçekçilik çağıydı. […] Rene Huyghe’ün açıkça dile getirdiği gibi, o sıralar sanat, uygarlığımıza egemen olan maddeciliğin yansısından başka bir şey değildi. Sembolizm, bilimsel ve teknik topluma, özellikle de yeni keşfedilen fotoğrafçılığın buluşlarına karşı çıkarak, madde karşısında tinsele öncelik verecektir.

Bu nedenle, Sembolizm yandaşları, bilinci canlandıran güçlere başvurdular; maddenin ve fizik tarafından yönetilen yasalarının egemenliğine karşı savaşım verirken algıyı, düşseli, dile getirilmemiş olanı yardıma çağırdılar.”41

“Hiç kuşkusuz, bu dönemde Katolik inanç ve sofuluğa açık bir bağlanma söz konusuydu: [...] Gustave Moreau, Vaftizci Yahya’nın kesik başını Salome’nin gözlerinde canlandırmıştır, hem de ne canlandırmış, tıpkı fettan kızın tam istediği gibi. [...] Sembolist sanatçı ele geçmeyeni, gerçekliğin görünümleri arkasına gizlenen şeyleri, gözünün erişemediği dünyayı, yani cinler, periler ve mitolojik yaratıklar evrenini, efsane ve öteki dünya dünyasını, gizemcilik ve Batınilik dünyasını yorulmadan ele geçirmeye çalışır. [...] Ölüm ve gizli olana karşı ilgi, erotik ve gizemlinin bir birine karıştırılması, her şeyden önce maddeci bir toplumdan kaçış gereksinimidir. Kadın, aşk ve ölüm artık gerçekçi ölçülere göre değil, iki varlığın tinsel kaynaşmasının bakış açısı ve öteki dünya korkusu içinde ele alınmaktadır.”42

Öncülerinden de kısaca bahsetmek gerekirse, XVII. yüzyılın sonundan itibaren üç büyük sanatçı, Goya, Blake ve Füssli, madde karşısında tinsele öncelik veren bir sanatın üzerinde geliştiği temelleri attılar. Goya (1746-1828), gravür ve desenlerinde karabasanlarını ve sanrılarını dile getirmiş; devler, canavarlar yarattı; büyücülüğe başvurmuş ve deliliğe yol açmıştır. Maya ve kulağına bağıran iblisi duymayan, bastonuna yaslanmış sakallı ihtiyarlar; kendi oğlunu parçalayan Saturnus; Holopherne’nin kafasını kesen Judith; San İsidro’nun hac yolculuğu… Almanya’da sembolist sanatçıların öncüleri olarak, (Konularını Tevrat ve İncil’den alan) Nasıralılar’ın (Nazareth’liler); Adını, İsa’ya ilişkin olarak İncil’den alan bir Alman resim akımı.) yanı sıra Caspar David Friedrich’in (1774-1840) adlarını sayabiliriz.43 Nitekim, konu olarak, doğrudan doğruya doğadan esinlenmişler, ya da tarihe, Kutsal Kitap’a, efsanelere başvurmuşlar ve bu temalara yazınsal amaçlar ya da gizemli anıştırmalar (mistik telmihler) yüklemişlerdir. Bu sembolist döneme kadın egemen olmuştur. Kısaca dönemin pozitivist anlayışına bir şekilde karşı çıkılmış, düşsel ve gerçekdışına olan inancına yeniden kavuşması için insana özgü bir dili keşfetmeyi başarmıştır.

41

Jean Cassou, Georges Pillement, Sembolizm Sanat Ansiklopedisi, Çeviri: Özdemir İnce, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1999, İstanbul, s:8-30

42 y.a.g.e., s:12-32 43 y.a.g.e., s:32-44

Sembolizm hakkında genel bir panorama çizdikten sonra son olarak kısaca dini sembolizmden bahsetmek gerekecektir. Sembollerin insan hayatında son derece büyük bir yeri, önemi ve anlamı olduğunu gördük. Nitekim sembolik ifadenin dinler için de vazgeçilmez olduğunu biliyoruz. Dinler semboller aracılığıyla aramızda baki kalmaktadır. Söz gelimi biz geçmiş ve yabancı kültürlerin dini hayatlarını, onların sahip olmuş olduğu ve bize kadar ulaşan dini sembollerle öğrenir ve biliriz. Dolayısıyla dinin ve sembollerin kaderi bir birine bağlıdır. Sembol, sembolize ettiği şeyi kesin bir hatırlatma ile değil, belirsiz bir ima, arizi ya da konvansiyonel bir ilişki içinde temsil eder. Aslında Tanrı’nın sıfatını yalın bir dille ifade etmek imkânsızdır. Bu bakımdan, O’na karşı yapılan ayin ve ibadetler, hal ve hareketler nasıl sembolik bir özellik arz ediyorsa, O’nun hakkında insanlara bilgi verirken kullandığımız dil de aynı şekilde sembolik olmak durumundadır. İşte bu sembolik dilin kullanımı, semboller sistemi olan sembolizmin dini şeklini oluşturur. Dindışı sembolizmde, sembolle sembolize edilen şey arasındaki ilişki bir “anlam” ilişkisi olduğu halde, dini sembolizmde bu bir “çağrışım”dır.44

Sonuç olarak din ve sembolizm arasında karşılıklı ilişki görüldüğü üzere kaçınılmazdır. İkonografik çözümlemeler için sembolizmin inanılmaz bir kaynak olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu tez için bu ilişkinin derinlemesine bilinmesi gerektiği daha iyi fark edilecektir. Dolayısıyla bu ilişkiyi daha iyi anlaşılabilmesini sağlamak ve örnekler verebilmek amacıyla şimdi kısaca ilahi dinlerde görülen dini içerikli sembollerden bahsedelim.

1.2. İLAHİ DİNLERDE GÖRÜLEN SEMBOLLER