• Sonuç bulunamadı

2. ESERLERİ

1.4. METİN ŞERHİ METODU

1.5.1. Tarikat Anlayışı

1.5.1.2. Sefer

1.5.1.2. 1.5.1.2.

1.5.1.2. SeferSeferSeferSefer

Sefer, “Yolculuk, mesafe katetme, yolda yürüme.”116, üç gün üç gece yol

almak maksadıyla bir yerden ayrılma, zikir ile Allah’a yönelen kalp117 gibi anlamlara

gelir. Bunun yanı sıra Ebû Tâlib El-Mekkî seferi şu şekilde tanımlamaktadır: “Sözlükte; yüzünü açmak, tan ağarmak, örtüyü kaldırmak gibi anlamlara gelmektedir.”118. Yolculuğa sefer denilmesinin sebebi de insanların ahlakının

üzerinde bulunan örtüyü kaldırması ve gerçek ahlakının ortaya çıkmasını sağlamasıdır. İnsanların herhangi bir maksatla bulunduğu yerden ayrılarak amacı doğrultusunda başka bir yere yolculuk yapması, seyahat etmesi demek olan sefer, mutasavvıflar arasında sûrî (zahirî, bedenen yapılan sefer) ve manevî (bâtınî, Allah’a yapılan sefer) olarak iki şekilde değerlendirilmiştir.

Meşayih indinde bedenen yapılan seferin maksatlarından biri ilim öğrenmektir. Peygamberimizden aktarılan “İlim Çin’de de olsa arayın.”, “Kim ilim öğrenmek için evinden çıkarsa, o, dönünceye kadar Allah yolundadır.”119, “Kim ilim

aramak için yolculuğa çıkarsa, Allah Teâlâ o kimseye cennet yolunda yürümeyi de kolaylaştırır.”120hadisleri zahirî olarak yapılan seferin temel dayanaklarındandır.

Sefer yapmanın diğer bir maksadı alışkanlıkları terk etmek, nefsin meylettiği şeylerden uzaklaşmak, yakın dostlardan ve akrabalardan ayrılarak ayrılık acısı vasıtasıyla nefse yüklenmektir121.

Yolculuğun başka bir sebebi de nefsi tanımak ve nefiste bulunan hastalıkları ortaya çıkararak tedavi etmektir. “Bir adam, Hz. Ömer yanında bir şâhidi tezkiye edince (övünce), Hz. Ömer radıyallahu anh ona, ‘Sen bu adamla yolculuk yapmış mısın?’ diye sormuş. Adam, ‘Hayır! Yapmadım.’ deyince, Hz. Ömer radıyallahu

116 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2002, s. 305.

117 Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü (Istılâhât-ı İnsân-ı Kâmil), s. 619.

118 Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), (Tercüme ve Tahric: Dilaver Selvi), C. 4, İstanbul 2011, s. 265.

119 Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s. 168.

120 İmam Gazalî, Yeni İhyâ’u Ulûmiddîn, (Tehzip ve Tekmil: Abdulhalık Duran), C. 2, İstanbul 2012, s. 295.

anh, ‘O halde sen onu tanımıyorsun. Çek, git.’ demiştir.” Buradan anlaşılıyor ki yolculuk, insanların gerçek ahlak ve kişiliklerini ortaya çıkarmada etkilidir. Birini tanımak için onunla yolculuk yapmak gerekiyorsa nefsi tanımak için de nefisle yolculuk yapmak faydalı olacaktır.

Seferdeki maksatlardan biri de “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler Allah’ı tesbih eder. Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (İsra 17/44) ayeti mucibince Allah’ın yarattığı her şeyi görmek ve onların tesbihini işitmektir. Bunlara ilave olarak ibadet ve cihat, dine zarar veren bir durum, sessizliği tercih ederek Allah’la baş başa kalmak, dostlarla, tarikat arkadaşlarıyla görüşmek, büyük şeyhlere yaklaşmak, âlimlerle görüşmek gibi sebepler söylenebilir.

Allah ehlinin katında makbul ve maksut olan sefer-i manevîdir. Bu sefer, can ve gönül ayağıyla madde âleminden mana âlemine, zahirden bâtına seyahat etmektir. Bu şekilde yapılan sefer, insanın nefsini en düşük mertebeden en yüksek mertebeye çıkarır ki mürit için son derece kazançlı bir yolculuktur. “Bir adam doğduğu yerin dışında (gurbette) ölürse, doğduğu yerle öldüğü yer arası kadar ona cennetten mekân verilir.”122 hadisi gereğince bir insanın doğduğu yerde ölmesi onun için bir

eksikliktir. İnsanın nefsini ıslah etmek ve çeşitli mertebeler katetmek düşüncesiyle sefere çıkması da bu açıdan değerlendirildiğinde insan, doğduğu yerden Allah’a doğru manevî bir yolculuk yapmış olur. Bu yüzden doğduğu yerde ölmemiş olur ve katettiği manevî mesafe kadar cennetten yer almaya hak kazanır. Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ adlı eserinde sâlikin Allah katına yaptığı manevî seferi dört kısımda açıklamaktadır: İlki seyr-i ilallahtır ki nefis mertebesinden hakiki varlık mertebesine, yani ulûhiyet makamına seferdir. İkincisi seyr-i fillahtır ki Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmak, isimleriyle var olmak ve ahlakıyla ahlaklanmaktır. Bütün beşerî sıfatlardan kurtulana ledün ilmi münkeşif olur. Üçüncüsü seyr-i maallahtır ki sâlikin her mertebede Allah’la olan seyridir. İkilik mertebesinden kurtulmak ve vahdet makamına ilerlemesidir. Bu makama “makam-ı kabe kavseyni ev edna” denir ki bu makamın sonunda velilik söz konusudur. Son mertebe seyr-i anillahtır ki vahdet makamından kesret makamına yapılan seferdir. Bu seferin sonu Hak’tan

122 Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s. 149.

halka dönmek, vahdeti kesrette ve kesreti vahdette müşahede etmektir. Bu makam kâmil evliyaya ve peygamberlere mahsustur123.

Ankaravî, Mesnevî şerhinin dördüncü cildinde 1557-1558 numaralı beyitlerin şerhinde manevî seferler ilgili bilgi verir. Bu manevî sefer Allah’ın cezbiyle olur, bizim yaptığımız ise deve üstünde yapılan yolculuktur. Yani sâlik, ten devesinden ve onun ihtiyaçlarından kurtulursa Allah sâliki kendi tarafına muhabbet çengeliyle cezb eder. Manevî seferde sâlikin herhangi bir ihtiyarı söz konusu değildir, sâlikin ihtiyarı ve iradesi beden devesi üzerinde yapılan, çalışma ve gayretle Hak canibine yapılan seferde söz konusudur ki buna seyr-i ilallah adı verilir. Bu seyirde sâlik kendi irade ve ihtiyarıyla varlıktan geçip Hak canibine yönelmiştir. Allah’ın cezbiyle olan seyre ise seyr-i billâh124 denir ki sâlik seyr-i ilallah mertebesini geçtikten sonra Allah’ın

cezbesi onu kendinden alarak fânî kılar. Bu seyir de sâlikin irade ve ihtiyarıyla yaptığı seyr-i ilallahtan bin mertebe daha yücedir ki insanların ve cinlerin kendi iradeleriyle yaptığı amellerin hepsinden faziletlidir. “Cezebat-ı Rahman’dan bir cezbe ins ve cinnin ameline muvazi olur.”125 hadisi de bu manaya gelir126.

Ankarav’î, “Vatan muhabbeti imandandır.” hadisinin bulunduğu 2210 numaralı beyti şerh ederken buradaki vatanın vatan-ı aslî olduğunu ifade eder. Bu hadis zahirî anlamıyla düşünülmemelidir ki insan zahirî âlemde birkaç günlüğüne misafirdir. Burada kastedilen hakiki vatandır, çünkü canın makamı hakikat âlemidir. Gerçek vatanı bulmak için de bu dünya canibinden âlem-i ukba canibine gitmek, suret âleminden mana âlemine sefer etmek gerekir. “Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran! Kendini kabir ehlinden say.”127 hadisi, bu dünyanın bir mecazî

vatan ve gurbet olduğuna delildir. Bundan dolayı da dünyaya muhabbet eylemekten

123 İsmail Rüsuhî-yi Ankaravî, Minhacü’l-Fukara, s. 102. Manevî sefer için ayrıca bkz.: Mahir İz, Tasavvuf, İstanbul 2001, s. 171-173.; İmam Gazalî, Yeni İhyâ’u Ulûmiddîn, C. 2, s. 293.; Olgun, Nisâbü’l-Mevlevî, s. 46-47. ; Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü, s.619-621.; Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 301-302.; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 305-306.; Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 542-544.; Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s. 146-159.

124 Bu konuda Şefik Can şu açıklamayı yapmaktadır: “Hakk’a ulaşmak için, Hakk âşıklarının cüz’î iradelerini kullanarak nefsi ile yapılan savaşlara ‘seyri ilallah’, yâni Allah’a gidiş denir. İlahî cezbe olan nev’ine ‘seyri billâh’, yâni Allah ile gidiş denir. Birincisi kulun iradesi ile, çalışmakla, çok ibadet etmekle olur. İkincisi ise iradesizdir. Birincisine ibadetle gidilir, ikincisine çekiş ile gidilir. Elbette çekilerek gitmek, yürüyerek gitmekten daha hayırlıdır. Bu sebeple; ‘Allah’ın cezbesinden bir cezbe, insanın iradî olan nefsanî savaşlarından daha iyidir.!’ demişlerdir.” Şefik Can, Mesnevî Tercümesi, C. 3-4, İstanbul 2011, s. 498.

125 Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, C. 7, s. 456.

126 Ankaravî, MecmûŤatu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-MaŤârif, C. 4, vr. 68b. 127 İmam Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn, C. 1, İstanbul 2008, s. 501.

vazgeçip nehrin öbür tarafına, yani hakikat âlemine sefer etmeyi düşünmek lazımdır128.

Benzer Belgeler