• Sonuç bulunamadı

3. Seçim İttifaklarının Siyasal / Toplumsal Hayata Etkileri

3.2. Seçim İttifakları ve Siyasal İstikrar

Seçim ittifaklarının seçim sistemleri ile ilişkisini anlatırken; seçim sistemlerinin kabaca “temsilde adalet” veya “yönetimde istikrar” prensiplerinden birinin tercih edilişine bağlı olarak kurgulandıklarını, seçim ittifaklarının da bu iki seçeneğinin birbirine zıt gibi görünen amaçlarını bağdaştırabilecek, yani hem temsil adaletini hem de yönetim istikrarını telif edebilecek önemli araçlardan biri olduğunu savunmuştuk. Bu tezimiz, “yönetimde istikrar” kavramı yerine daha geniş bir anlam içeriğine sahip olan “siyasal istikrar”451 kavramı kullanıldığında daha anlaşılır hale gelmektedir. Zira “yönetimde istikrar” kavramının vurgusu, sağlam bir parlamento

451

“Siyasal istikrar nedir – ne değildir?” sorusunu, en genel çerçevede -ve son derece isabetli biçimde-, “Siyasal istikrar siyasetin amacıdır.” diye yanıtlayan Anayasa Hukukçusu Meltem Caniklioğlu, tanımlanması güç bu kavramı, ona egemen olan unsurlar üzerinden şu şekilde tarif etmektedir: “Farklı açılardan farklı tanımlar verilmesine karşın, siyasal istikrar kavramına belli

başlı iki unsur egemendir; Düzen ve süreklilik. Birincisi, siyasal sistemin şiddetten, kaba kuvvetten, zorlamadan ve yıkıcılıktan nispeten uzak olması demektir. İkincisi ise istikrarı, siyasal sistemin temel unsurlarının pek değişmemesiyle, siyasal süreçte kesintilerin olmamasıyla, toplumda siyasal sistemi temelden değiştirmek isteyen önemli siyasal güçlerin ve siyasal hareketlerin bulunmamasıyla özdeşleştirir.” Bu tariften sonra Caniklioğlu, siyasal istikrara dair

çarpıcı bir tespitte daha bulunmaktadır. Caniklioğlu’na göre; “İstikrar bir bakıma meşruluğa

benzer, çünkü onun da yokluğunu fark etmek, varlığını fark etmekten çok daha kolaydır.” Bkz.

Meltem Dikmen Caniklioğlu, “Seçim Sistemlerinin Siyasi İstikrarın Sağlanmasındaki Rolü”,

Anayasa Yargısı Dergisi, Sayı:16 (Anayasa Mahkemesi’nin 37. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle

çoğunluğuna yaslanan ve düşürülme riski taşımayan uzun ömürlü iktidar yapıları üzerindedir. Dolayısıyla “yönetimde istikrar”ın ilk çağrıştırdığı “hükümet istikrarı”dır. Halbuki “siyasal istikrar”, hükümetin sürdürülebilir olmasından ziyade, bütünüyle demokratik siyasal işleyişin sürdürülebilirliğine işaret etmektedir. Bu düşüncemizi Sartori’nin şu ifadeleriyle desteklememiz mümkün gözüküyor:

“…hangi istikrar ya da kimin istikrarı(?) … İstikrarlı demokrasi başka şeydir, istikrarlı hükümet başka şeydir. (…) Demokrasinin yıkılmaması gerektiği kuşkusuz önemlidir. Ama hükümetlerin düşmemesi gerektiği niçin önemli olsun? Cevap genellikle istikrarlı hükümetin, etkin hükümetin ‘göstergesi’ olduğudur. Ne yazık ki, hayır. Hükümet istikrarı sadece süreyi gösterir; hükümetler hem uzun süreli hem iktidarsız olabilirler. Hayat süreleri, etkinliğin veya etkililiğin hiç de göstergesi olmadığı gibi, bunlara canlılık kazandıran bir unsur hiç değildir.” 452

Sartori’nin bahsettiği türden, hayat süreleri uzun olduğu halde rejimde istikrar sağlayacak etkinliği gösterememiş hükümetlere dikkat çekici bir örnek; 1921-1972 yılları arasında Kuzey İrlanda’daki Birlik Partisi hükümetidir. 51 yıl süren bu hükümet, istikrarlı bir demokratik rejim yaratamadığı gibi, Kuzey İrlanda’nın

452

Giovanni Sartori, Karşılaştırmalı Anaya Mühendisliği, s.151. Sartori bu cümlelerinden hemen sonra, hayat süreleri çok uzun olduğu halde hiç etkili olmayan hükümetlere örnek olarak koalisyon hükümetlerini göstermektedir. Esasen bu tespitinde de büyük ölçüde haklıdır. Gerçekten de koalisyon hükümetlerinin birçoğu, Sartori’nin dediği gibi hayatlarını uzatmak için hiçbir şey yapmamayı tercih edebilmektedirler. Ancak bu başka bir bahistir ve üstelik o bahsin de seçim ittifakları bakımından değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Sartori’nin sözünü ettiği türden

“hayatlarını uzatmak için hiçbir şey yapmamayı tercih eden” koalisyon hükümetleri genellikle,

nispi temsilin tamamen temsil adaletine odaklanmış saf ya da safa yakın uygulama biçimlerinin ürettiği koalisyon hükümetleridir. Daha önce de izah edildiği üzere, nispi temsil sisteminin bu uygulama biçimi seçim ittifaklarını teşvik etmez. Bu seçim sisteminin uygulandığı yerlerde parti ittifakları seçim düzeyinde değil, hükümet düzeyinde gerçekleşir. Bunlar genellikle, seçimlerden sonra sırf hükümet kurabilmek üzere çoğu zaman da sıkı pazarlıklar sonrası yapılan parti ittifaklarıdır. Yani parlamento aritmetiğinin dayattığı “zoraki” koalisyonlardır. Halbuki, seçim düzeyinde (seçimlerden önce) yapılan parti ittifakları (seçim ittifakları), seçimlerden sonra gayet uyumlu koalisyon hükümetlerinin oluşmasına zemin hazırlayabilir. Bu itibarla; Sartori’nin sözünü ettiği “hayatlarını uzatabilmek uğruna hiçbir şey yapmayan” koalisyon hükümetleri ile programları birbirine uygun partiler arasındaki sağlıklı seçim ittifaklarına dayanan koalisyon hükümetlerini birbirine karıştırmamak gerekir.

sorunlarını çözmede gitgide yetersiz kalmış ve bu uzun ömürlü hükümet dönemi bir iç savaşla noktalanmıştır.453

Öyleyse istikrar ararken, sadece hükümetlerin sürelerine odaklanmış olan “yönetim istikrarı” yahut “hükümet istikrarı” yerine; hükümetlerle birlikte demokratik işleyişin bizatihi kendisine de odaklanmış olan, yani hem demokrasinin gereklerini hem de yönetilebilirliği birlikte gözeten “siyasal istikrar”ın peşinde olmak daha anlamlıdır.

Bu noktada Larry Diamond’un sözünü ettiği “demokrasinin üç paradoksu”ndan ikincisi gündeme gelmektedir. Çünkü demokrasinin gerekleri ile yönetilebilirliği aynı anda gözetmek ve bu ikisinin arasında denge kurmak zor iştir. Zira demokrasi, toplumda farklı kimlik ve taleplerle var olan ve birbiriyle yarışan tüm grupların siyasi partiler eliyle gereği gibi temsil edilebilmelerini gerektirir. Yani demokrasinin öncelikli talebi mümkün olan en yüksek düzeyde “siyasal temsil”dir. Buna karşılık yönetilebilirlik ise, iktidarın çok yaygınlaştırılmamasını gerekli kılar. Diamond, demokrasinin doğasında olan bu paradoksu, yani “temsile karşı yönetilebilirlik” çelişkisini şu şekilde ifade ediyor:454

“Yönetilebilirlik, politikaların hızlı ve enerjik bir biçimde uygulanabilmesi için iktidarın yeteri kadar özerkleşmesini ve belli bir yerde toplanmasını zorunlu kılar. (… Eğer iktidar çok sınırlanırsa veya çok yaygınlaştırılırsa hükümet topal bir hale gelebilir.) Bu husus genellikle iktidarda olanların halka karşı sorumlu tutulması, temsil ve denetimle çelişmektedir. (…) Her ülke bu evrensel gerilimi kendine göre çözmek zorundadır.”

453

Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler, s. 74. Kuzey İrlanda’nın 1970’li yıllarda yeniden iç savaş / terör ortamına sürüklenmesinin elbette derin sosyo-politik kökleri var ama bu noktada üzerinde durduğumuz husus, sadece hükümetlerin uzun ömürlü oluşları ile ülkede istikrarın sağlanamayacağıdır. Yapılan bütün seçimleri kazanarak 51yıl kesintisiz süren Birlik Partisi hükümeti, “ekstrem” bir örnek olmasına rağmen, bu gerçeği göstermesi bakımından dikkat çekici bir örnektir.

Kuzey İrlanda’daki bu hükümet; “yönetimde istikrar” uğruna, azınlıkta kalan kesimlerin sürekli sistemden dışlanması halinde, toplumsal barışın bozulacağını göstermesi bakımından da çarpıcı bir örnek olduğundan, bir sonraki başlıkta bu yönüyle bir kez daha konu edilecektir. 454

Diamond’un ifadesiyle her ülkenin kendine göre çözmek zorunda olduğu bu evrensel gerilimi tam anlamıyla ortadan kaldırmak mümkün olmasa da önemli ölçüde hafifletmenin yollarından biri seçim ittifaklarını teşvik eden seçim sistemlerini tercih etmektir. Çünkü programları birbirine uygun siyasi partiler arasında seçimlerden önce yapılan ayrıntılı ittifak anlaşmaları, seçimlerden sonra uyum içinde hükümet sorumluluğunu yerine getirebilecek geniş tabanlı yapıların ortaya çıkmasını sağlayabilir. Özellikle de partiler arasında yapılan ittifak anlaşmasında, seçim sonrası birlikte hükümet kurma iradesi ile kurulacak hükümetin ilke ve önceliklerinin baştan ilan edildiği durumlarda, “uzun ömürlü” olduğu kadar “etkin” de olan, yani hem istikrarlı hem de icraatçı/reformcu hükümetlerin ortaya çıkması mümkündür. Böylelikle seçim ittifakları marifetiyle hem demokrasinin talebi olan “geniş tabanlı siyasal temsil”in önü açılmış, hem de yönetilebilirliğin gereği olan “politikaların hızlı ve enerjik bir biçimde uygulanabilmesi için iktidarın belli bir yerde toplanması” sağlanmış olur.

Seçim ittifaklarının yönetilebilirliğe, dolayısıyla siyasal istikrara bir başka yoldan daha katkı sağlaması söz konusu olmaktadır. Bu katkı iki turlu çoğunluk seçim sisteminin uygulandığı ülkelerde ortaya çıkmaktadır. Daha önce, İki-turlu Çoğunluk Sistemlerinin Seçim İttifakları ile İlişkisi başlığında (2.2.1.2.) izah edildiği gibi; iki turlu dar bölgeli çoğunluk sisteminin uygulandığı ülkelerde, aşırı ya da sistem karşıtı partiler, seçimin ikinci turundan önce yapılan ittifak anlaşmalarından dışlanarak cezalandırılırlar. Uçlardaki partilerin bu şekilde –ikinci tur öncesi bu türden parti adaylarının seçilmelerini engelleme motivasyonuyla yapılan seçim ittifakları yoluyla- cezalandırılması sistemi rahatlatmakta ve yönetilebilirliği kolaylaştırmaktadır. Çünkü bu ittifaklar sayesinde (Fransa seçimlerinin ikinci turunda ortaya çıkan ittifaklarla aşırı sağcı Le Pen’in ve partisinin adaylarının seçilmesinin sürekli engellenmesinde olduğu gibi) söz konusu aşırı partilerin sistem- içinde ama yönetim-dışında tutulmaları başarılabilmektedir.

Kuşku yok ki; seçim ittifaklarının siyasal istikrara katkı sağlamaları, ancak onların programları birbirine uyan, en azından birbiriyle çatışmayan siyasi partiler arasında gerçekleşmiş olma şartına bağlıdır. Aksi halde, yani siyasal hedefleri

birbiriyle çatışan partilerin ittifak yapmaları durumunda, söz konusu ittifaklar seçim düzeyinde partilere belki bir avantaj sağlayabilir ama hükümet düzeyinde istikrarlı bir koalisyona imkan vermezler. Bu durumun örneklerinden biri İtalya’da yaşanmıştır. Siyasal çoğulculuğa katkı sağlayan ittifak örnekleri arasında verdiğimiz Kuzey Ligi Hareketi ile Forza İtalia arasında 1994’te kurulan seçim ittifakı, seçim başarısı elde etmiştir ama istikrarlı bir koalisyon hükümeti üretememiştir. Çünkü bu seçimde Forza İtalia’nın kurucusu ve lideri Silvio Berlusconi, siyaset tarihinde örneği pek az görülecek şekilde (İtalyan siyasal kültürünün ve seçim kurallarının da fırsat vermesiyle), ülkenin Kuzey ve Güney bölgelerinde iki ayrı seçim ittifakı yapmıştır. Ülkenin Kuzey Bölgelerinde özerklik yanlısı (hatta dönem dönem ayrılıkçı politikalar izleyen) Kuzey Ligi ile “Polo delle Liberta” adı altında ittifak yapan Berlusconi, bütün Güney bölgelerinde de aşırı sağcı/neo-faşist Ulusal İttifak (Alleanza Nazionale) ile “Polo del Buongoverno” adı altında ikinci bir ittifakla seçime girmiştir. Bu çelişkili durumu daha da ilginç hale getiren, Kuzey Ligi’nin lideri Umberto Bossi’nin seçim kampanyası sırasında ve sonrasında federalizmi savunmuş ve faşistleri eleştirmeye devam etmiş olmasıdır. Buna rağmen Berlusconi bu seçimlerde başarılı sonuç almış ve aynı kompozisyonla koalisyon hükumeti kurmuştur. Kuzey Ligi ve Ulusal İttifak partilerinin yer aldığı bu “iki-yüzlü koalisyon” bekleneceği üzere kısa-ömürlü bir hükümet deneyimi olarak (Nisan- Aralık 1994) İtalyan siyasi tarihindeki yerini almıştır.455

Seçim ittifaklarının siyasal istikrara katkısına dair son olarak yapacağımız değerlendirme, “biçimsel istikrar-gerçek istikrar”456 ayrımına dayanmaktadır. Daha önce de birçok kez ifade edildiği gibi seçim sistemleri; bünyelerinde barındırdıkları

455

Gianfranco Pasquino, “Seçim Sistemlerinde Reform: Birinci İtalyan Cumhuriyetinden İkinci İtalyan Cumhuriyetine”, Türkiye ve Avrupa’da Seçim Sistemleri - Uluslararası Konferans Tebliğler Kitabı, 9-10 Haziran 1995, Friedrich Ebert Vakfı, İstanbul 1996, s.98

Her ne kadar 1994’teki bu “iki-yüzlü koalisyon” kısa-ömürlü olmuşsa da birbirine zıt bu iki partinin (özerklik yanlısı Kuzey Ligi ile aşırı sağcı-faşist Ulusal İttifak partilerinin) de içinde yer aldığı ve yine Berlusconi tarafından 2001’de kurulan koalisyon hükümeti bu kez 2006 yılına kadar iktidarda kalmıştır. Bu ikinci Berlusconi hükümeti İtalya Cumhuriyetinin en uzun ömürlü hükümeti olmuştur.(Bkz. Alper Arısoy, a.g.m., s.9) Elbette bu koalisyon hükümeti için de “siyasal istikrar”ı sağladığını söylemek güçtür. Zira siyasal istikrar, hükümetlerin sadece ömürleri ile ilgili değil aynı zamanda etkinlikleri/etkililikleri ile de ilişkilidir. Bu durum daha çok İtalya’daki siyasal kültürün ürettiği ve imkan verdiği bir durumdur.

456

Bu ayrım, Anayasa Hukukçusu Abdullah Sezer’e aittir. (Demokrasi Teorisi ve Pratiğinde Seçim

yüksek seçim barajları ve büyük partileri avantajlı hale getiren seçim formülleri gibi birtakım unsurlarla, “yönetimde istikrar” hedefine yönelirler. Bu unsurlar dar ve biçimsel anlamda istikrarı destekleyen unsurlardır. Ancak bazen bu unsurlar biçimsel istikrarı dahi sağlayamayabilir.457 Tam tersine, bu unsurlar istikrarı bozucu sonuçlar da doğurabilir. Örneğin, çok yüksek seçim barajı yahut büyük bir-iki partiye aşırı avantaj sağlayan seçim formülleri, adalet duygusunu zedeleyerek, seçilenlerin meşruiyetini tartışmalı hale getirmek suretiyle istikrarsızlığa sebep olabilirler.458

Bu tez, yani adalet duygusundaki zedelenme/aşınmanın istikrarsızlığa yol açacağı düşüncesi, Türkiye’de 1995 yılında verilen bir Anayasa Mahkemesi kararında da güçlü bir biçimde savunulmuştur. “Adalet, istikrar sağlar. Yalnızca istikrar düşüncesi, adalet olmayınca istikrarsızlık yaratır” cümlesinde olduğu gibi, “adalet” ve “istikrar” arasında sıkı bir bağ olduğuna vurgu yapan karar metninde şu ifadelere yer verilmiştir:

“…İstikrar sağlayacağı sanılarak getirilen adaletsiz sistemlerin, toplumsal gelişmeleri önemli ölçüde engelleyen sonuçları olduğu bilimsel araştırmalarla açıklanmaktadır. Temsilde adaletin ağırlığı, yönetimde istikrarın temel koşuludur. Adalet, istikrar sağlar. Yalnızca istikrar düşüncesi, adalet olmayınca istikrarsızlık yaratır. (…) yönetimde istikrar, temsilde adalet… Kimi

457

Türkiye’de 1990’lı yıllarda yapılan seçimlerin sonuçları, bu durumun açık örnekleridir. “Yönetimde istikrar” prensibi doğrultusunda, yüzde 10 gibi çok yüksek bir seçim barajının ve genellikle büyük partileri kayıran d’Hondt seçim formülünün uygulandığı 1991, 1995 ve 1999 seçimlerinden, murad edilen “istikrarlı” tek parti hükümetleri değil, sürekli koalisyon hükümetleri (hatta bazen azınlık koalisyonları) çıkmıştır. Özelikle 1995 seçimlerinden sonra, çok kısa ömürlü hükümetler kurulmuş, dört yılda dört hükümet krizi çıkmıştır. Buna karşılık, “temsilde adalet” prensibini en yüksek düzeyde gözeten seçim sisteminin (milli bakiye) uygulandığı 1965 seçimlerinde, sandıktan “güçlü ve istikrarlı” bir tek parti hükümeti (Adalet Partisi hükümeti) çıkmıştır.

Bu da göstermektedir ki; “istikar” sadece seçim sistemi ile sağlanamaz. İstikrarsızlık, seçim sisteminin dışında çok daha derin sebeplerden ve sosyal-siyasal bölünmelerden kaynaklanabilmektedir. Diğer taraftan, azınlık oylarının değerlendirilmesine imkan veren bir seçim sistemi de, istikrarlı çoğunluklar üretebilmektedir. Bu da yine sadece seçim sistemiyle değil, ülkede bir partinin lehinde güçlü sosyal ve politik rüzgarların esmesiyle ilgili bir durumdur. (Bülent Tanör’den aktaran; Abdullah Sezer, a.g.e., s.174).

Dolayısıyla “yönetimde istikrar” hedefine sadece seçim sisteminde yapılacak düzenlemelerle ulaşılamaz. Seçim sistemi istikrarın sağlanmasını kolaylaştırabilir ama tek başına gerçekleştiremez. (Zafer Üskül’den aktaran; Abdullah Sezer, a.g.e., s.174)

458

durumlarda birbirinin karşıtı gibi görünen bu iki ilkenin demokrasinin doğal aracı sayılan seçimlerde birbirini dengeleyecek ve tümleyecek biçimde birlikteliğine önem verilmelidir. Bunun için en az yakınılan seçim sisteminin uygulanması gerekmektedir. Bu iki ilkeyi her yönüyle olmasa da genelde bağdaştırmak, ülkelere göre değişmesi olağan bir durumdur.”459

Bu düşünceden hareketle, sadece “biçimsel istikrar” hedefine odaklanan seçim sistemlerinin adaleti zedeleyeceği, dolayısıyla da “gerçek istikrarı” bozacağı gerçeğini görmek460 ve her ülkenin kendine özgü diğer sosyo-politik koşullarını da hesaba katarak bu hususun üzerinde düşünmek lazımdır. Çünkü hem “adalet” ve hem de “istikrar” toplumlar için zaruret derecesinde ihtiyaçtır. Bu ikisini bağdaştıracak, telif edecek yolları aramak siyasetin öncelikli meselelerinden olmalıdır.

Gerçekten de temsilde adalet fikrine ağırlık verildiği taktirde, siyasi yelpaze bölünmeye doğru teşvik edilmiş ve yönetilebilirlik zora sokulmuş oluyor; buna mukabil büyük partiler aşırı derecede ödüllendirildiği taktirde ise siyasi partilerin birinci işlevi olan temsil ve katılma işlevini yerine getirememelerinden kaynaklanan problemlerle baş etme riski ile karşı karşıya kalınmış oluyor. Öyleyse “yöneten demokrasi”461 ihtiyacını yerine getirmek için gerekli olan; “istikrarı sağlayıcı ama temsilde adaleti de fazla rencide etmeyen” bir sistem / bir formüldür.462

459

18.11.1995 tarih ve E: 1995/54, K: 1995/59 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı. (Resmi Gazete; 21.11.1995 - 22470) Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, 1995 yılında yapılan Anayasa değişikliklerinden sonra verilmiştir. 1995 yılında (26.7.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanun ile) Anayasa’da bir dizi değişiklik yapılmış ve bu değişiklikler kapsamında, Anayasa'nın 67. maddesine; "Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak

biçimde düzenlenir" hükmü eklenmişti. Söz konusu bu karar da; ülke genelinde uygulanan yüzde

10’luk bir seçim barajına ek olarak getirilen “çevre barajı” uygulamasının Anayasa’nın bu hükmüne aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline ilişkin verilmiş karardır.

460

Abdullah Sezer, a.g.e., s. 175 461

“Yöneten demokrasi” kavramını siyaset bilimi literatürüne kazandıranlar, George Burdeau ile Giovanni Sartori’dir. Ünlü siyaset bilimci /anayasa hukukçusu Fransız George Burdeau, “Traité de Science Politique” adlı eserinin 5,6 ve 7. ciltlerini “yöneten demokrasi” (démocratie gouvernante) konusuna ayırmıştır. Yine bir başka ünlü siyaset bilimci Giovanni Sartori de “Demokrasi Teorisine Geri Dönüş” isimli kitabının beşinci bölümü “Yönetilen Demokrasi ve Yöneten Demokrasi” başlığını taşımaktadır.

Bkz. Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, çev: Tunçer Karamustafaoğlu, Mehmet

Turhan, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s.95-142 462

Taha Akyol, “Siyasi Partiler Demokrasi ve Medya - Söyleşi”, Siyasi Partiler ve Demokrasi - Uluslararası Sempozyum, 26-27 Mayıs 2006, Ankara, Türkiye Barolar Birliği - Ankara Barosu, Ankara Barosu Yayınları, Ankara 2006, s.262- 263

İşte seçim ittifaklarının değeri bu noktada kendini göstermektedir. Partiler arasında yapılan ittifaklar, seçim sistemlerinin bünyelerindeki temsil adaletini bozan unsurların, istikrarı da bozacak boyuttaki etkilerini törpülemektedir. Yönetim istikrarı uğruna temsil adaletini tamamen göz ardı eden seçim formülleri ile getirilen engeller ve aşırı yüksek seçim barajları, ancak seçim ittifakları marifetiyle aşılabilmekte, böylelikle de siyasal istikrarın temelden sarsılmasının önüne geçilebilmektedir. Üstelik seçim ittifakları siyasal istikrarın sadece muhafaza edilmesine katkı sağlamakla kalmaz, onun bizatihi oluşmasına da etki ederler. Çünkü yukarıda ifade edildiği gibi, seçimlerden önce siyasi partiler arasında yapılmış olan ittifak anlaşmaları, seçimlerden sonra uyumlu parlamento çoğunluklarının ortaya çıkmasını kolaylaştırdığı için, istikrarın oluşmasına da katkı sağlayabilmektedirler.