• Sonuç bulunamadı

1923 yılına gelindiğinde Türkiye dokuz yıl savaşlara sahne olmuş ve en zengin tarım bölgeleri 1919 yılından beri işgal altında kalmıştı. Ekonomideki çöküntüyü doğuran en önemli faktör işgücü yetersizliğidir. İşgücündeki darlık ve Türkiye’den ayrılanlar tarafından terk edilen topraklar, 1923 yılı tarım üretim düzeyinin düşmesine neden olmuştur (Gürsoy, 1993, s. 132).

Osmanlı’dan kopuş sürecinin de resmen yaşamaya başlandığı bu dönem kısaca şöyle özetlenebilir: bu dönemde birbirleri ile zayıf ulaşım ilişkileri bulunan Anadolu kentlerinin çoğu yakılmış, tahrip edilmiş, zaten yetersiz olan altyapıları neredeyse yok olmuştur. İktisadi ve sosyal açıdan bakıldığında; Gayri Safi milli gelirin %67 sini tarım gelirlerinin, %23’ünü hizmet gelirlerinin, %10’unu ise sınai gelirlerin teşkil ettiği; toplam nüfusun %82’sinin kırsal alanda yaşadığı; okuryazarlık oranının ancak %11’i bulduğu görülmektedir. İmparatorluk dönemi borçlarının 2/3’ünün yeni

yönetim tarafından kabul edilmiş olmasının ekonomide yarattığı ağır ise yük tüm yoksunlukları biraz daha ağırlaştırmaktadır (Gürsoy, 1993, s. 160).

Öte yandan ülkenin uzun savaş yılları ve ardından geçirdiği yıkımdan daha büyük engelleri bulunmaktadır. Sermaye ve sanayinin yetersizliği toplumsal sınıfların da oluşamamasına neden olmuştur. Yeni bir dönem başlarken; ne işçi sınıfı, ne de burjuvazisi oluşmuş devlet aynı zamanda sermaye darlığı, milli pazarının ve tecrübesinin olmaması nedeniyle ticarette de parlak sayılmamaktadır. Nüfusta, dolayısıyla işgücünde azalma, yeni rejime karşı belli bir ölçüde varlığını koruyan muhalefet, hukuksal yapının engelleyici ve yetersiz özelliği ulaşılmak istenen çağdaş uygarlık hedefi önündeki en büyük engellemektedir (Serçe, Yılmaz ve Yetkin, 2003, s.8) . İmkânsızlıklarla dolu bu tabloda elde; yeniden özgürlüğüne kavuşmuş, ulus olma yolunda çabalayan ortak bir kültürün insanları ve modernleşme arzusu kalmaktadır.

3.2.1.1 Mekansal Yapı

Uzun yıllar süren ve zor koşullar altında kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın ardından yeni bir döneme girerken harap bir ülke, çökmüş bir ekonomi ve onarımı bekleyen pek çok kent ile karşı karşıya kalınmıştır (Batur, 1998, s. 209). Her yer yanmış yıkılmış, bağlar bahçeler sökülmüş, tüm köy ve kentler harabe haldeydi. Türk tüccarları önceden tamamı ile gayri Türklerin elinde bulunan ticaret mekanizmalarını ellerine alarak işletmeye koyulmuşlardır. Makedonya’dan, Arnavutluk’tan, Adalardan ve daha pek çok Rumeli toprağından göç edenler muhtelif yerlere yerleştirilmişlerdir. Ekonomik buhranın etkisiyle liman ticaretinde büyük ölçüde azalma görülmüşse de krizin etkileri azaldıkça ihracatta yeniden olumlu bir gelişim görülmeye başlanmıştır (Cumhuriyetin 15. yılında İzmir, 1938, s.59).

3.2.1.2 Demografik Yapı

İzmir’in Kurtuluş sonrası nüfus hareketliliği iki yönlüdür. Birincisi; yangın, uzun süren savaşların getirdiği çeşitli sıkıntılar, ticari ayrıcalıkların ortadan kalkması ve göç anlaşmaları nedeni ile Rum ve Ermeni grupların bölgeden ayrılmaları, ikincisi ise Rumeli’den getirilen otuz binden fazla mübadil ve harikzedenin İzmir’e yerleştirilmesidir. Bölgeden ayrılanların geride bırakmak zorunda kaldıkları taşınır ve taşınmaz türden terk edilmiş mallar ilgi çekici olmuş ve İzmir gibi bölgelere yönelik göçlerin artmasında önemli rol oynamıştır (Berber, 1997 s.318). 13 Ekim 1923‘te kurulmuş olan Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin çalışmalarına göre bütün Türkiye’de terk edilmiş ev sayısı 100.000 iken bunun 10.200’ü İzmir’de bulunmakta; ayrıca dükkan ve mağaza, fabrika, hamam, hastane ve küçümsenemez oranda bağ bahçenin de terk edildiği belirtilmektedir (Arı ve Diğerleri, 1992, s. 274). Bu dönemde Yunanistan’dan gelen Türklerin büyük bir kısmının İzmir’de yer seçtiği hatırlanır ise boş konut stoğunun yeni gelenlerin iskanı açısından önemli bir olanak olarak değerlendirilmesi mümkün iken yeni toplu iskan alanlarının oluşturulması yoluna gidilmiştir (DEÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 1996, s.14).

İzmir’in cumhuriyet öncesi dönemine ilişkin nüfus bilgisi değişik dönemlerde çıkan yangınlar nedeniyle oldukça sınırlıdır. Buna karşın gerçek anlamda nüfus sayımlarının cumhuriyetin ilanından sonra yapılmaya başlandığı görülmektedir. Nitekim Türkiye’de ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış, 1935 yılından sonra ise her 5 yılda bir tekrarlanmıştır. Dönemler itibariyle incelendiğinde İzmir ili nüfusu dönem öncesine göre büyük ölçüde azalsa da cumhuriyetin ilanından sonra yapılan ilk sayım yıllarına oranla daha sonraki yıllarda büyük bir artış göstermiştir

Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde savaşın amaç, kapsam ve niteliğini belirleyen olguların en önemlilerinden olan ulusçuluk kavramının yerleşip olgunlaşması, gelişmesi evrelerinde etnik ve kültürel yönden özdeşleşmede yoğun ve kitlesel göç hareketlerinin etkin bir rol oynadığı bilinse de göçü en yoğun biçimde yaşayan kentlerin başında gelen İzmir’in toplum yapısının bu olgudan olumsuz etkilendiği yadsınamaz (Arı ve diğerleri, 1992, s.273).

3.2.1.3 Ekonomik Yapı

Cumhuriyet’in ilanıyla, pek çok alanda gelişmelerin başladığı ülkede; 1923 -1950 döneminde modernleşme akımı ile ekonomik koşullar sürekli yön değiştirmiştir. 1923 yılından dünya ekonomik bunalımının yaşandığı 1929 yılına kadar geçen ve liberal dönem olarak adlandırılan dönemde, özel sektör yatırımlarına ağırlık veren dışa açık bir ekonomi politikası izlenmiştir. 1929 yılından, 1939 yılında kadar geçen ve devletçi dönem olarak adlandırılan dönemde ise, yatırımlar daha çok devlet eliyle gerçekleştirilmiş ve özel girişimciden çok devlete güven duyulmuştur. 1923–1950 yılları arasına damgasını vuran 2. Dünya Savaşını da içeren, 1939–1950 arasında geçen süre ise, ekonomik alt yapının yenileştirilmesi ve sanayileşme girişimleriyle başlayan çabaların yerini içe dönük bir ekonomi politikasına bıraktığı yıllar olmuştur (Osmay, 1998, s. 40).

Cumhuriyet dönemi ile İzmir ekonomik açıdan yeni bir ilişki ağına girmiştir. Alışageldiği kendine özgü kozmopolit ama içine kapalı ticari kimliğinden sıyrılarak ülkesel ekonomiye entegre olan, üstelik yeni bir devletin iktisadi politikalarının belirlenmesine ev sahipliği yaparak bu yeni döneme öncülük etme ve dahası ileride ulusal bir iktisadi merkez olma sorumluluğunu da üstlenmiştir. Ancak İzmir için bu pek de kolay olmamıştır (Gürsoy, 1993, s. 159). Frenk, Ermeni ve Yunanlı işadamları ve tüccarların önemli bir kısmının terki ile İzmir mekansal olanaklar, ekonomik birikim ve deneyime dayalı üretim bilgisinden yoksun kalmış, yıllar boyu üretim sektörlerinin dışında kalan Müslüman Türk İşadamları bir anlamda sıfırdan başlamak zorunda kalmıştır (Göksu, 1989).

Ekonomideki gelişmelerin yanı sıra uygulanan modernleşme projesi ile toplumsal ve sosyal yaşamda ortaya çıkan hızlı değişimi kent mekânlarında da görünür kılmak amacıyla, kısıtlı mali olanaklara rağmen cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kentin yeniden imar edilmesi konusuna öncelik verilmiştir. Kurtuluştan sonraki öncelikli konuların arasında yangının kentin ortasında yarattığı harabeliği temizleyip ardından planlı bir şekilde imar etme hedefi yer almaktadır. Keza bu alan kent için önemli bir

salgın hastalık ve asayişsizlik tehdidi; unutulmak istenen bir geçmişin acı anısı olarak değerlendirilmiştir (Serçe, Yılmaz ve Yetkin, 2003, s. 61).

3.2.1.4 Sosyal Yapı

Bu dönemde yeni bir sosyal ve ekonomik kapitalin yaratılması hedeflenmiştir. Bunun sağlanıp modern bir ulusun kurulabilmesi için de önceki dönemden kalan çoklu kimlik kalıntılarından arınmak hedeflenmiştir. Hemen hemen her alanda tanık olunan kozmopolit görüntüyü parçalayarak bunun yerine Türklük kimliği etrafında biçimlenmiş yeni ulusçuluk kavramının güçlenmesi ile devlet kendi ulus imgesi, erki ve ekonomik gücü ile yarattıklarından gurur duymaktadır. Ancak her ne kadar Osmanlı’dan kopmaya çalışılsa da yeni üretim süreçleri Osmanlı’nın izini tam manasıyla silip üzerine yeniden inşa edecek güce sahip olmadığından yine eldeki imkânlar değerlendirilmiş yeni birikim süreçleri mekansal olarak Osmanlı dokusu üzerinde cereyan etmiştir (Göksu, 1989).

Sosyal açıdan ise bir taraftan Osmanlı’dan ve geleneklerden kopma olgusu yaşanırken bir taraftan da ülkede ulusal bilincin oturtulmaya çalışıldığı bu dönem çağdaşlaşma ideolojisi ve kentlere kazandırılmaya çalışılan modernlik imgesinin etkisi altında hareketlenen imar faaliyetlerine sahne olmuş, dolayısı ile kentlerin özgün karakterinde ilk önemli değişikliklerin meydana gelmiştir (Benzergil, 2006, s.26).

3.2.1.5 Yasal ve Kurumsal Yapı

Cumhuriyet öncesi dönemde, özellikle de Tanzimat döneminde bir takım reformist imarlaşma faaliyetleri yapılmışsa da bu faaliyetlerin planlama kapsamında yapıldığını söylemek mümkün değildir. Cumhuriyet Dönemi ile birlikte dönemin ideolojisi gereği sosyal yaşamın yeniden üretimi adına hedeflenen mekansal düzenlemelerin gerçekleştirilebilmesi için planlamanın temelini teşkil edecek çok önemli yasal düzenlemeler yapılmış ve kurumsal yapı hızlı bir şekilde oluşturulmaya

başlanmıştır. Bu bölüm içerisinde söz konusu düzenlemelerden kentin şekillenmesinde en etkili olanlar kısaca ele alınmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında savaş sırasında yangın geçirmemiş kentlerde ciddi bir planlama uygulamasından söz edilememektedir. Bu nedenle büyük yangının İzmir’in imarı konusunda mali yükümlülükleri azaltarak projelerin hayata geçirilebilmesi konusunda bir bakıma olanak yarattığı da söylenebilir. Yangın bölgesinde parselasyonun gerçekleştirilmesi, gerekli istimlak işlemlerinin tamamlanması, yangın yerlerindeki molozların temizlenmesi vb. uygulamaların hayata geçirilebilmesi için gerçekleştirilen hukuksal düzenlemelerden biri Cumhuriyet dönemine Osmanlı Dönemi’nden intikal eden ve 1925 yılında yeniden düzenlenen Ebniye Kanunu’dur. Bu kanun ile Kurtuluş Savaşı’nda, özellikle de Batı Anadolu’daki yanan-yıkılan kentlerinin imarı yönünde yeni plan yapma görevi belediyelere verilmiştir. Ancak kanunun uygulandığı dönem içerisinde planlama çalışmaları yasal bir çerçeveye oturtulamamış ve bu kanun 1933 yılında 2290 sayılı Belediye Yapı Yollar Kanunu ile kaldırılmıştır (Dinçer ve Akın, 1994, s.24).

1925 tarihli 583 sayılı İstimlâk Yasası dönemin diğer önemli yasal oluşumlarındandır. Kamulaştırma düzenlemelerini ele bu kanunun bugün hala önemini korumasının nedeni kamulaştırmanın vergi değeri üzerinden yapılmasını öngörmesidir. Kentsel rantın denetim altında tutulmasını sağlayan bu uygulamalar sırasında yine de imar hukuku korunmuş, mülk sahiplerinin mağduriyetlerini engelleme yönünde çeşitli önlemler alınmıştır.

1925 yılında çıkarılan 642 Sayılı İmar Yasa yangın yerleri hakkında belediyelere daha rahat hareket edebilme olanağı sağlamıştır. Kanun 150’den fazla binası yanık durumda olan yerlerde belediyelerce yeni planların hazırlatılmasına, bu yangın alanlarının tarla sayılmasına, planda yeniden parsellenmiş arsaların ise açık arttırma ile satışa sunulmasına hükmetmiştir. Bu açıdan bakıldığında İzmir’in imarında yeşil alan ve kamu binaları için ayrılmış bölgeler dışında parsellenerek satılan adaların arsa satışları büyük ilgi görmüş, yangın alanında 1925’te 5 olan yeni inşaat sayısı, üç sene içerisinde 402’ye yükselmiştir.

1876 yılına ait Vilayetler Belediye Kanunu 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Yasası ile geliştirilmiştir. İlk kez merkezi yönetim belediyelere harita yapmak, kadastro çıkarmak, imar planı yapmak ve daha önemlisi 5 yıllık imar programları yapmak gibi önemli sorumluluklar yüklemiştir. Aynı yıl içerisinde çıkarılan Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yirmi bin ve üstü nüfusa sahip yerleşmeler için 3 yıllık süre içerisinde plan yapma zorunluluğu getirilmiştir (Baran, 2003, s.47).

1933 yılında 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yollar Kanunu kent planlamasına ilişkin detaylı açıklamalar içeren planlamanın nedenleri ve yöntemlerini belirten eğitimsel bir içeriktedir. Bu kanun kentlerin ortalarından çağdaş görünümlü yollar geçirilmesi adına yerleşim özellikleri gözetilmeksizin, çıkmaz sokakların kaldırılması ile tarihi sokak strüktürlerinin bozulmasına yol açmıştır. Aynı yıl kanunlarından 2301 sayılı Belediyeler Bankası Kanunu’nun çıkarılması ile günümüze İller Bankası olarak gelebilmiş Belediyeler Bankası kurulmuştur. Bu kurumsal oluşum hem teknik hem de finansal anlamda belediyeleri güçlendirmek için kurulmuş, batıda dahi örneği bulunmayan özgün bir yapı olarak önem kazanmıştır (Batur, 1998, s.215).

1934 yılında çıkarılan 2711 sayılı istimlak yasası ile bundan 9 yıl önce çıkarılmış olan yasa üzerinde bir takım değişiklikler yapılmıştır. Kanunun En önemli noktası vergiye esas matrah üzerinden 10 katı ödemeler ile dönemin rant ve baskı ortamını net bir şekilde belgelemesidir.

1938 yılı önemli yasal düzenlemelerinden Mühendislik ve Mimarlık Kanunu plan yapımında ve uygulamada mühendis ve mimarların rol alması zorunluluğunu getirmiştir. Ancak o dönemde şehircilik alanında teknik işgücü eksikliği nedeni ile önceleri yabancı uzmanlardan destek sağlansa da giderek yerli uzman sayısında artış görülmüştür (Baran, 2003, s.47).

Yukarıda söz edilen yasalar ile belediyelerin kendilerinden beklenen görevleri dönemin koşulları, kaynak yetersizlikleri, teknik donanımsızlık ve bilgi eksikliği gibi

nedenlerle zamanında yerine getirememeleri üzerine bu kez merkezileşme eğilimlerinin yeniden başladığı bir döneme girilmiştir. Ayrıca 50’li yıllara gelinirken özel sektörü destekleyen bir sürecin ilk işaretleri de görülmeye başlanmıştır.