• Sonuç bulunamadı

Savaş dönemleri kentleri mekansal ve ekonomik yönden çöküntüye uğratan uzun ve sancılı yıllar olarak geçmiştir. Ekonominin zaten çıkmazda olduğu 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yılları tüm yoksunlukları daha da ağır hale getirmiş, halk yoksullaşmış, gerilemiştir. Savaş yılları boyunca askeri ihtiyaçlara ayrılan devlet bütçesi nedeniyle sosyal yapıda ciddi deformasyonlar meydana gelmiştir. Bir taraftan temel yaşam gereksinimlerine dahi ulaşmakta zorluk çeken halk diğer tarafta ise savaş yıllarının spekülatif ekonomik yapısını kullanarak zenginleşen zümre arasında büyük bir toplumsal yarılma yaşanmıştır. Bu dönemde ticaret ve sanayi durma noktasına gelmiş, daha önceki dönemlerde üretim mekanizmalarına dahil edilmemiş olan Müslüman Türk işadamları üretime sıfırdan başlamak durumunda kalmıştır.

3.1.4.1 1. Dünya Savaşı Dönemi (1916-1919)

Birinci Dünya Savaşı sıralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası bölüşülmeye başlanmıştı. Buna göre Ege Bölgesi’nin Yunanlılara verilmesine karar verilmiş ve 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e girmiştir. İşgal yılları İzmir için büyük kayıpları da beraberinde getirmiştir. İzmirli Türklerin bir kısmı İzmir dışına kaçmış, gençlerin

büyük kısmı ise Milli Mücadeleye katılmak üzere Anadolu’ya gitmiştir. Yabancı iş çevreleri de Yunan işgalini önlemeye çalışmışlarsa da büyük felaketin önüne geçememişlerdir. İşgal sonrasında gümrükteki mallar ve şehirdeki bazı mağaza ve dükkanlar tamamen yağma edilmiştir. 3 yıl süren işgal yıllarının sona ermesi ile birlikte şehrin yönetimi ve ekonomisi yüzyıllar boyunca devam eden dışa bağımlılığı sona ermiştir.

3.1.4.2 Kurtuluş Savaşı Dönemi (1919-1923)

Önce Avrupa’yı sonrada dünyayı birbirine katan ve 20. yüzyılın “felaketler yüzyılı” olarak anılmasına neden olan dünya savaşlarından en çok yara alan kentlerden biri de İzmir olmuştur. İzmir'in işgali, ulus belleğinde adeta simgeleşen bir yurt zaferi olma özelliği ile Türkiye’nin yakın tarihinin ve İzmir Öyküsünün en önemli olaylarından birisidir. Bu işgal Birinci Dünya Savası’nın sonunda yenilmiş olan Osmanlı Devleti’nde, artık bütünüyle teslimiyetçi bir siyası politikanın içine girdiği bir sırada, Rum-Yunan ortak propagandasının ve faaliyetlerinin, sonunda, İtilaf Devletleri’nden İtalya’nın ve Fransa’nın düşüncelerini etkilemeleri ve kendi lehlerinde karar vermelerini sağlamaları sonucunda gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti hükümdarlarının ülke çıkarlarıyla uyuşmayan tavırları, bu dış politikaların ve niyetlerin gerçekleşmesine ortam hazırlamıştır. İzmir’in 15 Mayıs 1919 günü, işgalcilere teslim edilmesiyle, İzmir ve taşrada daha önce zaten temeli atılmış hararetli bir örgütlenme başlamış; ardından işgalinin ardından Batı Anadolu’da zayıf ve son derece dağınık olarak başlayan Türk Direnişi giderek güçlenmiş ve bu hareket karşısında Yunanlılar peş peşe yenilgiler almışlardı (Böke, 2006, s.51).

Bununla birlikte, İzmir halkının işgale direnişi, yalnızca İzmir'de bu kara günlerin sona erdirilmesi için değil, Türkleri Mustafa Kemal Atatürk'ün etrafında kenetlenerek, kendi bağımsızlık savaşlarını verme kararlılığına itmesiyle olumlu bir misyona dönüşmüştür. Milli Mücadelenin en anlamlı ve etkili kıvılcımı olan bu direniş ile içerden destekli dış mihrakların, Türk varlığını ortadan kaldıracak faaliyetlerinin önü alınabilmiştir.

Savaşın yarattığı yıkım nedeniyle gerek resmi tarih, gerekse anı literatüründe o günlerde İzmir’de neler yaşandığına dair pek fazla ifadeye rastlanmamakla birlikte şehrin neredeyse dörtte üçünü yok eden İzmir Yangını ardından kentin geçirdiği büyük felaket, kent merkezi nüfusunun 350.000’den 130.000’e düşmesi, İzmir’i İzmir yapan pek çok yerin içinde olduğu 250 ha.lık bir alanın yok olması, yıllarca sürecek bir yeniden yapılanma süreci, mübadeleler, iç göçler vb. daha pek çok ve etkisini uzun vadede gösterecek sorunlar ile İzmir’in asıl sancılı yıllarının habercisi olmuştur.

3.1.4.3 Büyük İzmir Yangını

İzmir tarih boyunca büyük yangınlar ile defalarca harap hale gelmiş ve yeniden yapılandırılmışsa da kente en fazla zarar veren ve şehrin büyük bölümünü yok eden yangın muhakkak ki, İzmir’in kurtuluşundan hemen sonra 13 Eylül 1922’de başlayan İzmir yangınıdır. Kentin silüeti ve fiziksel yapısı bu felaket sürecinde ve sonrasında değişmiş ve yeniden oluşmuştur. 1922 yangını yarattığı ekonomik kayıpların yanı sıra kentin anısal değerlerini de kül etmesi nedeni ile kent tarihindeki izlerin en derinlerindendir.

1922 yangını sonrası I. Kolordu Komutanı İzzettin Paşa tarafından hazırlanan raporda 20-25bin civarında yapının tahrip olduğu belirtilmiştir. Yangın kıyı boyunca yaklaşık 2.5 km uzunluğunda ve bir kilometre derinliğindeki bir bölgeyi etkilemiştir ki; yaklaşık 2.5 milyon metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Belirtilen alan kentin Türk Mahalleleri dışında kalan bölümünün dörtte üçüydü (Serçe, Yılmaz ve Yetkin, 2003, s.15-16).

Yangından Frenk Mahallesi mağazalarının yanında birçok ticari işletme, finans kurumları, I. Kordon’da faaliyet gösteren Avcılar Klübü, Sporting Club ve tiyatrosu ile Cafe de Jardin, Cafe de Paris, Pathe Sineması, Kraemer Tiyatrosu, Kraemer Palas ve aynı binanın üst katındaki Clup Hellenique gibi İzmir’in soysal ve kültürel hayatındaki prestijli mekanlar; ticaretin kalbi olan liman bölgesi, Pasaporttan

Gümrüğe kadar kıyı bandı işletmeleri büyük ölçüde etkilenmiş, tamamına yakını ortadan kalkmıştı (Serçe, Yılmaz ve Yetkin, 2003, s.61).

Büyük Yangının arkasında bıraktığı ve kentin ortasında geniş bir alana yayılan harabelik önce temizlenmeyi ve ardından planlı bir şekilde imar edilmeyi beklemekteydi. Yangın yeri kent için önemli bir salgın hastalık tehdidi, asayişsizlik ve unutulmak istenen bir geçmişin acı anısı olarak değerlendiriliyordu (Serçe, Yılmaz ve Yetkin, 2003, s.61).

Bu felaketle 18. Yüzyılın yarısı ile 19. Yüzyılda gelişen merkezi iş mıntıkası tamamen yanmış ve nüfus yarı yarıya azalmıştır. Günümüzde dahi haritalarda okunabilen, Anafartalar Caddesi’nin çevrelediği geleneksel kent merkezinin dar ve grift sokakları ile Kültürpark’a kadar uzanan yeniden inşa edilmiş geniş caddeler ve yeni binaların oluşturduğu tezat 1922 yangınının en açık belgesidir (Kıray, 1998, s.95).

Şekil 3.10 13 Eylül 1922 Yılında Başlayan Yangının Bir Bölümü (http://wowturkey.com/t.php?p=/tr38/Yucel_burning_izmir.jpg)

Yangının çıkış biçimine ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Rumlar ve Ermeniler Türklerin yaktığını, Türkler de tam tersini iddia etmektedir. Kentteki yangınla ilgili açıklanan en önemli raporlardan biri olan İzmir İngiliz Kilisesi Papazlar Meclisi başkanı Charles Dobson ile bu kiliseye bağlı papazların da içinde bulunduğu ve hepsi de o bölgenin sakinleri olan İngiliz üyelerden oluşan bir komitenin raporudur. Bu raporda yangının sorumluluğu Müslüman olmayan unsurların kentten atılması maksadı ile şehri ateşe veren ve fanatizmi üç günlük yağmalama ile süren Türklere yüklenmektedir (Umar, 1974, s.325-328). İkinci en önemli belge; İzmir’de sigorta şirketlerinin kurduğu itfaiye teşkilatının müdürü olan Avusturyalı Paul Grescovich’in yangın hakkında hazırladığı ve resmi makamlara verdiği rapordur. Raporda yangının Ermeni mahallesinden çıktığı detaylı bir şekilde belirtilmektedir. Bunun yanında tanıklar, yangın çıktığında Alsancak’ta olduklarını ve Rumların pamuk yastıkları yakarak pencerelerden attıklarını ve bütün mahalleyi ateşe verdiklerini aktarmaktadır. Bunun sebebinin Rumlar’ın bu bölgede daha önce tehcire maruz kalıp geri döndüklerinde Türkleri kendi evlerinde buldukları için belki de bu sefer evlerini onlara sağlam bırakmak istememiş oldukları düşünülebilir (Böke, 2006, s.59).

Falih Rıfkı Atay ise, ‘Çankaya’sında, ‘İzmir Yangınında Türklerin payından dolayı pişmanlığını dile getirmiş; bunun kuru kuruya bir tahripçilikten öte geçmişten beri süregelen aşağılanmışlık duygularıyla azınlıklara ve Hıristiyanlığa ait kısacası yabancı olan her şeyden kurtulma duygusunun etkisi ile İzmir’in arsalar haline getirilmesinin Türklüğü korumakta yeterli olup olmadığını sorgulamıştır’. Sonuç olarak Böke’nin de belirttiği gibi ‘İzmir Yangını’nda ateşin herkesin elinde bir silaha dönüştüğünü düşünmek pek de zor değildir (Böke, 2006, s.57- 60).

3.2 Erken Cumhuriyet Dönemi (1923-1938)

Savaş dönemleri ve felaketler ile geçen uzun yılların ardından Erken Cumhuriyet Dönemi cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılı ile başlayan ve iki önemli dayanak üzerine kurulan bir modernite projesi olarak değerlendirilebilir. Bunlar ulus-devlet ideolojisi ve buna uygun bir birikim tarzının yapılandırılmasıdır. Bunun için

ideolojik düzlemde Osmanlıdan ciddi bir kopuşun sağlanması ve dünya kapitalist sistemi ile bütünleşilmesi gerekmektedir. Osmanlı’dan kopuş ancak büyük bir unutuluş ile mümkün olabilecektir. Birikim düzeninin yeniden yapılandırılması hususundaki sorun ise temelin Osmanlı’dan kalma artık- izler üzerine kurulma zorunluluğudur (DEÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 1996, s.10).

Bir yandan Cumhuriyet Türkiye’sinin büyük unutuluşu gerçekleyecek devrimleri, kapitalist dünya sistemi tarafından bütünleşmeye giden yolda olumlu birer adım olarak görülürken, Osmanlı’dan devralınan artık izlerin tasfiyesine yönelik çabaların yarattığı çatışmayı simgelemesi açısından 1923 tarihinde yapılan İzmir İktisat Kongresi hükümet üzerinde bir yaptırım gücü taşımamasına karşın döneme ilişkin iktidar ilişkilerinde egemen olan tarafları dolayısıyla da seçilen ekonomik politikaları açıklaması yönünden önem taşımaktadır. Osmanlı’nın son dönemlerinden beri güçlenerek gelen ticaret sermayesinin etkinliği altında kongreden çıkan kararlar 1929’a kadar sürecek temel tercihlerin ağırlıkla dış ticarette liberal tutuma öncelik tanıyacağını vurgulamaktadır (Afetinan, 1989, s. 4-8).