• Sonuç bulunamadı

1.5. SOSYAL SORUMLULUK KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ

1.5.2. Sanayi Devrimi Sonrası Dönem

James Watt’ın buhar gücünü enerji kaynağı olarak kullanması, makineleşmenin yaygınlaşması ve Adam Smith ile başlayan klasik ekonomik görüşün giderek daha fazla benimsenmeye başlaması sanayileşmeye geçişteki önemli etkenleri oluşturmuştur. Bu dönemde işletme kavramı oluşmaya başlamış ve bu oluşumlar da ekonomik hayatta önemli değişiklikle yaratmıştır.

Kurumsal sosyal sorumluluğunun ikinci dönemi sanayileşme dönemidir. Bu dönemde Adam Smith (1723-1790) merkantilizmin sanayileşme için uygun olmadığını ileri sürmüştür. Ekonomik serbestlik, devlet kontrolünden çok özel girişim, korumacılık yerine rekabet, ekonomik durgunluk yerine yenilik ve devlet çıkarı yerine kişi çıkarına dayanan bir sistem önermiştir. Aynı zamanda daha fazla hükümet kontrolü fikrine karşı çıkmıştır çünkü bu tür bir sistem sadece birkaç seçilmişe monopol vermekte ve tam rekabet ve serbest ticaretin şevkini kırmaktadır. Bu yüzden Smith, serbest girişimin faydalarını üretmediklerinden işletmelerin özel ticari ayrıcalıklarına karşı çıkmıştır (Ferrer, 2005: 113).

Sanayileşme ile beraber serbest piyasa ekonomisi ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyılın erken zamanlarında, işletmeler şirketle ilgili konularda herhangi bir hükümet müdahalesini, önlemek olmasa da, asgariye indirmeye kararlı hale gelmiştirler. İşletmeler böylece hükümetin dikte ettiği değil gönüllü veya kendileri düzenledikleri sosyal sorumluluk fikrini geliştirmiştirler. Aynı zamanda hissedar ve yönetici olan pek çok zengin birey ve aileler, hayırseverlik faaliyetleri ve diğer sosyal sorumluluk faaliyet şekilleri ile ilgilenmiştirler. Hükümet bu tür bireysel ve kurum girişimlerini desteklemek ve hatta ödüllendirmek için önemli bir rol oynamış ama hükümet tarafından yapılan düzenlemeler uygun olmayan ve verimlilik karşıtı olarak değerlendirilmiştir. Kurum sosyal sorumluluğu, böylece, bireysel işletme

sahiplerinin takdirine bırakılmıştır (Livesay ve Carnegie, 2000: 79).

Sanayileşme ile ağırlık kolektivizmden baskın bir merkantilizm özelliğine, bireyciliğe kaymıştır. Aslında, işletme girişimi ve sorumluluğundansa birey girişimi ve sorumluluğu teşvik edilmiş ve işletmeler “birey için iyi olan toplum için de iyi olmalıdır” hükmü ile yönlendirilmiştir. Dahası, sosyal sorumluluk fikri artık basitçe ve ilkel olarak dini bir sorumluluk değil, aynı zamanda laik bir değer olmuştur (Adolph ve Gardiner, 1968: 121).

Kurumsal sosyal sorumluluğunun bir unsuru olarak hayır işi, sonra varlıklı bireylerin – tipik olarak mülk sahipleri ve bir işletme yöneticilerinin hayırseverlik faaliyetleri ile yakından ilişkili hale geldi. Bunun sebebi merkantilist felsefedeki gibi hayırseverliğin dini bir faaliyet olması ve sadece bireylerin dindar olması değil, bireysel kontrolün işletme hayatının tüm alanlarındaki baskınlığındandı. İşletmede bir kontrol gücü olan bu varlıklı bireyler veya aile sahipleri aynı zamanda “işletme” hayırseverliğini bireysel hayırseverliğin bir uzantısı olarak göstermekteydiler. İşletmelerin kime karşı sorumlu olduğu konusundaki kararlar, böylece, işletme sahipleri tarafından veriliyor ve kime’nin içeriği bireyden bireye değişiyordu. “İşletmelerin ne ölçüde sorumlu oldukları” sorusu da her bireysel sahibin veya işletmenin büyük hissedarının takdirine bırakılan bir karardı.

Bu dönemde, hayırseverlik, işletme sosyal sorumluluğunun baskın temeli olarak kaldı. Başka herhangi bir temele odak çok azdı. Dahası, teknolojideki ve ölçüm sistemlerindeki bilimsel gelişmeler ile hayırseverliğin kendisi ölçüldü ve hatta işletme için genel verimli geri dönüş olarak nitelendirildi. Şaşırtıcı olmayan şekilde, bu dönemde, varlıklıların sosyal hayatın pek çok alanındaki gönüllüğü serbest girişim tarafından ilgili sosyal ihtiyaçların karşılanması için daha fazla hükümet katılımını desteklemek yönünde teşvik edilen bir değerdi. Baskı ve sorumluluk hükümetten topluma en çok faydası dokunacak şeylere işletme sahiplerinin ve yöneticilerinin katılımını bekleyen yerel topluma kaydı.

1.5.3. 20.yy’ın İlk Yarısı ve Otomasyon Dönemi

. Sanayi Devrimi sonrasında yaşanan bu dönem ilgili çevrelerce 2. kuşak Sanayi Devrimi olarak da değerlendirilmiş ve önemli yankılar bulmuştur. Sanayi devrimi sonrasını kapsayan bu dönemde, sanayi burjuvazisi, devlet müdahaleleri ve güçlü işçi sendikaları varlık göstermiştir (Biber, 2002: 74). 20. yüzyılın başlarında işletme hayatında önemli algılama farklılıkları ortaya çıkmış ve daha önceki dönemlerde işletmelerin maksimum kar amacı güdüp güçlerini kötüye kullanmaları nedeniyle ortaya çıkan olumsuz durumların ortadan kaldırılabilmesi için çeşitli çözüm yolları aranmaya başlanmıştır.

Bu süreçte yaşanan 1. Dünya Savaşı ve ardından gelen ekonomik bunalım gibi zorlayıcı durumlar karşısında işletmeler bir takım yeni politikalar belirlemek zorunda kalmışlar, ücret, istihdam ve yatırım gibi alanlarda istikrarın sağlanması için önemli çalışmalar yapılmıştır. Savaşlar sonrasında işsiz kalan insanların sorunlarına çözüm bulma isteği, sendikalaşma hareketlerinin başlaması, işçilerin toplumda belirli güçler elde etmeye başlamaları sosyal değişimin hızlanmasına yardımcı olmuş ve tüm bunlara bağlı olarak da sosyal sorumlulukla ilgili çalışmalar önem kazanmıştır. Bu süreçte bireysel felsefe yerini toplumsal bir anlayışa bırakmaya başlamış, insanın ihtiyaçlarına da önem verilmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkmış, demokratikleşme eğilimleri hız kazanmış, topluma karşı olan sorumlulukların sadece belirli sektörler ya da işletmeler tarafından değil tüm sektörler ve işletmeler arasında işbirliği yapılarak yerine getirilmesi gerektiği düşüncesi üzerinde durulmuştur (Walton, 1967: 58).

Sanayi Devrimi ile beraber otomasyon ve seri üretime geçiş sağlanmış, tarım hayatından endüstri hayatına geçilmiştir. Sanayileşmenin topluma getirdiği en büyük değişiklik işletme kavramının oluşması ve özel mülkiyetin öne çıkmasıyla işletmelerin ekonomide önemli birer kurum haline gelmesidir. Sanayi devrimi, ilk aşamada maksimum kar anlayışını ön plana çıkarmıştır. Dolayısıyla işletmenin sorumluluğu sadece hissedarlarına karşıdır. Klasik görüş olarak adlandırılan bu görüş sosyal sorumluluk anlayışına ters düşmektedir (Torlak, 2001:37).

Sanayi devriminin ilk zamanlarında kalifiye iş gücünün olmaması ve işsizliğin fazla olması işletmelerin çalışanlarına gereken önemi vermemesine yol açmıştır. Ancak işletmeciler tüm karlarını yatırıma aktarsalar bile işletmelerin yeterince büyüyemediğini görmüşlerdir. Bu durumda devler çalışanların eğitim seviyesini arttırmak için eğitim harcamalarını arttırmıştır. Böylece çalışanların değeri artmış ve sendikal örgütlenmeler oluşmaya başlamıştır. Kalifiye iş gücü ve otomasyon sonucunda işletmeler gittikçe güçlenerek büyümüşler ve tekelci bir oluşum içine girmişlerdir. Bu tür işletmelerin eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek olumsuzlukları engellemek ve kontrolsüz büyümelerine dur diyebilmek için batılı devletler bir takım yasal önlemler almaya başlamışlarıdır.

1936’da Sears şirketi tarafından ilk olarak, sosyal sorumlulukları ve davranış şekillerini tartışmak için üst düzey yöneticilerin katıldığı toplantılar düzenlenmiştir. Ekonomik bunalım döneminde yapılan bu toplantılar sosyal sorumluluk tarihinde önemli bir yer etmiştir.