• Sonuç bulunamadı

1.5. SOSYAL SORUMLULUK KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ

1.5.4. II Dünya Savaşı Sonrası Dönem

2. Dünya Savaşı sonrasında özellikle Batılı ülkelerin ekonomilerinde önemli atılımlar gerçekleştirilmiş ve işletme verimliliğini ve etkinliğini artırabilmek için eğitime ayrılan kaynaklar genişlemiştir. Savaş sonrası dönemde işletme içinde ve dışında çeşitli baskı grupları oluşmaya başlamış ve söz konusu gruplar işletmelerin sadece kar odaklı bir anlayış yerine çalışanların da amaçlarını benimseyen bir anlayışla hareket etmelerine yol açmışlardır. Yaşanan gelişmeler de işletmelerin sosyal bir sistem olarak değerlendirilmeye başlanmasına olanak tanımıştır.

Yukarıda anlatılan gelişmelerle birlikte savaş sonrasında ekonomide yaşanan canlanma rekabetin de yoğunlaşmasına neden olmuş, rekabet yarışında var olmak isteyen işletmelerin müşteri istek ve beklentilerini mümkün olan en üst düzeyde karşılama zorunluluğu ortaya çıkmış, güvenli istihdam sağlanması, toplum yararına hizmetler gerçekleştirilmesi gibi faaliyetlerin de önemi üzerine görüş birliğine

varılmıştır (Walton, 1967: 105).

2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler örgütünün ortaya çıkardığı insan hakları bildirgesinde yer alan bireysel hak ve özgürlükler geliştikçe de bireyin toplumsal, siyasal ve örgütsel gücü büyük ölçüde artmış ve birey eskisi gibi tek başına değil bağlı bulunduğu meslek örgütlerinin içinde yer alarak daha da güçlü hale gelmiştir (Tosun, 1990: 5).

Ataç bunalım ve savaş sonrasında, işletmeleri sosyal sorumlulukların benimsendiği bir anlayışa sevk eden gelişmeler ve buna bağlı değişimler aşağıdaki gibi sıralamıştır (Ataç, 1982: 105):

(1) Devletin ekonomik yaşama müdahaleleri artmış ve bu müdahalelerin sonucu olarak, iş adamlarının karşısına bazı sınırlamalar çıkmıştır.

(2) Nüfusun hızla çoğalması ve nüfus yoğunluğunun artması insanlar arasındaki ilişkileri sıklaştırmıştır. Ayrıca işsizlik sorunu da daha önemli bir hale gelmiştir.

(3) Demokratikleşme eğilimlerinin giderek güçlenmesi bireyi daha güçlü bir varlık haline getirmiştir. İnsan hakları bildirgesi ile bireyin siyasal ve toplumsal gücü artmıştır.

(4) Birey çeşitli örgütlerin üyesi olmuş dolayısıyla örgütsel gücü artmıştır.

(5) Dünyanın iki bloğa ayrılması, uluslar arası ekonomik ve siyasal rekabetin güçlenmesi, ulusların ve işletmelerin yönetiminde değişiklikler yaratmıştır.

Savaş sonrası dönemde işletmelerin çıkarları ile kamunun çıkarlarının birbirinden ayrı olamayacağı konusunda iş adamlarının sosyal bir bilince varmaları doğrultusunda gelişmeler yaşanmış ve sosyal sorumluluk işletme yönetiminin kendisinde yer bulma şansı yakalamıştır.

1950-1960’lar sosyal sorumluluğun modern çağı olarak görülmektedir. Howard R. Bowan’ın “İş Adamının Sosyal Sorumlulukları” adlı yayını bir dönüm noktası olmuştur. Bowan’ın konuyla ilgili diğer yayınları kendisine “Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Babası” unvanını kazandırmıştır. Bu yayınlarda, işletme eylemlerinin toplumun değer yargıları ile uyumlu olmasının gerekliliği vurgulanmıştır (Carr vd., 2004).

Sosyal sorumluluk kavramı işletmeler arasında 1950’li yıllarda popüler olmaya başlamıştır. İşletmelerin büyümeleri ve güç kazanmaları ile birlikte önemi daha da artmıştır. Günümüzde kabul gören sosyal sorumluluk kavramı ise temel olarak 1960’larda ABD’de doğmuştur. Buna göre, kurumların yasal yaptırımların ötesinde bazı sorumlulukları vardır.

Bu dönemde sosyal sorumlulukların gelişmesine yardımcı olan kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Fransa’da Enterprise et Progres, Union des Industries Metollurgiequs et Minieres; Almanya’da Botelle Institut, Stiftung für Gesellschaftung Unternehman; İngiltere’de Social Audit Ltd., Committee for Social Responsibilities gibi sendikalar ve özel araştırma kurumları bunlara örnek olarak gösterilebilir (Taşkan, 2006: 7).

1970’lere gelindiğinde ise tüketici hareketlerinde, küreselleşme ve dışa açılma faaliyetlerinde bir artış olmuştur. Buna paralel olarak işletmelerin sadece kar odaklı olması ve çevre, toplum duyarlılıklarının az olması en büyük eleştiri konusu olmuştur. Bu durumda işletmeler imajlarını korumak ve iyileştirmek için stratejilerine ekonomik boyutun dışında sosyal boyutu da eklemişlerdir.

1980’li yıllarda ise işletmeler, tek amaçlarının kar etmek olmadığını, çevreye ve topluma karşı da sorumlu olduklarını anlamışlardır. Çevreye ve paydaşlara karşı sorumlu davranmanın sonucunda işletmeler kar elde edebileceklerini fark etmişlerdir. Diğer bir deyişle; kar, yapılan bir hizmetin bedelidir.

Bu yıllarda işletmelerin topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmelerinin yanı sıra eylemlerinin ahlaki normlara uygunluğu da tartışılmaya başlanmıştır. Çünkü işletmeler –özellikle büyük işletmeler- toplum ve bulundukları sektör için birer örnek oluşturmaktadırlar. Bunun için işletmeler atacakları her adımda kılı kırk yararak düşünmek zorundadırlar. İşletmelerin eylemleri toplumu ve çevreyi etkilediği için bu eylemlerin sonucundan yöneticiler sorumludurlar ve işletmenin tüm paydaşlarına hesap verme yükümlülüğü taşımaktadırlar. İşletmelerin sosyal sorumluluklarını yerine getirmeleri kendi açılarından da bir itibar unsuru olmaktadır (Bardakçı, 2005: 10-11).

1990 sonrasında ise kurumsal sosyal sorumluluk stratejik bir seçenek olmanın ötesine geçmiştir. Günümüzde kurumsal sosyal sorumluluk, işletmeler için bir zorunluluktur. Bu nedenle konuyla ilgili hem literatürde, hem de uygulamada birçok gelişme görülmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk, çeşitli uluslar arası örgütler için de gündem maddesi oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Birliği ve diğer ulusal ve uluslararası kuruluşlar ve hükümetler kurumsal sosyal sorumluluğun yaygınlaşmasında aktif bir rol oynamaktadırlar. Hatta 2005 yılı Avrupa Birliği tarafından “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Yılı” olarak ilan edilmiştir (Evuleocha, 2005: 328-340).

Günümüzde kurumsal sosyal sorumluluk kavramının öneminin arttığı bir takım verilerle de açıkça görülmektedir. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre işletmelerin yapmış olduğu hayır işleri ve bağışların tutarının 1999’da 9,6 milyar dolarken 2004’te 12 milyar dolara yükseldiği görülmektedir (Bayraktaroğlu vd., 2009: 36).

Günümüzde yönetimin sorumlulukları, yöneticilerin uyması gereken ahlaki ve yasal kurallar ile iş hayatındaki değer yargıları gibi unsurlar hem işletme yöneticilerinin hem de kamuoyunun dikkatini çekmeye başlamıştır. İşletmelerin başlangıçta insan ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kurulmuş ekonomik birer varlık olduğu görüşü benimsenirken şu anda kamuoyunda kazandıkları önem nedeniyle sosyal birer kurum haline geldikleri kabul edilmektedir (Massie, 1983: 29). Modern

işletmelerin bir tek veya bir grup bireyin çıkar ve isteklerine hizmet eden ekonomik birer araç olmaktan uzaklaştığı görülmektedir. Artık işletmeler daha geniş bir çevreye, çeşitli birimlere yarar sağlayan toplumsal birer kuruluş olma niteliklerini artırmaktadırlar (Tosun, 1990: 90).