• Sonuç bulunamadı

KARAGÖZ’ÜN AĞALIĞ

4.2.1.18. Sabır Değeri ile İlgili Bulgular

Sanatçı, toplumda uzun çalışmalardan, çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır (s.5).

KASİDE ...

Habsden Yûsuf çıkup sultân-ı Mısır olmış kimi Oldı açup goncesin ârâyiş-i gülzâr gül (s.46)

LEKE

Takılıp kalmış bir noktada Gölgesini düşürerek; Leke sabrın gücüyle büyü Tek başına (s.47)

ÇIRPINIP İÇİNDE DÖNDÜĞÜM DENİZ

Âşıklara gurbet, bülbüle firkat, Derdimi sorarsan dürülü kat kat, Ey gönül derdinden etme şikâyet,

Yüce dağlar gurur duyar karından (s.55). GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN

Ve gönül Tanrısına der ki: −Pervam yok verdiğin elemden; Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden (s.63)! HASTA ÇOCUK

Bakın, havâ ne güzel açtı incilâ buldu; Deminki velvele, şiddet sükûn- pezîr oldu. Bulur çocuk da şifalar, olursunuz mesrûr;

Hüdâ büyüktür, eder mâtemi mübeddel-i sûr (s.66).

KOŞMA

Sefine-kalbin engine salma, Aşk bahride rüzgâr eser demişler, Gark olup girdab-ı mihnete dalma, Gemisin kurtarmak hüner demişler. Rızk içün teessüf çekme âlemde, Rezzak ismi varken levh ü kalemde, Üsrün yüsrü vardır kalma elemde, Attan inen yine biner demişler. Sen hakkına razı olman mı Dertli, Çün geldin cihana ölmen mi Dertli, Nahn ü kasemna yı bilmen Dertli,

Hak'tan ne gelirse kader demişler (s.68). KOŞMA

Belendim toprağa, yasladım taşı, Neyleyim silinmez gözümün yaşı, Seni cân ü dilden sevmeyen kişi, Geçer de karşına boyun eğer mi?

İnansınlar Gevherî’nin özüne, Belî deyip uydu yârin sözüne,

Nokta benler konmul ol mah yüzüne, Göz katlansa bile gönül kanar mı (s.75)?

BURSA’DA ZAMAN

Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, Muradiye,sabrın acı meyvası Ömrünün timsâli beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler, eski bahçeler (s.82)

FORSA

Bu, her gece uykusunda onu kurtarmak için birçok geminin pupa yelken geldiğini gören zavallı eski bir Türk forsasıydı. Esir olalı kırk yılı geçmişti. Otuz yaşında, dinç, levent, güçlü bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü (bk. Özgürlük). Yirmi sene onların kadırgalarında kürek çekti. Yirmi sene iki zincirle iki ayağından rutubetli bir geminin dibine bağlanmış yaşadı. Yirmi senenin yazları, kışları, rüzgârları, fırtınaları, güneşleri onun granit vücudunu eritemedi. Zincirleri küflendi, çürüdü, kırıldı. Yirmi sene içinde birkaç defa halkalarını, çivilerini değiştirdiler. Fakat onun çelikten daha sert adaleli bacaklarına bir şey olmadı…. Elli yaşına gelince korsanlar onu “Artık iyi kürek çekemez!” diye çıkarıp bir adada satmışlardı. Efendisi bir çiftçiydi. On sene kuru ekmekle onun yanın da çalıştı. Allah’a şükrediyordu (s.98).

Sağ olsunlar ve zaferle dönsünler. Ondan sonrası kolaydı, bir deri bir kemik kalsak bile her engeli aşar, her güçlüğün üstesinden gelirdik. Önemli olan sağ kalmak. Ama zafer de gecikmesin artık çabuk gelsin! Çabuk gelsin! Elbette yalnız benim dileğim değildi bu. Bütün halkın amacı, umudu, hayali bu idi. Bu yüzden de ben, her fedâkarlığa ve her güçlüğü katlanmaya hazırdım (s.106).

MURADINA EREN KIZ

Evvel zamanda bir ihtiyar karının gayet sevgili bir kız varmış ki güzellikte cihanda eşi yokmuş. Bu kız bir gün odasında oturup nakış işlerken akşamüstü pencereden bir kuş içeri girmiş, buna demiş ki:

“Sen kırk gün bir ölü bekleyeceksin ondan sonra muradına ereceksin.” (...) Kuş gene gelmiş:

“Sultanım, kırk gün bir ölü bekleyeceksin ondan sonra muradına ereceksin.” Demiş, çıkmış gitmiş.

Şehzade yatakta iken:

“Acaba bu kız bu sabır taşını ne yapacak?” diye hatırına getirir… halayığın odasını kapısına gelir, anahtar deliğinden gözetlemeye başlar. Kız sabır taşı denilen mercimek kadar taşı yere koymuş:

“Ey sabır taşı! Ben vakti zaman ile anamın kıymetli bir evladı idim. Bir gün nakış işlerken pencere bir kuş geldi, bana kırk gün bir ölü bekleyeceksin ondan sonra muradına ereceksin dedi, oradan ben bir hâl ile bu saraya geldim, otuz dokuz gün bu yiğidi bekledim, sen olsan nasıl sabredersin ya sabır taşı?” deyince sabır taşı şişmeye başladı. “Ondan sonra o gün denizden bir gemi geçiyordu, ben bu gemiden bir halayık aldım, kırkıncı günü olunca ben bu halayığı bırakıp biraz dışarı çıktım, derken bu yiğit uyanmış, kızı görünce kendisine nikâh edip almış. Sen olsan nasıl sabredersin?” deyice sabır taşı daha ziyade şişer. “Şimdi ben satın aldığım halayığa halayık oldum, o da bana hanım oldu; ya sabır taşı! Buna nasıl sabredersin?” demesiyle sabır taşı çatladı. “gördün mü ya sabır taşı, sen bile sabredemedin, bu hallere ben nasıl sabredeyim, bari kendimi helâk edeyim!” diye ayağının altına bir iskemle kor, kendini tavana asar. Şehzade bu hâli görünce dayanamayıp kapıyı kırar içeri girer, kızı kurtarır ipten aşağı alır:

“A sultanım, mâdemki beni bekleyen sendin, niçin bana şimdiye kadar söylemedin?” diye kızı kucaklar, oradan kendi odasına getirir, öteki kıza bir tekme vurur uyandırır. (…) Şehzade bu kızı kırk katırın kuyruğuna bağlar salıverir; kızın her bir parçası dağda kalır; ondan sonra hanımı kırk gün kırk gece düğün dernek ile kendine nikâh eder, alır, kız da muradına erer (s.122).

KEREM İLE ASLI

(…) Ama neye derler ki her ateş söner, yürekteki ateş sönmez diye. Meğer bu sönmeyen ateşten bir kıvılcım kalmış küller içinde. Tel tel tutuştu saçlarına ve gül Aslı, gerçek alevden bir dal oldu; döne döne yandı, yana yana döndü kıbleye doğru; ve külleri karıştı Kerem’in külüne…

Bu dünya ölümlü dünya; topraktan geldik, toprağa gideceğiz ama bir gül koklamadan yanıp kül olmak da dayanılır gibi değil. Ne denir: Elhükmillah (s.13)…

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU

Ben de onların arasındaydım ve onların arasında büyüğüm de yoktu. Yalnız ben de meçhul bir hastalık vardı. Sekiz yaşımdan beri çekiyordum.

Ben de o muayene odasının ve nice muayene odalarının önünde senelerce bekledim. Benim yanımda büyüğüm de yoktu.