• Sonuç bulunamadı

FOTOĞRAF Durakta üç kiş

4.2.1.6. Çalışkanlık Değeri ile İlgili Bulgular SON YERİNDE

Yaşamak onun için

Bütün gün çalışmak onun için iyi (s.56 bk. Çalışkanlık)

(…)Önderi Danimarkalı astronom Tycho Brahe’nin mükemmel verilerini kullanan Kepler, Merih’in hareketinin, odaklarından birinde Güneş’in bulunduğu eliptik bir yörüngeye tam olarak uyduğunu gösterdi (s.59 bk. Bilimsellik).

FERDÂ

Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara; Doymaz beşer dedikleri kuş i'tilâlara... Uğraş, didin, düşün, ara. bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE YARIN

Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara; Doymaz beşer dedikleri kuş, yükselmelere… Uğraş, didin, düşün, ara. bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır (s.70)!

FORSA

En ünlü, en tanınmış Türk gemicilerdendi. Daha yirmi yaşındayken, Tarık Boğazı'nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği ıssız adalardan vergiler almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle yenmişti. O zamanlar Türkeli'nde nâmı dillere destandı. Padişah bile onu, saraya

çağırtmıştı. Serüvenlerini dinlemişti. Çünkü o, Hızır Aleyhisselâm'ın gittiği diyarları dolaşmıştı (s.98).

KIRK YALAN MASALI

Hazıra dağ dayanmayacağı için bu üç adam böyle har vurup harman savurarak kısa zamanda büyük şehzadenin bir sandık altınını tüketirler (s.103).

ELLİ KURUŞ

İster lapa lapa kar, ister şarıl şarıl yağmur yağsın, isterse de bütün gecenin ayazından karlar dona kesmiş olsun, sabahın beş buçuğunda karanlıkları ürperten sesiyle sokağa girerdi:

−Gazete, havadiis!

Sabahın dördünde yazı makinemin başına geçtiğim için, bu ses, bu kara, yağmura, ayaza kafa tutan bu canlı, bu pırıl pırıl ses beni yazı makinemin başında bulurdu (bk. Estetik).

“Uğurlar olsun!" deyip kolları sıvamış. Karaköy'deki bir eczaneye girmiş. Görevi, boş ilaç şişelerini uzun tel saplı fırçalarla yıkamakmış. Bir, beş, on, yüz, bin şişe değilmiş ki, belki on binler, belki de yüz binlerce (bk. Temizlik).

Annesinin eczaneden kazandığıyla kıt kanaat geçiniyorlarmış ama şu son zamlar olmasa. Çaresiz, okulu beşten bırakıp annesiyle haminnesinin kazançlarına bir şeyler katabilmek, hiç olmazsa üç yaş küçüğüyle kendisinin okul masraflarını çıkarabilmek yolunu tutmuş, gazete satıcılığına başlamış ( bk. Özveri).

Karne zamanı birkaç gün gelmedi. Meraklanmıştım. Sınavlar sırasında olduğu için, belki de sınava hazırlanıyor demiştim. İyi düşünmüşüm. Geldi pırıl pırıl sesiyle, öksürüyordu;

−Kusura bakmayın ağabeyciğim. Dersleri hazırlıyordum. Gece yarılarına kadar çalışıp, sabahleyin de erkenden uyanmak fena yordu (s.111).

SEYFİ BABA

Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın. −Mehmet Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası

Dostunun yüz karası; düşmanın maskarası (s.142 bk. Dürüstlük)!

Ekmeği aldım, duamı okudum ve ilk lokmamı ısırdım. Bambaşka, bilinmeyen bir tadı ve kokusu vardı bu ekmeğin. Sürücülerin ellerinden, taze buğdaylardan, kızgın demirden, mazottan gelen ya da bunların karışımı olan bir kokuydu bu... Sonra ikinci, üçüncü lokmaları da aldım, onlarda da mazot kokusu vardı. Ama yine de, o güne kadar öyle lezzetli ekmek yemediğimi söyleyebilirim. Bu, emekçi oğlumun nasırlı ellerinden çıkan ekmekti. Tarlayı süren, buğdayı yetiştiren, hasadı kaldıran, tarlada çalışan insanlarımızın, halkımızın ekmeğiydi. Kutsal ekmek! Oğlumla övünüyor, çok büyük bir gurur duyuyordum (s.155 bk. Duyarlılık).

Yazar denen mahlûk, memur misali yalnız masa başında çalışan bir insan değildir. Onun muhayyilesi, bütün gün gezerken, yürürken, düşünürken, tecrübeler toplarken durmadan çalışır durur. Görüp yaşadığı, hissettiği her şey eserinin malzemesini teşkil edecektir. İşte bu sebepten ötürü bütün dikkatini kendi faaliyet sahası üzerine toplaması gerekir (s.185).

Ulysses son derece çetin bir ceviz oldu benim için: Zihnimi yalnızca hiç de alışık olmadığı çabalarla zorlamakla kalmadı, aynı zamanda (bir bilim adamı açısından) epey garip girdi çıktılara soktu. Kitabınızın bir bütün olarak başıma açmadığı bela kalmadı; daha havasına girebilmek için bile üç yıl boyunca didindim durdum onunla (s.190).

GÜNLÜK

Ben şiirle bir kuyumcu gibi didişen şairleri her sanatçıdan yeğ tutarım (s.197 bk. Özveri).

4.2.1.7. Dayanışma Değeri ile İlgili Bulgular

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler (s.29 bk. Sevgi) Zincirlerle çekiyor, işçiler

Güneşi yatağımın başına En nasıl çıkarım bu kirli yüzle

Güneşin karşısına (s.35 bk. Dürüstlük)?

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele (s.54).

VATAN YAHUT SİLİSTRE

SITKI BEY −Kalede kalmak isteyenler bir tarafa ayrılsın.

BİR GÖNÜLLÜ −Hep burada kalmak istiyoruz ki, buraya geldik.

Birbirimizden nasıl ayrılacağız.

BİR GÖNÜLLÜ − Düşman çok, asker az, bizi daha azaltmak mı istiyorsunuz? ABDULLAH ÇAVUŞ−Asker az olmakla kıyamet mi kopar? Azdan az olur, çoktan çok (s.90 bk. Vatanseverlik).

ASİYE TEYZENİN EVİ

Baba yurdunu işe yaratmaya kendilerini zorlayan hamd olsun yokluk yoksulluk değildi. Yalnız hısım akraba, bildik tanıdık her yerde ve her fırsatta “Yahu şu bir tane anacığınızı bu ihtiyar yaşında o eski evde niye bırakırsınız? diye sataşıp dururlardı…. Anasının inadını, söz dinlemediğini, baba yurdu da baba yurdu diye tutturduğunu söylemenin bir faydası yoktu…. Kendi ona bir buzdolabı alıp koymuş, kardeşi de yorulmasınlar diye bir elektrik süpürgesi hediye etmişti (s.95 bk. Aile Birliğine Önem Verme).

KOÇYİĞİT KÖROĞLU

KÖROĞLU −Benim bir yarım sen, bir yarım Ayvaz! Yirmi yıl beraber savaştık, beraber dövüştük. En sonra bolu Beyi’nin hesabını gördük (s.159)…

SİNAN

SAİ − Hayatı çelen yoz kuşkuların

inanç eliyle alt edilmesidir bu;

içimizden fışkıran umut ışınlarının

taşa çevrilmesidir bu.

SÜLEYMAN − ( Diz çöküp ellerini kaldırarak ): Tanrım! Sinan kuluna bağışladığın deha

ve ona yardım eden binlerce kişinin emeği

senin için kurdu bu yapıyı (s.168 bk. Yardımseverlik ).

Öyle bir birleşme biçimi bulmalı ki ortak güç, birleşmeye katılan her ortağın hem malını hem de kendini korusun. Böylece ortaklığa giren herkes, sonuç alarak gene kendini koruyor demektir ve gene eskisi gibi hürdür, kendi kendinin buyruğu altındadır İşte toplumsal antlaşmanın çözdüğü ana sorun bu sorundur.

Toplumsal antlaşmanın hükümleri sözleşmenin özüyle öyle bağlıdır ki amaca uymayan en küçük değişiklik antlaşmayı bozar. Antlaşmanın bütün özü, şu tek hükümdedir: Her ortağın bütün haklarıyla kendini topluma, toplumun bütününe bağlaması. Herkes bütün haklarıyla kendini topluma verdiğinden ortaklığa girme koşulları herkes için eşittir.

Her birimiz, bütün kişiliğimizle güçlerimizi genel oyun yüce yönetimine bıraktık (s.176).

FİLDİŞİNDEN KULE

Şu var ki fildişinden kuleyi yerenler, şairlerden ve bütün sanatçılardan içinde yaşadıkları toplumun yönetimine yardım etmelerini, belli davalar için gönüllü yazılmalarını istemektedirler. İlk zamanlar bu çağrıya uyan şairler, romancılar, ressamlar oldu (s.184).

Oysa eskiden komşuluk ne kadar güzelmiş. Komşunun evi yanarsa seninki de sağlam kalmaz.” diyen Horaz, “Ev alma, komşu al.” diyen Türk atasözü nasıl bambaşka bir şarkı tutturmuşlardı. Şimdilerde insanlar bu kozmik gerçeği toptan inkâr edip, sadece kendileri için yaşıyorlar. Köşeyi dönmekten başka bir şey düşünmüyorlar (s.189).

GÜNLÜK

Tarık Buğra Milliyet’te bir yazdığı bir yazıda şöyle diyor:

“Sanata çelme takmak isteyenler birleşiyor da sanatı sevdiklerini, sanat için çırpındıklarını söyleyenler birleşemiyor.”

Evet, birleşemiyorlar, birleşemiyoruz.

Sanatı hiçbirimiz gereğince sevmiyor, sanata hiçbirimiz gereğince saygı beslemiyoruz da ondan (s.196 bk. Saygı, Özveri, Sevgi).

TAÇ- MAHAL

Mümtaz- Mahal, Nur-i Cihan’ın entrikaları yüzünden gurbetlere ve isyanlara düşen kocasına bütün kara günlerinde vefayı yar kılmıştır… Zekâ ve terbiyesi ile kocasına has müşavirlik ediyordu. Şah-ı Cihan karısına sormaksızın bir şey yapmazdı. Belki Malik-i Zeman lakabını nu nüfuzundan dolayı almıştır (s.210 bk. Aile Birliğine Önem Verme).

Söz; bir gazeteye, bir kitaba geçerse düşünce saptanmış olur, bütün dünyada okunur, doğallıkla gelecek kuşaklara aktarılır. Saptanan ve hızlı bir biçimde yayılan düşünceler, bütün insanlığın ilerlemesine ve tarihe büyük hizmet görür (s. 213).

Mayıs ayı sonlarında Erzurum Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u milliyeti Cemiyeti bölgenin geleceğini görüşmek, herhangi bir işgale karşı birlikte karşı koymak ve beraber hareket etmek için Erzurum’da bir kongrenin toplanmasına karar vermişlerdi (s.215)…

4.2.1.8. Duyarlılık Değeri ile İlgili Bulgular