• Sonuç bulunamadı

Duyarlılık Değeri ile İlgili Bulgular ATATÜRK, SANAT VE EDEBİYAT

FOTOĞRAF Durakta üç kiş

4.2.1.8. Duyarlılık Değeri ile İlgili Bulgular ATATÜRK, SANAT VE EDEBİYAT

Dünya tarihine baktığımızda, ulusların geleceğini yönlendiren bütün büyük liderlerin sanat ve edebiyata karşı yakın ilgilerine, hatta bu alandaki uğraşlarına tanık oluruz. Ama şurası bir gerçek ki sanatın gerekliliğine inanan ve bu bilinçte olan tüm önderlerin düşünce yapılarında demokrat ve ilerici nitelikler taşıdığını görürüz. Sanatın temelinde var olan insan sevgisine (insancıllığa), hoşgörüye, yaratma özgürlüğüne büyük önem veren bu önderler; sanatın gerekliliğine inanırlarken sanatçının da toplum

içindeki saygınlığı ve önemini özdeyiş(vecize) niteliğindeki sözlerle yeri geldiğinde her zaman vurgulamışlardır.

Kuşkusuz, Atatürk sadece edebiyata değil, (Cumhuriyet’i kurduktan sonra) güzel sanatların her türlüsüne önem vermiş, ulus ve toplum için bunların gerekliliğini her konuşmasında dile getirmiştir. En büyük özelliği de konuşmalarını sözde bırakmamış, kurduğu halkevlerini birer sanat ve kültür merkezi hâline getirmişti (s.3-4).

VADİDEKİ ZAMBAK

Her şeyden önce, bir bütün olarak ele aldığım toplum hakkındaki fikrimin üstünde durun… Bir kenarda kalıp yaşamak yerine, toplumların içine girmeyi kabul ettiğiniz andan itibaren, onu yaratan kulların da iyi olduğunu kabul etmek zorundasınız. İşte, yarın, bu toplumlarla sizin aranızda da bir antlaşma imzalanacak. Bugünün toplumu insana faydalar sağlamaktan çok onu sömüren bir toplum mudur acaba? … Böyle olunca ben o kanıdayım ki ister sizin için faydalı ister zararlı olsun, asıl olan toplumda belirmiş genel kurallara uymaktır. İlk bakışta basit gibi görünür bu ilke, oysa uygulanması çok zor bir şeydir. Gerçekten bu ilke bir ağacı canlandırmak, yeşili korumak, çiçekleri açtırmak, meyvelerini herkesin hayranlığını toplayacak şekilde olgunlaştırmak için en ince, kılcal damarlara sızan öz su gibidir (s.6).

KARANFİL

Hakkınız var, güzel değildir ihtimal, Mübalâğa sanatı kadar,

Varşova'da ölmesi on bin kişinin, Ve benzememesi

Bir motörlü kıtanın bir karanfile,

“Yârin dudağından getirilmiş.”(s.28 bk. Barış) ÇOBAN ÇEŞMESİ

Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, Ey suyun sesinden anlayan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

Kerem'in sazına cevap veren bu, Kuruyan gözlere yaş gönderen bu... Sızmadı toprağa çoban çeşmesi. Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda, Ateşten kızaran bir gül arar da,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi, Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar. Beyhude seslenir, beyhude çağlar, Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi (s.36)… KOŞMA

İyi ile konuş, olasın iyi. Öter defter gibi sinemin neyi. Bu çarkın elinden el-aman deyi,

Geda ağlar, sultan ağlar, kul ağlar (s.42).

Senün bir reng-i zîbân var ki gül-berg-i izârunda Bulunmaz gül-sitân-ı âlemin bâğ-ı bahârında Otur ihrâma ârâm it biraz havzın kenârında

Sirişk-i çeşmümün bak farkı var mı çağlayanlardan (s.45)

BAYRAK

Ey, mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü (s.49).

SEVİYORDUM SİZİ

Seviyordum sizi ve bu aşk belki İçimde sönmedi bütünüyle. Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle (s.51).

SON YERİNDE Zulmün her türlüsü Kötü kardeşler Hiçbiri

İnsana göre değil

Ağaç dikmek sabahları uyanmak iyi İyi hayvanlara bakmak çiçekleri sulamak Rahatsalar iyi insanların soluğunu dinlemek iyi İyi hürlüğü düşünmek

Yaşamak onun için

Bütün gün çalışmak onun için iyi Bütün çocukların uyuyuşu uyanışı iyi

Zulmün her türlüsü kötü (s.56 bk. Çalışkanlık, Özgürlük). CİDDİ SAAT

Şimdi dünyada nerde biri ölüyorsa Sebepsiz, dünyada, ölüyorsa Bana bakıyor (s.69).

İSTİKLÂL MARŞI

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli. Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli (s.76 bk. Vatanseverlik, Özgürlük)!

DAVET

Kapansın el kapıları bir daha açılmasın

Yok, edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim (s.81 bk. Özgürlük, Bağımsızlık, Vatanseverlik)

TÜNEK AHMET

Meğer herif her yıl oraya gider ve boğulacak olan kuşlara, gönüllü kurtarıcı tünek edermiş (s.101).

KIRK YALAN MASALI

Üçüncü gün küçük şehzade çarşıda gezinirken bir cüceye rast gelir. Cüce şehzadeyi görünce “Aman şehzadem! Bana merhamet et, zira aç kaldım. Hiçbir şey yapmaya gücüm yetmez.” diye yalvarmaya başlar.

Cücenin hâli şehzadeye pek dokunur, ona saraya gitmesini söyler (s.103 bk. Merhamet).

ELLİ KURUŞ

İster lapa lapa kar, ister şarıl şarıl yağmur yağsın, isterse de bütün gecenin ayazından karlar dona kesmiş olsun, sabahın beş buçuğunda karanlıkları ürperten sesiyle sokağa girerdi:

−Gazete, havadis

Sabahın dördünde yazı makinemin başına geçtiğim için, bu ses, bu kara, yağmura, ayaza kafa tutan bu canlı, bu pırıl pırıl ses beni yazı makinemin başında bulurdu. Gazete paralarını akşamdan masamın kıyısına koyduğum için bekletmez, koşardım sokak kapısına (s. 111 bk. Nezaket).

KEREM İLE ASLI Âşıklar başı gülümsedi:

“Oğul” dedi, “Bir sazın sözü mü olur, sizin gibi bir yiğidin yoluna feda… Senin gönül evinde bu od, bu ocak varsa eğer, ne at isterim ne eyer; al senin olsun…

Gayrı Hak âşığı bilip Kerem’i el üstünde tuttular... ...

(Bir çalılıkta avcı tarafından yaralanmış ir ceylan görürler. Ceylanın yanında iki de yavrusu vardır.)

Sofu’nun eli eteğine dolaştı, ne yapsak diye. O zaman Kerem:

Dur Sofu kardeş, dur! Merhem kâr etmez ona, neredeyse avcı gelip yetişecek.” deyip aldı sazı eline; bakalım Kerem ne söyledi, ceylan dahi ne cevap verdi:

Aldı Kerem:

Süre süre indirdi mi dağlardan Mor sümbüllü bahçelerden bağlardan Kaç da kurtul tuzaklardan ağlardan Kaç kuzulu ceylan yad avcı geldi.

“Be Allah’ın zalimi, ellerin nasıl vardı da bu ağızsız, dilsizin günahına girdin! Tutup yarasını saracak yerde hâlâ mı canevine pençe atmak istiyorsun? Eğer bir daha bunlara el kaldırırsan, dilerim Allah’tan, ellerin yanına düşsün!” (s.133 bk. Yardımseverlik)

SEYFİ BABA

Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı; O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları; Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler: Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler (s.141)!

KÖY HOCASI İLE SIĞIRTMAÇ

Sığırtmaç öksüz ve yetimdi. Hangi samanlıkta yattığını biliyordum. Benim yüzümden ay ışığında elma altlarında yatıyordu. Yakalayıp akşamüstleri köy kahvesinde bir saatçik ona ders verebilmek için bütün yaz uğraşmıştım (bk. Yardımseverlik).

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU

Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil zarp edilmiş olur: Çocukların felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler… (s.148).

Ekmeği aldım, duamı okudum ve ilk lokmamı ısırdım. Bambaşka, bilinmeyen bir tadı ve kokusu vardı bu ekmeğin. Sürücülerin ellerinden, taze buğdaylardan, kızgın demirden, mazottan gelen ya da bunların karışımı olan bir kokuydu bu... Sonra ikinci, üçüncü lokmaları da aldım, onlarda da mazot kokusu vardı. Ama yine de, o güne kadar öyle lezzetli ekmek yemediğimi söyleyebilirim. Bu, emekçi oğlumun nasırlı ellerinden çıkan ekmekti. Tarlayı süren, buğdayı yetiştiren, hasadı kaldıran, tarlada çalışan insanlarımızın, halkımızın ekmeğiydi. Kutsal ekmek! Oğlumla övünüyor, çok büyük bir gurur duyuyordum (s.155 bk. Çalışkanlık).

ELEKTRA

ELEKTRA − Ey asil ailelerin kızları!

Acımı avutmak için bana geldiniz;

Biliyorum, anlıyorum, gözümden

Bir şey kaçmıyor, ama vazgeçemiyorum.

Zavallı babama ağlamaktan kendimi alamıyorum (s.156).

SANAT

Goethe, “Von deutscher Baukunst” daki makalesinde okuyucularını şöyle uyarıyor: “Bu karakteristik sanat biricik, gerçek sanattır. Etrafında uzanan şeyler üzerinde, tek bireysel, özgün ve kendisine yabancı her şey hakkında kayıtsız, bağımsız ve içten bir duygu ile işlendiğinde ister kaskatı yabanıllıktan ister eğitim görmüş duyarlılıktan doğsun, o bütündür ve yaşayan sanattır.” (s.186)

Çoğalan nüfusa cevap verebilmek için, gitgide artan bir biçimde kullanılan yeryüzünün doğal kaynakları, bugün artık tükenme noktasına geldi. Petrolü gitgide daha derinlerde veya daha uzak denizlerde aramak gerekiyor. Sulama yapmaya ve büyük yerleşim yerlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya sular yetmiyor. Bazı ormanlar, özellikle de Afrika’da, bereketli ağaçlar kesilmiş. Daha sonra da insanların buralara yerleşmesi sonucu bu ormanlar yok edilmiştir. Daha düne kadar tükenmez balık depoları olarak görülen okyanuslar, bir yandan aşırı avlanma diğer yandan kıyılarındaki kirlenme sonucu kaygı verici bir biçimde fakirleşiyor (s.189).

MİLLÎ MÜCADELEDE BASIN

Mustafa Kemal basının, kamuoyu oluşturmada çok büyük önemi olduğunu bilen kişi olarak, Kurtuluş Savaşı boyunca millî bir basının oluşmasına çalışmış ve Millî Mücadele’yi basından aldığı güçle sürdürmüştür. Bir yandan da, Millî Mücadele’nin başından itibaren zaman zaman, çeşitli vesilelerle gerek Anadolu basınına gerekse Anadolu harekâtını destekleyen İstanbul basınına önemli demeçler vermiş, gazete muhabirleriyle görüşmeler yapmıştır.

İşte Millî Mücadele yıllarında özellikle üzerinde durduğum, 1919-1921 yılları arasında basının durumu, tutumu, Millî Mücadele’yi destekleyişi ve Mustafa Kemal Paşa’nın basına verdiği önem (s.208 bk. Bağımsızlık)…

TAÇ-MAHAL

Hint tarihlerinin yazdığına göre “Salatanat, Marie Antoinette gibi onun gözlerini açlara ve yoksullara, dullara ve öksüzlük kör etmedi. Kimsesizlere evlendirmek, muhtaçları sevindirmek için hesapsız para harcadı.”

Türe hâlâ âşıklar tavafıdır: (…) Bu evin görünüşü kalbe ağlayış verir. Güneş ve ay, bu eve baktığında gözyaşı döker.

Ağra’da başka eserleri de dolaşacağız. Fakat sırası gelmişken burada 1899’da Hindistan’a umumi vali giden Lord Curzon’a bir minnet borcumuzu ödeyelim. Büyük bir tarih ve sanat kültürü ile yoğrulan bu zat, Hindistan’daki Müslüman ve Türk anıtlarını kurtarmıştır. Bu anıtların bir kısmı yıkık bir kısmı çökmek üzere idi. Hâlâ hepsinde taş yağmalarının eseri görünür. Lord Curzon, vaktiyle koparılmış parçalardan bir haylisini İngiltere’den satın aldı, getirdi ve yerlerine koydu. Büyük anıtları geniş ve muntazam parklar içine aldı. Her birinin üstüne âdeta tütredi.

(…) Henüz el sürmediğimiz en büyük millî endüstrilerden biri bu, henüz kazma dokundurmadığımız en büyük madenlerden biri budur. Hâlbuki mesela Aydın’da bir boş tepe dururken, altında eski medeniyetlerin başlıca şehirlerden biri yatan tepe üstünde

derme çatma binalar kurulması gibi faciaları hâlâ hoş görmemiz yazık değil midir (s.209-211)?

Burada yayınlanmamış olan halk edebiyatı notları, benim şimdiye kadar Macar İlimler Akademik tarafından yayımlanan derlemelerimi tamamlanmasını amaçlamaktadır.

Osmanlı halk edebiyatı, şüphesiz Avrupa ülkelerinin folklorları arasında üstün bir yere sahiptir. Gerek sanat şekillerinin çeşitliliği gerekse zenginliği ve konu bakımından önemi dolayısıyla karşılaştırmalı folklor, bu halk edebiyatına özel bir ilgi göstermek zorundadır. Fakat her şeyden önce bunlar Doğu ve Batı arasında köprü meydana getirdiklerimden bunu isteyebiliriz (s.213 bk. Vatanseverlik, Bağımsızlık).

4.2.1.9. Dürüstlük Değeri ile İlgili Bulgular

Toplumu kurnaz davranıp herkesin zararına olarak kendi mutluluğunu yaratma kuramıyla açıklamaya çalışmak yıkıcı bir tavırdır; çünkü bu açıklama tarzının ağır sonuçları, yasaları, toplumu ya da insanları atlayarak, harcayarak elde edilen şeyin haklı ve uygun olduğuna inanmaya zorlar… Toplumu böyle gören bir kimse için, elde edilmesi istenen bir servetin ortaya çıkardığı tek mesele, sonu bir milyon lira ya da kürek; yüksek bir mevki ya da şerefsizlik olan bir kumardan öteye geçmeyecektir, dostum (s.6).

Zincirlerle çekiyor, işçiler Güneşi yatağımın başına Ben nasıl çıkarım bu kirli yüzle

Güneşin karşısına (s.35 bk. Dayanışma)?

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı (s.86)

KIRK YALAN MASALI

Şehzadenin “Ben yalan söylemeyi beceremem, bana böyle bir şey öğretmediler.” demesi üzerine sarı tüylü adam atı kaptığı gibi kaçar, gider, şehzade de onun arkasından bakakalır.

“Söyle bana kırk yalan, sana yirmi bin kuruş vereyim.” der.

(…) Şehzade “Canım, ne bileyim ben yalan nasıl söylenir?” (s.104) SEYFİ BABA

−Şimdi anlat bakayım, neydi senin hastalığın? Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın. −Mehmet Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! İhtiyalık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası

Dostunun yüz karası; düşmanın maskarası (s.142 bk. Çalışkanlık) DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU

Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlarda kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar üşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan (s.149)…

ELEKTRA

KORO − Mert insanların hiçbiri felaket içinde de Yaşasa, şöhretini lekelemeye

Ve fena bir nam bırakmaya razı değillerdir çocuğum (s.156). EDEBİYAT

Eskiden söylediklerimi hatırlıyor muyum? İnkâr mı ediyorum? Hayır, hepsini biliyorum, kabul ediyorum; ama nasıl söyleyeyim? Onlar bana bugün artık içinde bulunmadığım, gerçekliğine tamamıyla inanmadığım bir âlemin sözleri, öyle bir Alemin

işleri gibi geliyor; bana yabancı olmamakla beraber, gene onlarla benim aramda bir ayrılık var (s.205).

4.1.1.10. Estetik Değeri ile İlgili Bulgular