• Sonuç bulunamadı

C. BİÇİMSEL ADALETİN AYRIMLARI

2. Sağ Liberal Adalet

Sağ liberal adalet kendini hep kaybedilmiş klasik bilgeliğin devamı niteliğinde bir yeninden doğuş espirisi olarak göstermeyi yeğlemiştir. Özellikle Hayek, bir ölçüde de Nozick felsefelerinde kristalize olan bu yaklaşım sol liberal felsefeyi liberalizmin çarpıtılmış bir biçimi olarak mahkum eder. Sağ liberal düşüncenin tüm bu bozulma ve çarpıtmalara yanıtı ise iki yönlüdür. Öncelikle sol adalet ekonomi üzerinde siyasi bir denetimi öngördüğünden, solu maddi dayanağından yoksun bırakmanın pratik yolu ekonomi ile siyaseti mümkün olduğunca birbirinden ayırmaktan geçmektedir. Siyaset ile ekonomi arasındaki ayrılığı pekiştirme gayreti siyaseti iktidardan koparmıştır. Özelleştirme uygulamaları ile bireyin kamu hazinesinden faydalanma imkanları da ortadan kaldırıldığından ortaya siyasetin olmadığı, yalnızca bireylerin ve ekonomik rekabetin olduğu bir dünya çıkmıştır.73 Ancak yeni sağcı proje

72

Kuçuradi, a.g.e., ss. 45-6.

73

yalnızca köktenci bir ekonomi-siyaset ayrılığı tezini içermez, aynı zamanda yalnızca kuralların geçerli olduğu ve adaletin prosedürlere indirgendiği bir hukuk devleti anlayışını da beraberinde getirir.

Adalet-hukuk ilişkisinde adaleti biçimselleştirerek hukuka bağlamak ve bu son haliyle onu farklı talepler karşısında tartışma konusu olmaktan çıkarmak, bir anlamda

yansızlaştırmak şeklinde formüle edebileceğimiz ilişki hukuka yönelik adaletçi hassasiyetlerin

önemini yitirmesine yol açmıştır. Bilindiği üzere toplumsal talepler ile hukuk arasında kavramsal geçiş önemli ölçüde adalet kavramı üzerinden sağlanmaktadır. Siyasetin ve hukuğun tarihi adaletsizlik iddiası ile baskıya karşı direnişin tarihidir. Adalet yönlü toplumsal taleplere yanıt vermek hukuğa toplumda destek sağlar.74 Ayrıca hukuk en özlü anlatımla adaletin gerçekleşmesidir. Ya da tersten okursak adalet olmaksızın hukuk kaba bir güçtür. Adalet insanların bir arada yaşamalarını olanaklı kılan form ve bencilliklere karşı eşit saygı talebidir. Bu haliyle aynı zamanda hukuk kurallarının kendiliğinden beklenen amacı yerine getirip getirmediği noktasında bir denetim aracıdır.75 Bu klasik anlayış hukukun maddi nedeni olarak adaleti önemser. Adaleti aramak hukuk bilimi için gerçeği aramaktır sonuçta. Hukukun kendi gerçeğine varabilmesi için hukukun ve adaletin arkasındaki sosyal dinamiklere dikkat etmesi gerekir.76 Böylesi bir dikkat ise biçimsel hukuka eklemlenmiş iki önemli ayraçla, hakkaniyet ve toplumsal adalet ile sonuçlanır. Hakkaniyet hukuk kurallarının özel durumlar için yumuşatılmasıdır. Toplumsal adalet ise bireyleri salt bir yansızlık içinde değil, ait oldukları toplumsal koşullar ile birlikte değerlendirmeyi gerekli kılar.77

Adaleti hukukun üstünde denetleyici bir değer olarak ülküselleştiren hukuk anlayışının sağ liberal düşünce karşısında zamanla gerilediği ve hukuku kurallara indirgeyen, adaleti de o kuralların uygulamasından ibaret gören hukuk devleti nosyonunun klasik siyaset-hukuk ilişkisinin yerini aldığı görülmektedir. Sağ liberal adaletin hukuk ve siyaset üzerindeki etkisi üç önemli dalga halinde incelenebilir: Bu dalgalardan ilki güvenlikçi zihniyetle ilgilidir. Güvenlik hem adaletin arkasındaki somut çıkar, hem de hukukun amacı olarak siyasetin temel erdemi haline getirilmiştir. Ayrıca gerçeği değerden arındıran ve siyaset ile ahlak arasındaki yapısal bağlantıyı tahrip eden pozitivizme değinilebilir. Son olarak demokrasayi ehlileştiren hukuk devleti ile özneyi nesneleştiren insan hakları anlayışı üzerinde durulmalıdır.

74

Çeçen, a.g.e., ss. 9-23.

75

Vecdi Aral, Hukuk Felsefesinin Temel Sorunları, İstanbul: Filiz Yayınları, 1992, s. 35, 84, 93, 114.

76

Klasik liberal formül özgürlüğü güvenliğe bağlar. Güvenlik içinde özgürlüğün kullanılabildiği durum adil bir durumdur.78 Güvenlik rekabet üzerine kurulu bir toplumda temel ihtiyaç nesnesidir. Liberal kuram için yurttaşın kamu ile olan en önemli ilişkisi güvenlik temelinde bir korunma ilişkisidir. Hobbes örneğinde kristalize olan güvenlik-özgürlük sarkacı bu bahsi geçen siyaset yapma biçiminin arkasındaki felsefeyi özetler. Sağ liberal adalet için güvenliğin siyasi sistemin temel espirisi haline gelmesi olgusu iki bakımdan önem taşır: Her şeyden önce güvenlikçi tını adaletin toplumsal yapıyı yeniden inşa etmek üzere devrimci amaçlara yönelmesini güçleştirir. Güvenliğin çizdiği sınırlar içinde adaletin etik politik- ekonomi politik ufku dengeci ve meşrulaştırıcıdır. Adalet düzeni meşrulaştırıcı niteliğiyle yerleşik dengeleri koruyan ideolojik bir enstrüman niteliğindedir. Sağ adalet adaleti güvenliğe eşitliyerek, güvenliği ve dolayısıyla barışı bozan hareketleri meşru olmaktan çıkarır. Sendikalist düşünce, sosyal güvenlikçi yaklaşım veya sosyalizmin bizzat kendisi toplumu alışıla geldiği dengeden mahrum bırakarak adalete zarar verir. Toplumu denge içinde tutmak adına güvenliğin tamladığı bir adalet anlayışında atılması gerekli görünen en önemli adım bizi güvenlikçi zihniyetin ikinci önemli ayrıntısına taşır. Eğer güvenliğin ortadan kalkması sonuçta adaleti de ortadan kaldıran bir istenmeyen gelişmeler dizisini tetikliyorsa, böylesi bir değişimi engellenmenin en makul yolu adaleti mümkün olduğunca Hayek’in “oyunun kuralları” dediği şeye eşitlemekten geçer. Tüm değerlendirme sistemi objektif kurallar üzerine kurulmalıdır. Bu kuralların da kendi sözel anlamları dışında ayrıca bir moral değerleri olmamalıdır. Hatta düzenin iktisadi ya da siyasi açıdan farklı çıkarlar arasında tarafsız olduğu ilan edilerek, gündelik işleyişte ortaya çıkan sonuçlara ahlaken itiraz edilmesinin önü kesilmeye çalışılır. Özellikle Hayek, bir ölçüde Nozick ve Rawls edebiyatları tarafsızlık ve biçimcilik üzerine kurulu bir adalet anlayışının sisteme karşı adaletsizlik itirazında bulunmayı ne kadar da güçleştirdiğini açık bir şekilde ortaya koyar. Güvenlikçi çizginin kendi tutarlılığı içinde şekilciliğe doğru evrildiğini belirttiğimizde, geriye böylesi bir şekilciliğin siyaset ve hukuku nasıl etkilediğini soruşturmak kalır. Öncelikle hesaplaşmamız gereken kavram

pozitivizm olmalıdır.

Güvenlik özleminin poztivist bir paradigmaya yol açtığını söylediğimizde pek de özgün bir iddia da bulunmuş olmayız açıkçası. Bilimin insanlığı kurtaracağına dair messianist beklentinin koşullanması altında pozitivist düşünce, toplumu huzura kavuşturmayı sosyal

77

Aral, a.g.e., s. 135.

78

siyasetin başlıca amacı olarak kutsar. Pozitivist rasyonellik içinde liberal düşünce, denge arayışı ve kesinlik özlemini ortak bir eriyik haline getirir. Bir hegemonya biçimi olarak pozitivizm değer ve gerçeği birbirinden ayırır ve böylelikle çizdiği epistemolojik sınırlar içinde eyleyen-söyleyen bir kişinin gerçeği değerlere atıfta bulunarak eleştirmesinin önünü keser. Sağ liberal adaletin pozitivizmden beklediği de tam olarak budur. Ancak oyunun kuralları içinde adaletin olabileceğini, oyunun kurallarının ise adalet dışı olduğu düşüncesi zihnimize yerleşir tüm bu süreçlerin sonunda. Daha sonra içinden hukuk devleti düşüncesinin de çıkacağı keyfi olmayan hukuk anlayışı nosyonu adaletin bir erdem olarak yok oluşu sürecinde ilk önemli adımdır. Adalet insanların değil kuralların egemenliğidir modern adalet anlayışına göre. Bizi ideal hukuka objektif, önceden içeriği belirlenmiş genel kurallar götürür. Bu tür kuralların sayısı ne kadar artarsa keyfilik de o ölçüde azalır. Keyfiliğin azalması ile ancak insanoğlu adil ya da ona en çok benzeyen bir duruma ulaşabilir.79 Objektif hukuka yönelik tutkulu vurgu adaletçi bakışın hukuk uygulaması içindeki göreli önemini yitirmesine yol açmıştır. Özellikle Kelsen’in çabaları bu sonucun elde edilmesinde etkilidir. Kelsen’e göre adalet hukuku nesnel olmaktan çıkarır. Çünkü adalet farklı ilkelere göre farklı davranmayı gerektirir, oysa hukuk bir örnek olmalıdır. Dahası halihazırda üzerinde anlaşılmış bir ilkeler dizini de yoktur. Demek ki modern hukuk aklı için ideal yol, adalet gibi geleneksel erdemleri hukuk uygulamasından ve teorisininden çıkarmak olmalıdır.

Hukuki pozitivist çaba hukukun adaletle tamamlanmasına dair geleneksel pratiği tahrip ederek hukukla toplum arasındaki bağın kopmasına yol açmıştır. Bu tezde sık sık iddia edildiği üzere adalet siyasetin kendisidir. Bu bağlamda hukuk adil olmalıdır derken aslında toplumsal bir beklentiyi siyasi bir dille ifade etmiş oluruz. Adalet ile hukuk arasında organik bir bağ olduğu müddetçe düzen üzerinde farklı toplumsal öbeklerin meşruluk denetimi her zaman için mümkün olabilir. İşte sağ adalet adaletin yerini güvenliğin almasını sağlayarak hukuk ile siyaset arasındaki yapısal devamlılığın çözülmesine ve sonuçta da hukukun apolitik bir iktidar odağı olarak yükselişine olanak tanır. Bu bahsi geçen teknik hukuk iktidarı hukuk devletidir.

Hukuk devleti kavramı demokrasiye ve demokratik siyasete karşı hukukun üstünlüğü düşüncesini ön plana çıkartarak liberal düzenin tarihsel çıkarlarına hizmet etmiştir. Hukukun üstünlüğü anlayışının modern siyasaya hakim olması süreci liberal siyaset felsefesinin kendi

79

iç rasyonelliğine dayanarak açıklanabilir. Liberal adaletin doğal ideolojisi sistem içine gerekli enstrümanları yerleştirerek olası meşruluk krizlerini önlemeye yöneliktir. Bu tür bir önleme mekanizması üzerinde öncelikli olarak durulur çünkü liberal sistemler eşitlik vaadi ile eşitsiz mülkiyet ilişkileri arasında her an krize girmeye gebe bir yapıya sahiptirler. Burjuva devrimleri sonucu ortaya çıkan liberal devlet yurttaşların ezici bir çoğunluğunu kamunun ve kamusal siyasetin dışında bıraktığı için kesinlikle demokratik değildir. Ancak doğal hukuk ve toplum sözleşmesi nosyonları liberal devletin meşrulaştırıcı siyaset felsefeleri olarak aşağıdan gelen toplumsal taleplere karşı doğal bir koruma sağlarlar. Bu nedenle liberal oligarşinin daha fazla eşitlik ve özgürlük talebi ile ortaya çıkan hareketlere (başta işçi sınıfı hareketi olmak üzere) göstereceği olumsuz tavrın sınırları aynı zamanda sistemin meşruluk sınırlarıdır. Özgürlük üzerine kurulu liberal bir toplumda mülk sahiplerinin tek yanlı olarak her şeye sahip olması ve dolayısıyla diğer insanlardan daha özgür olması gerçeğine yönelik toplumsal muhalefet liberal düzenin sistem içi istikrarına zarar verir. Bu zarar karşısında iki tip tepki geliştirilmiştir. En çok sık başvurulan yol kademeli bir reform süreci ile eşitlik ve özgürlüğü tabana yaymak ve liberal devleti liberal demokratik devlet haline getirmektir. Oy hakkının genişlemesi, özgürlükten çıkarılacak çağrışımların pozitif bir içerikle yeniden yorumlanması, sosyal haklar ve sosyal devlet düzenin kendi iç çelişkisine verdiği yanıtlardan ilkini ifade eder. Aslında sol liberal adalet olarak formüle ettiğimiz zihniyet ve pratikler bu birinci tür yanıtın genelleşmiş biçimine karşılık gelir. İkinci tür yanıt ise demokratik iradeye sistem içinde daha fazla yer verirken aynı zamanda anayasal demokrasi, kuvvetler ayrılığı, seçim sistemleri ve siyasi partiler gibi mekanizmalar aracılığıyla demokrasiyi temsille ve hukukla sınırlı tutmaya yönelik olmuştur. Demokrasiyi sınırlayacak hukuk demokratik iradeden göreli olarak özerk hale getirerek sistemin elitlerce denetimi sistemin meşru bir unsuru haline getirilmiştir. En son olarak anayasa mahkemelerinin kurulması ile biraz daha fazla palazlanan bu demokratik siyaseti denetim ve gözetim altında tutma yaklaşımı tarihe hukuk devleti adı altında geçmiştir. Bu anlamda hukuk devleti burjuvazinin gizli çıkarını temsil eder.80 Zaten uluslaşma sürecinde bir hayli geç kalmış Alman Burjuvazisinin buluşudur hukuk devleti. İdeolojik özünü oluşturan hukukun üstünlüğü kavramı özelinde hukuk devleti nosyunu insanlık onuru dahil hemen her şeyi biçime-yasaya bağlayan bir pratiği yerleştirmeye çalışır.81 Bütün sorunlar hukuk sorunları diline dönüştürülür ve kurallar artık hiç kimsenin o kurallardan kaçamayacağı ölçüde her yerde olur. Hukuk devletinin modern siyasa içinde

80

Mithat Sancar, Devlet Aklı Kıskacında Hukuk Devleti, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000, s. 57.

81

E. R. Huber, “Modern Endüstri Toplumlarında Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet”, Çev: Tuğrul Ansay, Hukuk

ayrıcalıklı bir yere kavuşması ile birlikte mülkiyetçi düzen ve o düzeni besleyen ekonomik eşitsizlikler hukukun tam koruması altında meşrulaşır. Sağ adaletin devamı niteliğindeki hukuk devleti, ideolojik özü itibariyle, gerek toplumlar arası, gerekse toplumun kendi içindeki sömürüyü devam ettiren liberalizmin hegemonik araçlarından biridir.82

Tabii sağ adalet düzeni salt hukuk devleti formundan ibaret değildir. Sözleşmeci zihniyetin biçimsel mantığı doğal hukukun yorumlanması sırasında da etkisini gösterir. Doğal hukukun sağ liberal kaygılarla yorumlanması öznenin nesneleşmesi ile sonuçlanacak insan hakları anlayışını yaratmıştır. İnsan hakları düşüncesi insanların insan olmak bakımından birbirlerine eşit değerde varlıklar olduğu tezini işler. Ancak ilgili anlayış insan haklarını diğer tüm liberal hak kategorilerinde olduğu üzere zamanın dışında bir yerde kurgular. İnsan hakları tek tek her bir insanın iradelerine bağlı olmaksızın kendi varlıklarına içkin bir şekilde değerli olan haklardır. Tabii teori bir kez böyle kurulunca insan haklarının insanlardan daha değerli olduğu bir pratik kendiliğinden ön plana çıkar. Hatta bu son anlamıyla insan hakları nosyonu antidemokratiktir. İnsanların bu hakları toplumsal ya da bireysel iradeleri yoluyla onaylamamaları ihtimali tümüyle nosyonun genel kabullerinin dışında bırakılmıştır. Hatta ulusal ya da uluslar arası mekanizmalarla bireylere ve toplumlara insan hakları lehinde baskı yapılabilir. İnsan hakları oligarşi için bir rahabilitasyonu meşrulaştırma mekanizmasıdır. Sağ adalet hukuk devleti ile insan haklarını birbirlerine eklemleyerek ve böylelikle kendi oligarşisinin özündeki adi çıkarları gizleyerek seçkinlerin halkı, merkezin çevreyi kontrol etmesini moral bir ilkeye bağlamıştır.