• Sonuç bulunamadı

2.5. Tito Sonrası Dönem ve Parçalanmaya Giden Süreç (1980-1990)

3.1.1. ABD’nin Süreçle İlgili Politikaları

Soğuk Savaş sonrasında SSCB’nin dağılmasıyla birlikte dünyada güç dengesi farklı bir boyut kazanmaya başlamıştır. Özellikle 1990’lı yılların başında ABD Başkanı George Herbet Bush’un dile getirdiği “Yeni Dünya Düzeni” söylemiyle ABD güç kavramında ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu bakımdan ABD, oluşan güç boşluklarını kullanma ve kendi çıkarına karşı olan unsurları engellemek adına birtakım düzenlemeler yapma imkanına kavuşmuştur.195

Yugoslavya dağılma sürecindeyken ABD’nin öncelikli hedefi Irak ve Kuveyt arasındaki Körfez Savaşı’ydı.Bu bakımdan söz konusu dönem içerisinde ABD’nin önceliğinde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler bulunmaktadır. Yapısal açıdan Balkanlar öncelikli olarak nitelendirilmemektedir. ABD’nin Ortadoğu’ya bu kadar önem vermesinin nedeni bu bölgede zengin petrol kaynaklarının bulunmasıdır. Ayrıca Balkanlarda böyle bir zenginlik bulunmamakla beraber, ABD’nin Balkanlarda yatırımlarının olmayışı da ABD’nin balkanlara ilgisinin az olmasına

195 Tayyar Arı ve Ferhat Pirinçci, “Soğuk Savaş Sonrasında Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt

sebep olmuştur. ABD genel olarak Yugoslavya meselesini AB’nin çözüme ulaştırması gereken bir sorun olarak değerlendirmiştir.196

ABD, Yugoslavya sorununu BM ve AB’ye bırakmıştır. Ancak BM ile AB’nin bu sorunu çözememeleri neticesinde yaşananlara müdahale etmesi söz konusu olmuştur. ABD’nin Yugoslavya’ya müdahale etmemesinde SSCB’nin dağılması neticesinde tek güç haline geldiğini göstermek istemesi ve AB’nin ABD olmadan çözüm bulamayacağını ortaya koymak istemesi söz konusudur. Böyle bir kanı kesin olmasa da ABD’nin müdahalesi sonucunda Yugoslavya’da iç savaşın sona ermesi böyle bir fikrin doğru olduğunun düşünülmesine sebep olmaktadır.197

Yugoslavya’da yaşanan sorunların ABD tarafından AB meselesi olarak ifade edilmesi “Yeni Dünya Düzeni” fikrinin bir neticesi olarak değerlendirmek mümkün olmaktadır. Bill Clinton’ın 1993 yılında göreve gelmesinden sonra ABD’nin öncelikli olarak serbest piyasaya ve demokrasiye önem vermesi söz konusu olmuştur. Bu açıdan sorunlara doğrudan müdahale etmek yerine AB, BM ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi kurumlara yardımcı olma hedeflenmiştir.198

ABD, Yugoslavya’da yaşanan olaylar kapsamında uzun bir süre bekle-gör politikası izlemiştir. Daha sonra harekete geçtiğinde ise Bosna-Hersek’te ortaya çıkan iç savaşı Boşnakların gördüğü soykırımın ardından bitirmesi Balkanlar kapsamında sağlayacağı faydalardan çok Avrupa’dan sağlayacağı faydalara yöneldiği düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. ABD’nin Avrupa’dan temin edeceği faydalar ise 1995 yılında yayınlanan “Genişleme ve Müdahil Olma Konularında Ulusal Güvenlik Stratejisi” adlı belgede askeri konularla alakalı işbirliğine dayalı olarak emniyetli bir Avrupa’nın meydana getirilmesi ve Amerika sermayesinin Avrupa’da istediği gibi dolaşabilmesi gibi konulara değinilmektedir. Bununla birlikte

196 Glenny Misha, Balkanlar 1804-1999: Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, (Çev. Mehmet

Harmancı), Sabah Yayınları, İstanbul, 2000, s. 506-507.

197Vasil Tuprokovsky, “The Dissolotion of Yugoslavia: An Insider’s View”, Mediterrain Quarterly,

Spring, 1993, s. 24.

bu belgede Orta ve Doğu Avrupa’da özgürlüklerin arttırılması gerektiğine değinilmektedir.

ABD’nin Yugoslavya’da yaşanan olaylara müdahil olmasının temelinde birçok çıkar bulunmaktadır. Yugoslavya’da yaşanan krizlerin Avrupa’ya yayılması ve bunun sonunca Avrupa’da bir savaşın patlak verme riski Avrupa’da ekonomik sorunların oluşmasına sebep olacaktır. Bunun neticesinde ise ABD’nin bu bölgeden ekonomik çıkar sağlayabilmesi güçleşecektir. Bunların dışında Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte NATO’nun sorgulanmaya başlanmış olması ABD’nin bu kurumu merkezileştirmede önemli görevler üstlenmesine neden olmuştur.199 Rusya’nın etkisi

ile kurulacak Sırp merkezli bir yapının ABD tarafından tehlikeli olarak görülmesi, ortaya çıkan trajedileri görmezden gelerek demokrasi ve insan haklarıyla alakalı ortaya koyduğu görüşe zarar gelmemesini istememesi de belli bir süre bekledikten sonra Yugoslavya’ya müdahale etmesinin sebepleri arasında yer alabilecektir.200

ABD genel olarak Yugoslavya ile ilgili politikalarını G.W. Bush dönemindeyken yeni dünya düzeni, B. Clinton dönemindeyse seçici angajman ve genişleme söylemeleri üzerinden yürütme eğiliminde bulunmuştur. ABD uluslararası sistem kapsamında liderliğini ve üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışırken Yugoslavya’da yaşananlara kayıtsız kalmadığını söylemek mümkündür. Ayrıca bölgede yaşananlar ABD’yi de etkiler boyuta erişmiştir. Başta ABD Yugoslavya’da yaşananları toprak bütünlüğü bahanesi üzerinden Birleşmiş Milletler ile AB’ye bırakmıştır. Bölgede yaşananların giderek büyümesi ve bunun neticesinde Avrupa’da giderek hakim olmaya başlayan istikrarsızlığın ABD üzerinde hızla bir tehdit haline gelmesi, ABD’nin bölgeye müdahale etmesini gerektirmiştir. Bunun üzerine ABD Soğuk Savaş sonrası NATO’nun sorumluluklarını meşruiyet kazandıracak müdahalelerde bulunmasını sağlamıştır. Bunun dışında yaşanan trajedilerin azaltılmasını temin etmiştir.

199 S.J. Blank, “U.S. Policy in the Balkans: A Hobson’s Perspective”, Strategic Studies Institute, U.S.

Army War College, 1995, s. 4.

3.1.1.1. Amerikan Barışı ve Yeni Dünya Düzeni

Her siyasi ve sosyal yapının bir hedefi ve bu hedefe erişebilmek için yürüttüğü faaliyetler ve kurguladığı varsayımlar bulunmaktadır. Söz konusu faaliyetler bir düzen içerisinde yerine getirilmektedir. Uluslararası ilişkiler kapsamında da devletlerin ortaya koydukları bir düzen bulunmaktadır. Her ne kadar farklı olursa olsunlar her devletin birbirleriyle benzeyen hedefleri söz konusudur. Bu hedefler refahın sağlanması, güvenlik, meşruiyetin sağlanması, farklı devletlerle olan ilişkilerin iyileştirilmesi gibi hedeflerdir.

Devletlerin kendi içlerinde bir düzensizlik oluşturması kadar, içerisinde pek çok devletin bulunduğu uluslararası yapının da bir düzene oturtulması gerekmektedir. Tarihsel süreç içerisinde genellikle belirli bir düzen var olmuştur. Fakat günümüz şartlarındaki düzeni açıklayabilmek ve anlayabilmek oldukça güçtür. Yeni dünya düzeni olarak ifade edilen olgu küreselleşmenin bir sonraki aşaması olarak ele alınırken, Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılması, SSCB’nin 1991 yılında dağılıp Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra ABD tarafından dillendirilen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni dünya düzeni kavramı ABD ile onun müttefikleri tarafından devletlerarasındaki barışın sağlanması, serbestleşme hareketlerinin artması, demokratikleşe ile globalleşmenin yeni boyutunun ifade edilmesi maksadıyla kullanılmıştır.

Yeni dünya düzeni kavramı kapsamında ABD’ye yönelik yaklaşımlar da farklılık arz etmektedir. Pek çok insan ABD’yi globalleşme sürecine yön veren ve bu açıdan yeni dünya düzenini kontrol eden güç olarak ifade etmektedir. Bazı kesimler ABD’yi her kötülüğün başı şeklinde görmektedir. Bu açıdan yeni dünya düzeninin ise ABD’nin tüm dünyaya erişme unsurları olarak ifade edilmektedir. Bunun dışında bazı kesimler ise yeni dünya düzeni kavramını ABD’nin üzerinde bir kuvvete dayandığını ifade etmişlerdir. Yeni dünya düzeni kapsamında hiçbir ülkenin lider olabilmesi mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Bunun pek çok farklı nedeni olduğu söylenmektedir.Ayrıca nükleer silahlanmanın yayılmasıyla birlikte en zayıf ülkelerin dahi askeri güç olarak büyümeleri söz konusu olmaktadır. Bunun dışında ülkelerin ekonomilerinin birbirlerine bağlı olması, enerji bağlılıkları, global terör gibi unsurlar

dünyada tek başına güç olunmasına engel olmaktadır. Günümüzde nükleer silahlara sahip olmak yalnızca güçlü devletlere has bir nitelik olmamaktadır.201

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından pek çok konuyla alakalı değişlikler ortaya çıkmıştır. Doğu ve Batı arasındaki çekişmenin sakinleşmesiyle birlikte uluslararası sistem içerisinde değişiklikler ortaya çıkmaya başlamıştır.202 Süreç

içerisinde iki kutuplu dünyanın son bulmasıyla birlikte sistem giderek farklılaşmıştır. Temelinde globalleşmenin olduğu bu sistemle alakalı olarak farklı tanımlamalar yapılmıştır. 1900’lü yılların son çeyreği kapsamında ortaya çıkan bu değişim kendisini sadece politikada ve ekonomide göstermemiş entelektüel ve akademik hayatta da etkilerini aynı derecede hissettirmiştir.203

Yeni dünya düzeninin bir düzen olmaktan çok düzensizlik olduğunun savunanlar da bulunmaktadır. Buna göre Soğuk Savaş ile iki kutuplu dünyada rekabet sebebiyle bir denginin oluştuğu ifade edilmekte ve bunun bitmesi neticesinde düzenin ve rekabetin ortadan kalktığı ifade edilmektedir. Bu durumun ise belirsizliği arttırdığı söylenmektedir.204

Soğuk Savaş sonrasında üzerinde durulan öğelerden biri de dünyada yeni bir düzenin mi başladığı yoksa Amerikan hâkimiyetinin mi başladığı konusudur. Soğuk Savaş döneminde uluslararası sistem Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin politikaları doğrultusunda şekillenmekte idi. Bu durum o dönemde dünya düzenini oluşturmuştur. Ancak Soğuk Savaş sonrasında bu durum ortadan kalkmıştır. Yeni dünya düzenin ortaya çıkışındaki asıl unsur da bu olmuştur. Yeni düzen kapsamında ortaya çıkan güçlerin kendi çıkarlarını daha kuvvetli savunuyor olmaları önemli bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte devletler artık

201 Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, Çeviren: Ersin Kuşdil, 1. Baskı, Ayrıntı

Yayınları,İstanbul, 1994, s. 75.

202 WilfriedVonBredow, Medeniyetler Arası Tartışma ve Çatışmalar, Editörler: Prof. Dr. Karl Kaiser,

Prof. Dr. Hans-Peter Schwarz,Yeni Yüzyılda Yeni Dünya Politikası, (Çeviren: Müjdat Kayayerli), 1. Baskı, Sinemis Yayınları, Ankara, 2005, s. 97.

203 Gencay Şaylan, Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, 1. Baskı, İmge Kitapevi Yayınları,

Ankara, 1995, s. 9.

204 James N. Rosenau, Yeni Bir Küresel Düzende Yönetişim, Çeviren: Ali Rıza Güngen, Derleyenler:

David Held, Anthony Mc Grew, Küresel Dönüşümler Büyük Küreselleşme Tartışması, 2. Baskı, Phoenix Yayınları, Ankara, 2014, s. 269.

muhataplarına becerilerini göstermekte ve seçenekler arasında tercih yaparken seçici olmaktadırlar.205

Geçmişte ABD’nin her dediğini kabul eden devletler yerine günümüzde ABD’nin öne sürdüğü politikalara karşı tavır sergileyen devletler de bulunmaktadır. Bu durumu ABD karşıtlığı yerine milli çıkarları gözetmek olarak ele almak yerinde olacaktır. Soğuk Savaş’ın bitip 2000’li yıllara girilmesiyle birlikte dünyada üretim ve ekonomik performans açısından ilerleme kaydeden devletler bulunmaktadır. Bu durum ABD’nin hareket alanının daha da sınırlanmasına neden olmaktadır. Bu sebeple yeni dünya düzeninde hiçbir ülkenin yalnız başına yolunu tayin edebilmesi mümkün değildir.206