• Sonuç bulunamadı

2.3.1 Ekonomi Odaklı Yaklaşımlar

Sürdürülebilir gelişmenin temelleri klasik iktisadi düşünceye kadar uzanmaktadır. 1870’lerden 1970’lere büyüyen bir ekonominin çevresel kaynakları tüketmeyeceği ve zararlara neden olmayacağı kabulüyle süregelen ekonomik büyümenin her zaman istenen bir durum olduğu ve devamlı büyüyen bir ekonominin sonsuza kadar sürdürülebileceği dile getirilmiştir [43].

Klasik iktisadi bakış açısıyla ekonomik büyüme; yaşam kalitesini artırmaktan öte aynı zamanda bireylere eşit koşulları ve olanakları sunan bir büyüme biçimi olarak değerlendirilmektedir. Ekonomik sistemi, sosyal ve doğal sistemlerden ayrı tutan geleneksel iktisadi yaklaşımlar doğal kaynakları sadece üretim sürecinin girdileri olarak görmüştür. Fakat zamanla çevresel farkındalığın artmasıyla beraber bu düşünce biçimi, mevcutta yaşanan çevresel problemlerin çözümü için finansal kaynakların sağlanması ve yerine ikame yollarının geliştirilmesini öngörmüştür. Böyle bir sistemin ekonomik aktiviteleri devam ettirirken çevresel kaliteyi de belli bir seviyede koruyacağı iddia edilmektedir [43].

İktisadi düşüncede büyüyen ekonominin limitleri üzerine savlardan biri de iktisatçı Ricardo’ya aittir. Ricardo, toprağın sabit bir büyüklüğü olduğundan gelecek yeni nüfusun zorunlu olarak daha az verimli alanları kullanması sonucu düşen hayat standartları nedeniyle nüfus artışının durağanlaşacağı kabulünü getirmektedir. Ricardo kıtlığı olarak adlandırılan bu yaklaşıma karşı sürekli büyüme üzerine hâkim iyimser bir görüş ise teknolojik gelişme ve dengeleyici piyasa süreçlerinin Ricardo kıtlığını telafi edeceği üzerinedir [44]. Yeni teknolojilerle- geri dönüşüm, kaynak ikamesi vb. yollarla - kaynak tüketiminin daha iyiye gideceği aynı zamanda iş ve sermaye kalitesini artırıp, atık, kirlilik, emisyon salınımlarını azaltacağı iddia edilmektedir. Bu yaklaşıma ekolojik modernizasyon bölümünde daha ayrıntılı olarak değinilecektir [45].

Diğer taraftan bu savların çelişkili olduğunu iddia eden farklı bakış açıları ortaya çıkmıştır. Bu görüşlerde; artan verimin mevcutla gelecek kuşaklar arasındaki eşitliğin iyileştirilmesi anlamına gelmediği belirtilmektedir[43] [46].

20

2.3.2 Ekoloji odaklı yaklaşımlar

1970’lerin ardından ekoloji odaklı çevre iktisatçıları konvansiyonel büyüme paradigmasına karşı sosyal ve ekonomik sistemin ekolojik sistemden bağımsız ele alınamayacağı ve çevresel kısıtlarla ekonomik büyüme arasında bir çelişki olduğu görüşünü ortaya atmıştır. Ana görüşlerden çok farklı olmamakla birlikte ekonomik modellerde değişiklikleri beraberinde getirmiştir [47].

1972 senesinde iktisatçılar, bilim adamları, eğitimciler vb. farklı meslek dallarından oluşan Roma Kulübü’nün “Büyümenin Limitleri” (Limits to Growth) raporunda küresel ölçekte endişe veren 5 eğilimin varlığından bahsedilmiştir. Bu eğilimler; büyüyen sanayileşme, hızlı nüfus artışı, yetersiz beslenme sorunları, yenilenemeyen kaynakların tükenmesi ve bozulan çevre olarak sıralanmıştır. Yaşanan büyüme eğilimlerinin devam etmesi halinde gelecek 100 yıl içinde büyümenin limitlerine ulaşılacağı ve sonunda ani, kontrol edilemez nüfus ve sanayi kapasitesinde düşüşler yaşanacağı iddia edilmektedir. Buradan çıkan kötümser sonuç da savaş sonrası yaşanan ekonomik büyüme ve nüfus artışının yoksulluk olmadan, doğal kaynaklarda tükenme ve çevre üzerindeki onarılamaz hasarlar olmadan korunamayacağı üzerinedir.

Neo-Malthusçu1 olarak adlandırılabilcek bu yaklaşıma göre çevresel koruma politikaları ve toplumun ekonomik büyüme hedefleri birbiriyle bağdaşmamaktadır. Yani konvansiyonel ekonomik büyüme hedefleri uzun vadede olası değildir. Bu düşünce biçimi durgun durum (steady state) ya da sıfır büyüme ekonomisi (zero growth economy) tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Meadows vd. (1972)’a göre bu durum, büyüme eğilimlerinin değiştirilmesi, ekonomik- ekolojik istikrarın sağlanması, küresel dengenin (global equilibrium) sağlanması ve de her bireyin temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla mümkün olabilir2.

1 Malthus’un 1803 senesinde nüfusa ilişkin yapmış olduğu araştırmada uygun koşullarda ve müdahale edilmediği takdirde; nüfusun, besin maddelerinin artışından daha hızlı bir oranda artmasıyla kişi başına düşen besin miktarının azalacağını ve arada oluşacak bu farkın nüfusta bazı bireylerin ölümlerine neden olarak dengeyi sağlayacağı görüşü yer almaktadır. 19. yy’da İngiltere’de yaşanan sorunların nedenlerinden birini de nüfus artışı karşısında kaynakların yetersiz kalması olarak nitelendirmiştir (Kaynak:Britannica web sayfası:http://www.britannica.com/EBchecked/topic/360609/Thomas-Robert- Malthus/222944/Malthusian-theory, erişim tarihi:15.03.2013).

2

21

Roma Kulübünün kötümser savlarına karşı, bir mal ya da kaynağın azalmasının değerinin artmasına neden olacağı bunun da o mal ya da yerine ikame edecek başka malların arayışına yönlendireceği fakat bir yandan da her çevresel kaynağın insan yaşamı için kritik öneme sahip olmayabileceği ileri sürülmektedir [48]. Roma Kulübünün büyümenin yol açabileceği sorunları destekler nitelikteki bir başka söylem de yeşil politik düşünce akımıdır. Bu sav, belli kaynaklara ilişkin tartışmalardan bağımsız ekonomik aktivitelerin çevre sağlığına dayalı olduğu ve bunun göz ardı edilmesi halinde önemli problemlerin ortaya çıkabileceği ve sınırlı bir sistemde sınırsız büyümenin mümkün olamayacağıdır [49].

Schumacher (1973) ise “Küçük Güzeldir” (Small is Beautiful) adlı çalışmasında, aşırı yoksulluğun sebebinin maddi değil, eğitim, organizasyon ve disiplin yetersizliklerinden kaynaklandığını ve fakir ülkelerin yoksulluktan kurtulmak için daha çok teknolojiye, fiziksel altyapıya ya da dış yardıma ihtiyacı olmadığını ileri sürmektedir [50].

2.3.3 Ekolojik Modernizasyon

Bütün bu görüşlere daha iyimser bir bakış açısı olarak gelişme gösteren ekolojik modernizasyon, ekonomi ve çevrenin entegrasyonunu sağlama ve ekonomik büyüme ile çevresel korumanın bir arada gerçekleşebileceği bir senaryonun varlığını iddia etmektedir. Hajer (1995), ekolojik modernizasyonu çevresel problemlerin yapısal karakterlerinin farkında olan ama aynı zamanda mevcutta varolan ekonomik, sosyal ve politik kurumların çevresel kaygıyı içselleştirebileceğini iddia eden bir söylem olarak görmektedir [51]. Daha önceden değinilen Brundtland Raporu hem ekonomik büyümeyi hem de sosyal gelişme ve çevresel korumayı amaçlaması nedeniyle yeni ufuklar açan bir metin olarak değerlendirilmektedir. 1980’lerle gündeme gelen ekolojik modernizasyon aynı zamanda teknolojik gelişmenin çevresel faydalar sağlayan çıktıları ve sonuçları üzerine durmaktadır.

Huber, sanayi üretiminde gelişmiş ve ileri teknolojilerin kullanımının, hem üretimi arttıracağı hem de sanayinin çevreye olan olumsuz etkisinin bu yolla azaltılacağını

22

savunmuştur1. Christoff (1996), ise ekolojik modernizasyonu üretimde emisyon

kaynaklarının azaltılması ve kaynak kullanımında verimlilik artışını sağlayan çevreye duyarlı teknolojik gelişmeler olarak tanımlamıştır [53]. Bu kabul, varolan neoliberal gelişmenin araçları olan kurumların çevrenin korunmasına yönelik eylemlere uyum göstereceğini ve insan faaliyetlerinin çevreye olan etkilerinin azaltılması için çevreyi korumaya yönelik teknolojik üretim sürecinin kendiliğinden gelişeceğini varsaymaktadır [52].