• Sonuç bulunamadı

Yukarıda değinildiği üzere sürdürülebilir gelişmeye farklı bağlamda ele alan yaklaşımlar gelişmeyi değerlendirme ve yönünü (olumlu ya da olumsuz) saptama konusunda belirlediği yöntemlerde de farklılık göstermektedir. Bu bölüm kapsamında yazında önemli atfedilen sürdürülebilir gelişme değerlendirme yöntemlerine yer verilecektir.

Hartwick – Solow Yaklaşımı

Neo klasik büyüme teorisi içinde yer alan modellerde gelişme süreci zaman içinde malların ve doğal kaynakların azalmayan tüketimi olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımla ortaya konan ana konu eşit fırsatlar yerine nesiller arası verimliliğin ve yeterliliğin sağlanmasıdır. Hartwick (1977), ve Solow (1974)’a göre bir ekonomi süreçte sadece yenilenemeyen kaynakları kullansa dahi azalmayan tüketim mümkündür. Sermaye stoğu zaman içinde azalmadığı sürece azalmayan tüketim gerçekleşebilir. Bunun sağlanabilmesi için doğal sermayenin tükenmesi durumunda yapay (insan yapımı) sermaye (man-made capital) onun yerine geçmek üzere oluşturulur. Hartwick kuralı olarak adlandırılan kuralın esası yenilemeyen kaynakların tüketiminden elde edilen gelirin üretilebilir sermayeye aktarılmasıyla tüketimin sabit kalması ya da artmasına dayanmaktadır. Doğal sermayenin korunması önemli değildir. Örnekle; orman alanı yerine gerçekleştirilen fabrika ile yeni bir ekonomik değer yaratılarak orman alanının ekonomik değeri aşılmış olur [54]. Bu yaklaşım doğal ve beşeri sermaye arasında güçlü bir yerine ikame kabulüne dayanmaktadır. Neo klasik büyüme teorilerinde yerine

1

23

ikame iddialarına yapılan eleştirilerden ilki doğanın insanoğluna sağladığı birçok faydanın gözardı edilip sadece üretim için girdi kaynağı olarak görülmesidir. Diğer bir eleştiri de doğal sermayenin insan eliyle yok edilebileceği fakat insan eliyle yaratılamayacağı üzerinedir.

Güçlü ve Zayıf Sürdürülebilirlik

Londra Okulu’na göre beşeri sermayenin (man-made capital) doğal sermaye yerine geçebileceği durumlar bulunmaktadır, fakat birçok doğal sermaye unsurunun yerine ikame edilmesi söz konusu değildir ve bu belli başlı unsurların korunması gerekmektedir [44]. Bu yaklaşımdaki ana problem doğal kaynakların herhangi bir zaman içinde ölçülebilir bir değeri olduğu kabülünün bulunmasıdır. Doğal sermayenin farklı unsurlarını fiziksel ve maddi olarak ölçmek zordur. Madde akışı (material flow) analizleriyle doğal sermayenin bazı yönleri ölçülebilmiştir. Fakat Van Pelt (1993) kalıcı doğal sermaye birikimi yaklaşımına dair başka bir soruna daha değinmektedir. Mekânsal yığılma konusunda da problemler bulunmaktadır. Hangi coğrafi alanın doğal sermayesi kalıcı ve korunması gereken kaynaklar olarak görülecektir? Bir diğer problem ise doğanın gerçek değişim oranlarını hesaba kattığımızda ortaya çıkmaktadır. Doğanın değişim oranına olan insan etkisinin ölçülmesi gerekmektedir. Doğa her zaman aralığında değişime uğramaktadır. Bazı durumlarda bu oranlar yaşamın devamlılığı açısından kritik önem kazanmaktadır. Çünkü yaşam bu değişime dayanmaktadır. Pearce ve Atkinson [30], sürdürülebilirliğin sağlanması için ülkenin sermaye stoğunun (doğal, beşeri ve fiziksel) zaman içinde düşmemesi gerektiğini belirtmiştir. Sermaye stokunun sabit kalması için iki değişkenin olduğunu belirtmektedir. Eğer zaman içinde fiziksel, beşeri ve doğal sermaye stoku azalmıyorsa zayıf sürdürülebilirlik koşulları hâkimdir. Bir ekonominin tasarrufları doğal ve yapay (insan yapımı) sermayelerindeki kayıpları aşıyorsa bir ekonominin sürdürülebilir olduğundan söz edilebilir. Sadece doğal sermaye düşüyor olsa bile toplam sermaye stokları azalmadığı için gelişme sürdürülebilir atfedilmektedir. Herhangi bir malın ya da varlığın niceliğinin azalmasını telafi edecek diğer sermaye türünün artması sonucu ise güçlü sürdürülebilirlik koşulları oluşmaktadır. Burada doğal sermayeye önem verilmekte ve sürdürülebilirlik koşulu kritik doğal sermayede bir düşüş yaşanmamasına bağlanmaktadır [44]. Bu bağlamda

24

Pearce ve Atkinson’un [30] Finlandiya’da ülke bazındaki verilerle yaptıkları analiz sonucu ekonominin sadece zayıf sürdürülebilir olduğu belirlenmiştir.

Durgun Durum Ekonomisi – Daly İlkeleri

Standart neo-klasik yaklaşımlardan farklı olarak Herman Daly’e göre [55] doğal sermayenin korunması yoluyla sürdürülebilir gelişme uygulanabilir hale gelecektir1

. Bu hedef ise yenilenebilir kaynaklarla kaynak tüketimini limitlemekle gerçekleşebilir. Yenilenemeyen kaynaklarda ise bu kaynakların kullanımından elde edilen gelirleri yenilenebilir doğal sermayeye yatırım olarak dönüştürme yoluyla doğal sermaye stoğu sabit tutulabilir. Ayrıca kişi başı doğal sermaye stoğunun sabitliğini korumak nüfusta da belli bir durağanlığı gerektirmektedir [54]. Daly’nin durgun durum yaklaşımına göre yenilenebilir kaynakların tüketimi nüfus büyüme oranından ya daha düşük ya da eşit olmalıdır. Daly, ayrıca kirleticilerin çevreye salınımının ekosistemin özümseme kapasitesinin üzerinde olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Ek olarak, toplumlarda madde ve enerji akışının azaltılması için makro-ekonomik ölçekte denetimlerin gerekliliği ifade edilmiştir. Fakat yaklaşıma geliştirilen eleştirilerde ekosistemin birçok kirleticiye karşı özümseme kapasitesi, yenilenemeyen kaynaklar için yapılacak yatırım akışının hesaplanması ya da dünya ekonomisinde uygun büyüme ölçeğinin yakalanarak korunması amacıyla politikaların belirlenmesi zor kestirimler olarak görülmüştür. Ayrıca Daly’nin belirlemiş olduğu ilkelerde ekonomik gelişmede en önemli sorunlar olarak görülen yoksulluğun azaltılması ve sosyal eşitsizlik konuları göz ardı edilmiştir. Sosyo ekonomik ilerlemenin getirdiği kaçınılmaz çevresel etkilere karşı telafi mekanizmalarına dair bir öneri de içermemektedir [56].

Güvenli Minimum Standartlar Yaklaşımı

Toman’a göre (1992) sermayeler üzerine geliştirilen teorilerde yaşanan çıkmaz, neo- klasik pazar verimliliği ile çözülebilir. Güvenli minimum standartlar (GMS) yaklaşımı

1

Daly, H. E. (1994). “Operationalizing Sustainable Development by Investing in Natural Capital,” ed: AnnMari Jansson vd. , Investing in Natural Capital: The Ecological Economics Approach to Sustainability, Washington, D.C.: Island Press.

25

hem önemli kaynakları hem de çevresel fonksiyonları koruyacak ve nesiller arası adalet, kaynak kısıtları, beşeri etkiler gibi sorunların çözümünde uygulanabilecektir [54]. GMS yaklaşımı belirsizlik koşullarında karar verme amacıyla gelişmiş bir yaklaşımdır. Toplumların mevcut çevresel bozulmaların gelecekte yaratacağı maliyetlere dair bilgi sahibi olmadığı varsayılır. Fakat güvenli minimum standartların belirlenmesi yoluyla doğal sermaye stoğunun bu eşiğin altına inmesine neden olacak eylemlerin yönetilebileceği iddia edilmektedir. Güçlü ve zayıf sürdürülebilirlik yaklaşımının geliştirilmesinin ardından beşeri sermayenin doğal sermaye yerine ikame edebileceği görüşüne ek olarak yerine ikamenin limitleri olduğunu iddia eden savlar ortaya çıkmıştır. İddialara göre, toprak, hava, su vb. bazı kritik doğal kaynaklar sadece ekonomik aktivitelerin gerçekleştirilmesi için kullanılan sermaye türleri değildir. Aynı zamanda beşeri yaşam için doğrudan gerekli olan genel gereksinimlerdir. Dolayısıyla bazı temel türler ve süreçlerin insan yapımı sermaye ile yeri doldurulmaz. Bu görüşle, insan yaşamının devamlılığının sağlanması ve sürdürülebilirliği için, sınırlamaların, güvenli minimum standartların iktisadi hesaplar yoluyla belirlenmesi gerekmektedir. Kritik sürdürülebilirlik olarak tanımlanan kavramı doğuran yaklaşıma göre, güvenli minimum standartların altına inen bir çevresel bozulma olmadığı ve sermayenin diğer formları tarafından belli bir artışla telafi edildiği sürece kritik sürdürülebilirlik sağlanmaktadır [43] [54] [57]. Ancak, diğer yöntemlerde olduğu gibi GMS’ın kritik düzeyinin ne olduğunun belirlenmesi konusunda zorluklar bulunmaktadır.

Kuznet Eğrisi

Ekonomi ve ekoloji ilişkisini ele alan tartışmaların temelinde yer alan Çevresel Kuznet Eğrisi artan gelirlebirlikte çevresel baskının artacağını ama belli bir seviyeden sonra bu baskının azalacağı düşüncesine dayanmaktadır. İddia, ekonomilerin belli aşamalardan geçtiği ve bu aşamaların bazılarında çevresel kalitenin kötüleştiği fakat daha sonra iyileştiği üzerinedir [58]. Ekonomik gelişmenin evreleri açısından ele alındığında, sanayileşmeyi deneyimleyen lokasyonlarda ekonomik ilerlemenin yarattığı çevresel sorunlar kaçınılmazdır fakat ileri safhalarda sanayi sonrası ekonomik değişimle birlikte bu etki düşecektir (Şekil 2.2).

26

Şekil 2. 2 Kuznet Eğrisi (Baker[59] : 31)

Çevresel kalitenin artması için ekonomik büyümenin uzun vadede pozitif getirileri olacağını savunan teoriye göre, büyümede kaynak yoğunluğunu ve kullanımını azaltmak için teknolojik gelişme, yerine ikame süreçleri ve talep değişimi gereklidir. Teorinin gözardı ettiği gerçeklik ise yüksek kirletici aktivitelerin sanayileşmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaydığı gerçeğidir. Özetle, bir yerde yaşanan kirliliğin azaltılması sadece başka bir yere taşınması ile gerçekleşebilmekte ve küresel ölçekte bir değişiklik olmamaktadır. Bu ülkeler kendi çevresel özkaynaklarını ya da sermayelerini korumayı başarırken küresel ölçekte bir başka yerin sermayesini tüketmektedir [59].

Wuppertal Yaklaşımı

Ekonomik sürecin ekolojiye etkisini ölçmeye çalışan bir diğer yaklaşım da Wuppertal yaklaşımıdır. Değerlendirmeye alınan ana konu ekonomik büyümenin doğanın fiziksel yapısında yarattığı bozulmaya olan etkisidir. Yaklaşım, ekolojik sistemin insan varlığına katkı sağlayacak şekilde sürdürülmesi isteniyorsa madde akışında mutlak bir azalmanın gerçekleşmesi gerektiği ilkesine dayanmaktadır. Teoride toplam madde gereksinimi ve doğrudan madde girdisi göstergeleri kullanılarak ekonomik gelişmenin çevresel maliyetleri ve etkileri belirlenmeye çalışılmaktadır [43] .

27

Toplam Çevresel Stres Yaklaşımı ve Madde Akışı

Ekolojik sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla geliştirilen yaklaşımlardan bir diğeri de Wuppertal Yaklaşımına benzerlik gösteren, beşeri etkilerin sebep olduğu toplam çevresel stres (TÇS) yaklaşımıdır. TÇS’in azaltılması yoluyla ekolojik sürdürülebilirliğin sağlanmasının mümkün olacağı esası kabul edilmektedir. Çevresel stres sadece doğanın üretim ve tüketim amaçlı kullanılması yoluyla değil, aynı zamanda atık ve kirliliğin çevreye salınımı vb. etkenler yoluyla da artar. Beşeri aktiviteler olduğu sürece stres ve baskı kaçınılmazdır. Fakat diğer teorilerde olduğu gibi stres kaynaklarının bazılarının kaçınılmaz olduğu fakat bazılarının da daha iyi bir teknolojinin yokluğu ya da görmezden gelindiği için oluştuğu belirtilmektedir. Bu gibi etkenlerin yarattığı stresi önlemek mümkündür. Çevresel stresi ölçmeye yönelik niceliksel göstergeler madde akışı, enerji akışı, insan kökenli karbon salınımı gibi göstergelerdir [43] [60]. Sürdürülebilirlik, çevresel stresin azaltılması, refah ve ekonomik gelişmeyle sağlanabilir. Bu bağlamda Kaivo-oja vd. [43]; refah, ekonomik gelişme (GSMH) ve çevresel stres bileşenlerinin değişimlerine (artışı ve azalması) göre 3 boyutlu sürdürülebilirlik senaryo çerçevesi oluşturmuştur. Üç bileşenin ikili değerlendirmelerine göre oluşan farklı gelişme yönleri belirlenerek bu yönlerin sürdürülebilirlik koşullarını sağlaması değerlendirmeye alınmıştır (Şekil 2.3).

Şekil 2. 3 Çevresel Stres Yaklaşımınına göre Gelişme Yönleri

Süreç içinde çevresel stresin azaldığı, refah ve ekonomik gelişmenin sağlandığı alanlar güçlü sürdürülebilirliğin olduğu, refah ve ekonomik gelişmenin olduğu fakat çevresel stresin arttığı alanlar ise eko-yıkımın yüksek olduğu alanlar olarak belirlenmiştir. Bu farklı yolların kombinasyonu üzerinden geliştirilen senaryolar sürdürülebilirliğin hangi boyutlarda (ekolojik, ekonomik, sosyal) gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır [43].

28