• Sonuç bulunamadı

2.6 Sürdürülebilirlik Bağlamında Çevresel Kaynak Yönetimi

2.6.5 Dayanıklılık Teorisi

Dayanıklılık teorisinin (resilience theory) temelleri kavramsal olarak ortaya konmasa da ekolojik antropolojide afetlere karşı birey davranışları, kapasitenin korunması ya da uyuma dayalı cevap verme süreçlerinin incelenmesine dayanmaktadır. Ardından çevre ve sosyal bilimlerde özellikle de ekoloji ,ekonomi ve sağlık alanında zamanla kavram gelişme göstermiştir [4] [80]. 1970’lerde ekosistem yaklaşımından, 1990’larda SES perspektifine doğru kayma göstermiştir. Beşeri aktivitelerin (sera gazı emisyonları, karbona dayalı enerji sistemleri vb.), ekosistemlerin ve SES’lerin dayanıklılığını etkilediğine dair bilimsel bulgular ortaya konmaya başlamıştır [63].

SES’ler bir ya da birden fazla sistem düzeninden oluşabilir. Bazı düzenler beşeri bakış açısıyla istenen durumlardır, bazıları ise değildir. Her düzen, sistem durumu setidir. Aynı yapı ve fonksiyona sahip setlere sistem rejimi denmektedir. Farklı rejimler birbirinden eşiklerle ayrılmaktadır [82]. Dayanıklılık da farklı rejimlerin topolojisinin ölçümü olarak tanımlanmaktadır. Sistem rejimi ve durumundan hareketle özetle,

43

dayanıklılık bir sistemin farklı rejim ve durumlara geçişine neden olan bozulmayı zapt edebilmesi (absorb) ve değişimler yaşanırken yeniden organize olarak aynı fonksiyon, yapı, kimlik ve geribildirimleri kaybetmemesi olarak tanımlanmaktadır [6] [83].

Ekonomik değişimin çevresel sonuçlarını analiz eden araştırmalarda istenen durumların ya da süreçlerin her zaman sürdürülebilir olmayabileceği ya da istenmeyen durum ve süreçlerde bireylerin ve toplumların çıkmaza girebileceği görüşleri yer almaktadır. İki sorun alanı da ekonomide birçok olası durumun olduğu ama her durumun aynı derecede kalıcı ya da değerli olmadığına dair bir algının varlığına işaret etmektedir. Örnekle düşük gelirli ülkelerin durağan denge durumundaki ekonomilerinden dolayı yoksulluk kapanına düştüğü ve bunun da çevresel bozulmalarda etkili olan ana konulardan biri olduğu, ayrıca değişime karşı belli rejimlerde takılı kalan hidrokarbon odaklı teknolojilere dayalı kurumsal ve kültürel rijitliğin (değişmezlik) önemli çevresel etkileri olacağı iddia edilmektedir. Diğer görüş ise yüksek gelir grubunda yer alan ülkelerdeki ekonomik büyüme ve tüketimdeki artışın hem dengesiz hem de sürdürülemez olacağı iddiasıdır. Ekonomik büyümenin yarattığı çevrenin taşıma kapasitesinin üzerine geçen kaynak tüketimi ve atık emisyonu o çevrede yaşayan toplumu dışsal şoklara ve beklenmedik durumlara karşı daha hassas hale getirecektir. Tüketimin yaratmış olduğu bu geri dönülemez çevresel sonuçlar günümüz toplumuna ek olarak geleceğe dair de çok az fırsat bırakmaktadır [3].

Dayanıklılık kavramının iki ana değişkeni bulunmaktadır. Birincisi bozulmuş bir sistemin eski durumuna geri dönmesi için gerekli zaman, ikincisi ise bir durumdan diğerine geçmeden önce sistem tarafından soğurulabilecek (absorbe) bozulmanın büyüklüğü olarak ifade edilmektedir. İki değişken de sistem dengesinin istikrarıyla ilişkilidir[94]. Dayanıklılık olgusu; karmaşık sistem düşüncesini, yani doğrusal olmama durumu, belirsizlik, uyum ve hasar görebilirlik gibi kavramları içermektedir. Bir sistemin dayanıklılığı, devamlılığını ya da yok olma olasılığını belirlemektedir. Denge ve istikrar ise geçici bir bozulmanın ardından düşük bir dalgalanma ve değişimle yeniden denge durumuna dönme becerisi olarak ifade edilmektedir [94]. Bir sistemin dayanıklılığının yüksek olması beklenmeyen durumları soğurma ve değişime uyum sağlama becerisinin daha yüksek olması anlamına gelmektedir. Tam tersi sistemin dayanıklığının düşük

44

olması ise değişime karşı ekosistemin ve kurumların uyum ve baş edebilme kapasitelerinin daha düşük olmasına sebep olmaktadır [10] [94].

Dayanıklılığın arttırılmasını hedefleyen yönetim yaklaşımlarında eşitlik ve sosyal adaleti ele alan değerlendirmeler ön plana çıkmaktadır. Literatürde toplum odaklı ve ortaklıklara dayalı yaklaşımların en etkili çevresel yönetişim biçimi olduğu belirtilmektedir. Ostrom (2009); kaynak kullanıcılarının kendi kurallarını kendileri belirlemeleri halinde kaynak sürdürülebilirliğinin arttığını belirtmektedir [95].

Beşeri yaşam ve çevre ilişkisini ele alan SES dayanıklılık araştırmalarında sermaye; değerli malların geleceğe akışını sağlayan stok olarak tanımlanmaktadır [96] [97]. Önceden değinildiği üzere ilgili yazında genel olarak sermaye türleri fiziksel, finansal, beşeri, sosyal ve çevresel olarak tanımlanmaktadır [98] [99]. Fiziksel sermaye beşeri ekonomide yapay kaynaklar; teknik altyapı ve teknoloji stoğu olarak değerlendirilmektedir. Finansal sermaye ise modern ekonomide mal üretim- tüketimi ve hizmetlerin sağlanması için gerekli olan maddi kaynaklar, yatırım ve gelirler olarak nitelendirilmektedir. Beşeri sermaye kişisel, sosyal ve ekonomik refahın sağlanması için gerekli olan bilgi, yetenek, kabiliyet ve özelliklerdir. Sosyal sermaye ise ortak hedefler doğrultusunda sistemde yer alan bireylerin birlikte hareket etmesini sağlayacak olan güven, normlar, sosyal ağlardır. Çevresel (doğal) sermaye; üretim, ekolojik hizmetler ve atık bertarafı için gerekli olan çevresel değerler bütünü olarak tanımlanmaktadır [96] [99] [100]. Bu sermaye stoklarında yaşanan değişimler sosyo ekolojik sistemlerin dayanıklılığını ve uyum yeteneğini etkilemektedir. Fakat bu sermayelerde yaşanan değişimin hızı da birbirinden farklılık göstermektedir. Teorisyenler sistemi etkileyen faktörleri hızlı ve yavaş değişkenler olarak ayırmıştır [101]. Hızlı değişkenler yıllar hatta aylar içinde değişim gösterebilirken, yavaş değişkenler 10 yıllar ya da benzeri zaman aralıklarında değişime uğramaktadır. Finansal ve fiziksel sermaye daha hızlı değişim gösterirken; beşeri, sosyal ve çevresel sermaye, değişimi daha yavaş deneyimlemektedir. Kuralların, normların, değerlerin, beşeri yeteneklerin, deneyimin ve tabiatın değişimi yıllar alan süreçlerdir. Carpenter vd. [101] sosyo ekolojik sistemlerin dayanıklılığını öncelikli olarak yavaş değişen değişkenlerin kontrol ettiğini iddia etmektedir. Munasinghe[102], sosyal sermayenin toplum dayanıklılığındaki önemine vurgu yaparak 2004 yılında Sri Lanka’yı da etkileyen tsunamiye dayanıklılığın

45

geleneksel toplum yapısının yarattığı sosyal sermaye birikiminden geldiğini ileri sürmüştür. Buna ek olarak Folke vd. [103] beşeri sermayenin karmaşık sistemlerin uyum kapasitesinin güçlendirilmesi ve bozulmasını anlamada önemli olduğunu belirtmiştir.

Sürdürülebilirlik ve dayanıklıklık teorileri benzer gözükmekle birlikte farklı yaklaşım biçimleri bağlamında değişiklik göstermektedir. Geleneksel sürdürülebilirlik; bazı ideal sabit durumların korunması gerektiğine vurgu yaparken, dayanıklılık ise sistemlerin değişimi yönetme dinamik becerisini korumasına dayanmaktadır.

Özellikle de afet tehditi altında yaşayan toplumların dayanıklılığını belirlemek üzere farklı disiplinlerin geliştirdiği yöntemler olmuştur. Fakat bu değerlendirmelerin yanısıra literatürde hala kavramın çağdaş teorik ve ampirik kavranışını ele alan araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır.