• Sonuç bulunamadı

Sünnet ve Haber Konusunda Halkı İlgilendiren Meseleler

B. Sünnet ve Haber Bahsi

8. Sünnet ve Haber Konusunda Halkı İlgilendiren Meseleler

Oruçluyken hacamat olan müsteftî, fakihten bir fetvâ alıp bu fetvâ sonucunda orucunu bilerek bozsa, müftî yanlış fetva vermiş olsa bile, müsteftîye kefaret gerekmez. Çünkü kendisi avâmdan olduğundan ancak müftînin fetvası ile amel edebilir.232 Fakat müsteftî herhangi bir müftîye sormadan, bir hadis ile amele kalkıştığında Şeyhayn’ın bu konudaki değerlendirmeleri farklı olacaktır.

Ebû Hanîfe’ye göre avâmın neshini ya da te’vîlini bilmeden bir hadis ile amel edip, daha sonra bu hadise dayanarak orucunu bilerek bozsa, hadisin mensûh olduğunu bilmediği için bu kişiye yine kefaret gerekmez. Çünkü hadis mensuh olduğu bilinmediği sürece, müftînin fetvasından daha aşağı derecede değildir. Bu durum bir şüphe oluşturacağından, söz konusu kişiye kefaret gerekmez.233 Fakat kişi,

hadîs-i şerîf olmadan böyle bir davranış içine girseydi kefaret gerekecekti.234

O halde Ebû Hanîfe’ye göre avâm kendisine ulaşan bir hadis ile amel edebilir. Ameli yanlış

230 Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi, I, 23ظ 231

Buhârî, Keşfu’l-esrâr, II, 305.

232 Buhârî, Keşfu’l-esrâr, IV, 344. 233 Buhârî, Keşfu’l-esrâr, IV, 344. 234İbn Nüceym, Fethu’l-Gaffâr, s. 479.

çıksa bile, bilmeden yaptığı bu yanlıştan dolayı sorumlu tutulmaz. Ebû Yûsuf ise böyle bir davranış içine giren bir kişi üzerine kefaret gerektiğini savunmaktadır. Çünkü hadislerin zayıfını kuvvetlisinden, nâsihini mensûhundan ayırmak fukahânın işidir. Bu yüzden avâma düşen görev hadisin zahiri ile amel etmek değil, fukahaya gidip derdine çare aramak olacaktır. Gitmediği takdirde kusurlu sayılacağından, mazur kabul edilmeyecektir.235 Yani Ebû Yûsuf bu yöntemi izleyen avâma şiddetle karşı çıkmış, hatta onları “haşviyye” olarak isimlendirmiştir.236

Söz konusu görüş ayrılığı bu şekilde davranan avâma kefaret gerekip gerekmeyeceği konusunda Şeyhayn’ın ihtilaf sebeplerinden biri olmaktadır. Bu ihtilâfın sadece kefaret konusunda değil, yukarıdaki açıklamalara uygun düşen bütün durumlara şamil olacağını düşünmekteyiz. Zira kefaret şüpheden dolayı düşse de, rivayetten kaynaklanan bu şüpheyi Ebû Yûsuf kabul etmezken Ebû Hanîfe kabul etmektedir. O halde avâmın rivayetlerle amel etmesinde Şeyhayn arasında bir ihtilaftan bahsedebileceğimiz gibi, şüpheyle kefaretin düşmesi konusunda da Şeyhayn arasında bir ihtilaftan bahsedebiliriz. Çünkü sahih ictihad alanında rivayet ile amel etmenin kefaret ve hadlerde özür ve şüphe sayılacağı el-Menâr metninde de geçmektedir.237 Ebû Hanîfe’nin kavli bu fıkıh usulü kuralına uygun olurken, Ebû Yûsuf ise buna aykırı davranmaktadır. Yani o halde Şeyhayn arasında kefaret ve hadlerde şüpheyi oluşturucu sebepler farklılık göstermektedir. En azından bu minvalde Ebû Hanîfe avâmın hadis ile amelini de mazur görmektedir. Fakat biz, Ebû Hanîfe’nin sahih ictihada isabet eden tüm konularda avâmın rivayet ile amel etmesine imkân tanıdığı kanaatindeyiz. Zira bu görüşümüzün aksini destekleyen herhangi bir kavle Ebû Hanîfe’nin kâil olduğunu bilmemekteyiz. Fakat bizim görüşümüze ışık tutan yukarıdaki kavli ise kitaplarda zikrolunmaktadır.

b. Fâsığın İbâdât Konusunda Haber-i Vâhidinin Hüccet Oluşu Ömer Nasuhi Bilmen, ibâdât alanında haber-i vâhid ile nasıl amel edileceğini şöyle açıklamaktadır:

235 Buhârî, Keşfu’l-esrâr, IV, 344.

236Ebû Yûsuf’un bu konudaki tavrı hakkında daha fazlası ve haşviyye kelimesinin manası

için bkz: Yaman, Fetvâ Usûlü ve Âdâbı, s. 160-162.

237

Nesefî, Metnu’l-Menâr, s. 31.

(ﺔﮭﺑﺷو ًارذﻋ ﺢﻠﺻﯾ ﮫﻧإو ﺔﮭﺑﺷﻟا ﻊﺿوﻣ ﻲﻓ وأ ﺢﯾﺣﺻﻟا دﺎﮭﺗﺟﻻا ﻊﺿوﻣ ﻲﻓ لﮭﺟﻟا ﻲﻧﺎﺛﻟاو ﺎﻛ ﮫﻟ لﺣﺗ ﺎﮭﻧأ نظ ﻰﻠﻋ هدﻟاو ﺔﯾرﺎﺟﺑ ﺎﻧز نﻣﻛو ﮫﺗرطﻓ ﺎﮭﻧأ نظ ﻰﻠﻋ رطﻓ اذإ مﺟﺗﺣﻣﻟ )

İlâhi haklardan ibadetler, haber-i vahid ile sabit olur. Şöyle ki:

gerek namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibadet-i hâlise, yâni: bizzat maksut olan bir ibadet ve gerek abdest ve kurban gibi başka bir ibadet ve taat maksadile matlûb olan bir ibadet, rivayet şartlarını cami ve kitaba, sünnet-i sabiteye muvafık olan her haberi vahid ile sabit olur, onunla amel olunur.

Fasıkların halleri mestûr olanların haberleri ise kabul olunmaz. Yalnız diyanet hususunda, yâni: ibadetlerin müteallâklarında taharrî şart ile kabul olunabilir.

Binaenaleyh bir fasık, bir suyun temiz olup olmadığını haber verse o suyun evsafı araştırılır, haberin doğruluğuna kanaat gelirse onunla amel olunur. Meselâ: mevcut suyun temiz olmadığını haber vermiş, başka da su bulunmamış olunca teyemmüm ile namaz kılmak caiz olur.

Çocukların, ma'tuhların, gayrı müslimlerin haberleri ise ne ibadet ve ne de diyanet hususunda kabul edilemez. Bunlar da bu hususa dair ehliyet yoktur, haberlerini kabul için bir zaruret de mevcut değildir.”238

İbadetlerin vucûbunu bilmediği halde dârulharpte müslüman olan bir kişinin üzerine herhangi bir kâzâ vâcip değildir. Fakat bunları kendisine bir fâsık haber verdiğinde, Şeyhayn arasında yukarıdaki ibâdât alanında haber-i vâhid ile amel konusunda mezhebin açıklamasına ters düşen bir ihtilaf vardır. Çünkü Ebû Hanîfe bu fâsığın haberine itibar edilmeyeceğini söylerken, Ebû Yûsuf ise fâsığın haberine itibarın gerekliliğini savunmaktadır.239 Bu ihtilafta Ebû Hanîfe, mezhebin genel kabulü olarak düşündüğümüz yukarıdaki açıklamaya uyarken, Ebû Yûsuf ise bu genel kabule aykırı davranmaktadır. Metin Yiğit doktora tezinde de yukarıdaki ayrımın, Ebû Hanîfe tarafından da benimsendiğini zikretmektedir.240

O halde

238

Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmûsu, I, 155.

239 Serahsî, el-Usûl, I, 338.

240 Yiğit, Metin, İlk Dönem Hanefî Kaynaklarına Göre Ebû Hanîfe'nin Usûl Anlayışında

yukarıdaki iddiamız doğrulanmaktadır. Yani Ebû Hanîfe’nin bu kabulüyle, Ebû Yûsuf -en azından bu örnekte- amel etmemektedir.

c. Muhbirin İhbârının Kabulünde Aded ya da Adâlet Şartının Aranması Vekîlin azli, me’zûnun hacri gibi bir açıdan ilzâm manası olan haberlerde241

azli ve hacri bildirecek olan vekil ya iki kişi olacak ya da bir âdil kişi olacaktır. Bunun sebebi, bu haberlerde bir açıdan ilzam manası bulunmasıdır. Yani bu durumda ne mahzâ ilzam olmasından, ne de aslen ilzam olmamasından bahsedebiliriz. İşte bu iki kısım gözetildiğinden dolayı, mahzâ ilzamda aranıp, aslen ilzam olmayanda aranmayan adâlet ve adet şartından biri burada aranacaktır. Bu da iki kişi ya da bir âdil kişi olarak kendisini gösterecektir. Bu durum Ebû Hanîfe’ye göredir. Ebû Yûsuf’a göre ise âdil olsun fâsık olsun mümeyyiz olan her muhbirin bir açıdan ilzam eden konuya dair haberi makbuldür.242 Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf arasındaki bu ihtilaf muhbir fuzûlî iken geçerlidir. Müvekkil tarafından bu haberi vermek üzere tayin edilen vekil ile mevlâ tarafından bizzat gönderilen rasûlde bi’l-ittifâk ne adalet vasfı aranır ne de adet. Çünkü vekîl ve rasûlün konuşması, müvekkil ve mürsilin konuşması gibidir.243