• Sonuç bulunamadı

II. TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİN KURULUMUNDA KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ İŞLEVSEL KONUMU, SÖYLEM VE BİR KİTLE İLETİŞİM

II.2. Söylem ve Gerçeklik

II.2.1. Söz Edimleri Kuramından Söyleme

Başlangıçta dil felsefesi kuramı olarak gelişen söz edimleri kuramı, tarihsel açıdan çözümlemeci felsefe olarak bilinen bir ekol içerisinde gelişip açınmıştır. Felsefe tarihi içerisinde dilsel çözümlemeyi felsefi çözümlemenin odağına yerleştiren bir ekol olarak gelişen çözümlemeci felsefe, temelde “anlıksal karışıklıktan ve yanlış-anlamlardan doğan sorun ve ortadan kaldırmayı ve böylece daha şimdiden taşımakta olduğumuz bilgiyi durulaştırmayı amaçlayan dilbilimsel etkinlikten oluşur.”70 Akımın temelinde, felsefenin, bilimsel araştırmalar için kurgul bir çözümleme evreni oluşturmak

69 Raymond Williams, Kültür, çev. Suavi Aydın, Ankara: İmge Kitabevi, 1993, s. 185. 70 Willam S. Sahakian, Felsefe Tarihi, 3.b., çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi,

1997, s. 276

dışında bir işlevi olmadığı düşüncesi vardır. Felsefe sorunları, çoğunlukla filozofların yarattığı bir çapraşıklaştırmadan çıkar. Ve bunların üstesinden dil üzerine yapılacak çözümlemelerle gelinebilir. Çünkü düşüncenin temel aktarım birimi dildir ve dilsel formdaki önermeler kümesi olarak tasarlanabilecek felsefe sorunlarının, üstesinden ancak dilsel çözümlemeyle gelinebilir. Temelde G. E. Moore’un katkılarıyla büyük ölçüde şekillenen akımın asıl gelişimi, yeni mantığın ortaya çıkmasıyla mümkün olabilmiştir.

Özellikle G. Frege ve B. Russell’ın çabalarına çok şey borçlu olan yeni mantık, temelde klasik mantığın çözümleme biçimlerini bir çeşit calculus’ün içerisinde yeniden yapılandırmak yönündeki genel bir çözümleme anlayışının sonucunda şekillenmiştir. Böylelikle tümceler yoluyla oluşturulan önerme kalıpları, simgelere dönüştürülmüş ve böylelikle mantıksal çözümleme matematiksel bir düzleme oturtulmuştur. On Denoting71 isimli çok önemli

makalesinde Russell bu çeşit bir çözümlemenin yollarını aramış ve bu arayış sonucunda Belirli Betimlemeler Kuramını geliştirmiştir. Burada yapılan çözümleme daha sonra çalışmalarla açındırılmış ve özellikle Ludwig Wittgenstein tarafından Tractatus Logico-Philosophicus isimli eserinde genişletilmiş ve bir bilgi kuramı kimliğine büründürülmüştür. Genç Wittgenstein burada, dil yoluyla kurulan olguların dünyanın toplamı olduğunu ve dolayısıyla dünyanın dil içerisinde bir kapanımdan ibaret olduğunu savunmuştur.

Böylelikle dilin dünyanın taşıyıcısı olduğu yönündeki kavrayış genel bir kurama dönüşmüştür. Bu aynı zamanda daha önceden simgesel bir forma kavuşturarak matematikselleştirilen mantıktan yararlanarak gündelik dildeki sözcelemelerin ve felsefi sorunların çözümlenmesini kendisine ilke edinen bir ekolün kurgul temellerini güçlendirmiş ve bu anlayışın çeşitli alanlara uygulayımını kendisine ilke edinen Viyana Çevresi ekolünü ve Yeni Olguculuk anlayışını çözümlemeci felsefenin içerisine yerleşmiştir.72

71 Bertrand Russell, “On Denoting”, Reading in Philosophical Analysis, ed. Herbert Feigl

ve Wilfrid Sellars, Amerika Birleşik Devletleri: Appleton-Century-Crofts, 1949, ss. 103-115.

72 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz., Bertrand Russell, Dış Dünya Üzerine Bilgimiz, 2.b.,

çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1996, ss.11-60; David Pears, 48

Ancak buraya kadar anlatılanlar çözümlemeci felsefenin yalnızca ilk dönemini oluşturur. Anlayışın ikinci bir döneme girmesi ise, Wittgenstein’ın kişiliğinde yatmaktadır. Wittgenstein İngilizlerin arasında kalmış bir Almandır. Ve dünyayı kavrayış tarzı bu İngiliz ekolünde yetişmiş bir düşünürden çok farklıdır. İşte bu kavrayış farkı onu, olgunlaşmanın da etkisiyle, oluşturduğu bilgi kuramına almaş ikinci bir kurama yöneltmiştir. Bu dönemde Wittgenstein dilin betimlemeler yoluyla değil, oyunsallık yoluyla geliştiğini keşfetmiştir. Dil oyunları ismini verdiği kavram bu noktada önemli bir açıklama düzlemini ona kazandırmıştır. “Dil ile dilin örüldüğü eylemlerden oluşan bütün”ü73 dil oyunu olarak tanımlayan Wittgenstein dilin öğreniminin ve yaşam dünyasıyla eytişimsel bağlantılarının oyunsallıkla varlaştığını ortaya koymuştur. Geliştirilen bu yeni anlayış, Oxford Ekolü olarak anılacak olan yeni bir akımın Çözümlemeci Felsefe içerisinde varlaşmasının yolunu açmıştır.

İşte Söz Edimleri Kuramı da bu ekol içerisinde ortaya çıkmıştır. Kuram Wittgenstein’ın dil ve yaşam formaları bağlantısından yola çıkan John L. Austin’in, sözcelemeler ve eylemler üzerine yaptığı genel bir çözümleme üzerinde şekillenmiştir. Austin, sözcükler ve eylemler arasındaki bağlantıyı araştırırken temelde sözcüklerin de aslında birer eylem olduğu vargısından hareket eder. Böylelikle insanlararası etkileşimde girilen iletişimsel form üzerinde, yalnızca gerçekleştirilen fiziksel eylem değil, aynı zamanda bu eyleme neden olan sözcelemenin de eylemsel ırasının olduğu olgusundan hareket eden Austin temel bir ayrımla bunu dile getirmiştir.

Austin’e göre bir söz edimi temelde üç unsurdan oluşur: Bunlar düzsöz, edimsöz ve etkisöz edimleridir.74 Bunlar temelde yerindelik koşulları olanaklı olduğu sürece geçerli olan bir işleyiş yapısının çözümlemesini oluşturur. Buna göre düzsöz edimi, seslendirme, dillendirme ve

Wittgenstein, çev. Arda Denkel, İstanbul: Afa Yayınları, 1985, ss. 45-93; Ludwig

Wittgenstein, Defterler 1914-1916, çev. Ali Utku, İstanbul: Birey Yayınları, 2004.

73 Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, çev. Deniz Kanıt, İstanbul: Küyerel

Yayınları, 2000, s. 15.

74 John L. Austin, How to Do Things With Words, Cambridge/Massachusetts: Harvard

Universty Press, 1975, ss. 109-120.

anlamlandırmadan oluşan üç katlı bir yapı sergiler.75 Bu edimle ortaya çıkan sözceleme etkileşimde bulunduğunda, edimsöz edimini oluşturur. Daha sonra bu edimsöz edimi başarılı olma durumuna göre girdiği iletişim formunda etkisöz edimine dönüşür. Burada edimsöz edimi, sözcelemenin gizil eylemselliğini, etkisöz edimi ise onun fiziksel dünyada beliren etkilerini dilegetirir.

Austin’in geliştirdiği bu söz edimleri kuramı sonraları öğrencisi John R. Searle’ün tarafından açındırılmış ve daha önceki bölümlerde açımladığımız anlık-dil-toplum özekli bir bilgi kuramının merkezine yerleştirilmiştir. Searle, ayrıca hocasının yaptığı ayrımı genişleterek edimsöz edimlerinin farklı türlerini ortaya çıkarmıştır. Bu ayrım doğrultusunda söz edimlerinin farklı türleri; kesinleyiciler, yönelticiler, yükleyiciler, dışavurucular ve bildirgeler olarak belirlemiştir.76

Searle’ün kuramı daha önceki bölümlerde açımlandığından burada bir yinelemeye girişilmeyecektir. Yalnız çalışmamızın genel kurgusu açısından dikkat edilmesi gereken bir noktanın altını çizmekte burada yarar vardır ki, o da; sözcelemelerin toplumsal gerçekliğin kurulumunu açıklamakla birlikte, anlam mübadelesini açıklamakta yetersiz kalışıdır. Çünkü, bir dilde anlam temelde dilin pragmatik boyutuyla ilgilidir. Bu şu anlama gelir ki; bir sözcelemenin anlamı onu saran anlamlar evreni içerisinde belirim kazanır. Dolayısıyla anlamın değişimi sürecinde tekil sözcelemeler yetersiz kalmaktadır.

Örneğin, Türkçede yer alan “şekerleme yapmak” deyimini ele alalım. Burada gerçekleştirilen sözcelemenin anlamıyla, kastedilen anlam birbirinden farklılık gösterir. Türk kültürünü tanıyan herkes bilir ki; şekerleme yapmak, Türk dilinde “uyumak, kestirmek” anlamına gelir. Böylelikle açık bir şekilde görülmüş olur ki; tıpkı deyimlerde olduğu gibi, sözceleme yoluyla ortaya konulan anlam, etkileşimsel yapı içerisinde farklılaşabilir. Bu, temelde

75 R. Levent Aysever, “Derrida ve Söz Edimleri Kuramı”, Cogito Dergisi, Sayı: 47-48,

ss.291.

76 John R. Searle, Söz Edimleri, çev. R. Levent Aysever, Ankara: Ayraç Yayınevi, 2000, ss.

69-221.

sözcelemeyi saran ve toplum tarafından oluşturulan anlamlar ağıyla ilgili bir konudur. Ve dile pragmatik bir boyut kazandırır.

İşte bu, sözcelemeler yoluyla oluşturulan anlamın, toplum tarafından oluşturulan anlamlar örüntüsünün içlemi durumunda olmaklığı, bizi, dil içerisinde gerçekleşen anlam mübadelesinin temelde sözcelemelerde değil sözceleme kümelerinde gerçekleştiği yargısına götürecektir. Böylesine söz kümelerinin en organize biçimi de söylemlerdir. Dolayısıyla, toplumsal yaşamı saran erk ilişkileri, insanlararası çatışmalar ve kitleleşme gibi unsurlar göze alındığında, özellikle kitle iletişim araçlarının yaşamına girmesiyle bambaşka bir yaşamsal forma bürünen günümüz toplumlarında söylemler toplumsal gerçekliğin kurulumunda en etkili dilsel aygıt konumundadır.

Söylemlerin toplumsal anlam örüntülerinin oluşmasında tek tek sözcelemelerden daha etkili olmasının bir nedeni de, gelişigüzel oluşturulmayışlarında aranmalıdır. Gerçekten de söylemler, özellikle kitle iletişim araçları yoluyla kurulanları, bazı durumlarda mutlak bir niyetlilik unsurunu özlerinde barındırırlar. Böylelikle söylemler niyetli ifadelerden oluşan bir kümedir. Bu özelliği onu bir mantıksallık vurgusunda birleştirir aynı zamanda. Söylemleri, iç mantığı olan ifadeler kümesi tanımlamak onu kavramak için çok yerinde bir belirleme olacaktır. Böylelikle, mutlaklığa varan niyetliliğiyle söylemlerin, toplumsal gerçekliğin kurulumunda sözcelemelerden daha etkili olacağı su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

II.2.2. İç Mantığı Olan İfadeler Kümesi Olarak Söylemden Söylem