• Sonuç bulunamadı

Gerçeklik ve Kitle İletişim Araçları

II. TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİN KURULUMUNDA KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ İŞLEVSEL KONUMU, SÖYLEM VE BİR KİTLE İLETİŞİM

II.1. Kitle İletişim Araçlarının Yapısı ve Toplumsal Gerçekliğin Kurulumundaki İşle

II.1.2. Gerçeklik ve Kitle İletişim Araçları

Kitle iletişimin gerçeklik üzerindeki konumunu onun etkileşimsel yapısından kaynaklanmaktadır. Temelde, bir insanın bir kitle iletişim aracıyla kurduğu bağlantı noktası aygıtlarla sağlanmaktadır. Dolayısıyla kitle iletişim araçlarının gerçeklik üzerindeki etkilerini anlamak, her şeyden önce aygıtsal temasa, bunun daha da ötesinde, bu temas esnasında geliştirdiği yönelme durumuna bağımlıdır. Aygıtsal özelliklere dönüp, kitle iletişim araçlarını etkileyiciliği bakımından bir sıralamaya koymak gerekirse, en üst sırada, kuşkusuz, görsel-işitsel bir aygıt oluşuyla televizyonun, sonra görselliği vurgulaması ve kalıcı oluşuyla gazetenin, daha sonra da radyonun geldiği söylenebilir. Bundan dolayı, ilk etapta, en gözde kitle iletişim aracı olan televizyonun, toplumsal konumunu ve araçsal etkilerini değerlendirmek daha doğru olacaktır.

1970’lerde yapılan ayrıntılı araştırmalarda, Katz ve Blumler, televizyon izleyicilerinin üç temel beklentisinin ön planda olduğu görüşünü ortaya çıkartmıştır. Bunlardan ilki, bilişsel beklentidir ki, tamamen izleyicinin içinde yaşadığı dünya ve toplumla ilgili bilgi edinmek, gerçeği araştırmak istemesinden kaynağını almaktadır. Televizyon bu beklentiye haber, tartışma, bilgi yarışması formatındaki program içerikleriyle yanıt verir. İkinci olarak duygusal beklenti gelmektedir. Bu, tamamen, izleyicinin günlük yaşamın

sıkıntısından uzaklaşmak ve eğlenmek yönündeki isteğiyle ilgili bir konudur. Ve karşılığını spor programları, belgeseller, kısa film ve filmlerde bulur. Üçüncü olarak, kişisel kimlik beklentisi yönelme durumunu belirlemektedir. İzleyicinin kendi yaşamına benzer yaşam süren diğer insanların varlığını öğrenmek istemesi bu durumda etkili olur. Gerçek yaşam öyküleri, toplumsal sorunları işleyen programlar, yerli ve yabancı kaynaklı pembe diziler televizyonun bu yönelime karşı tepkimesini oluşturur. 61

Benzer bir şekilde, Dennis Mc Quail ve arkadaşları 1972’de televizyon üzerine yaptıkları bir araştırmada kitle iletişim araçlarının karşıladığı gereksinimleri başlıca dört grupta toplar. Buna göre kitle iletişim araçlarının şu işlevleri ön plana çıkmaktadır: İnsanları günlük yaşam sıkıntısından uzaklaştırması; kişisel ilişkileri canlı tutup, toplumsal yarar gereksinimini karşılaması; kişisel kimlik gereksinimini giderip, gerçeği araştırmayı görmeyi sağlaması ve yaşanan karmaşık dünyaya ait bilgi sahibi olmayı olanaklı kılıp, çevreyi gözetim altında tutmayı mümkün kılması.62

Yine, bunlardan farklı olarak, Arthur Asa Berger izler kitlenin televizyon programından beklentilerini -özetle-; eğlendirilmek, deneyimleri başkaları ile paylaşmak, otorite figürleri yücelmiş ya da küçültülmüş görmek, tinsel güce dair sak, oyalanmak, aşk, nefret, korku, üzüntü gibi duygu deneyimleri kazanmak, özdeşlik kazanmak, sihir ve mucizelere inanmak, başkalarının hatalarını görmek, hoşa gitmeyen duygulardan arınmak, ahlaki, kültürel, ruhsal değerleri onaylamak, dünya hakkında bilgi kazanmak, kötüleri eylemde görmek, olarak sıralamaktadır.63

Görüldüğü üzere, izler-kitle kitle iletişim araçları etkileşiminde, kitleleri yönelten temel öğe, sağduyu bilgisi ve haz duygusudur. Ne var ki, düşünürler tarafından ortaya atılan çeşitli kurgular, kitle iletişim araçlarının aygıtsal

61 Denis Mcquail ve Sven Windahl, İletişim Modelleri, çev. Mehmet Küçükkurt, Ankara: İmaj

Yayınları, 1993, s. 114.

62 Neşe Kars, Televizyon Programı yapalım: Herkes İzlesin, Derin Yayınları, İstanbul

2003, ss. 13-14.

63 Arthur Asa Berger, Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, çev. M. Barkan, N.

Bayram, D. Güler vd, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1996, s. 22. 41

özelliklerin etkisiyle kitlelerin yönelmişlik durumunun kitlesel yönlendirilmişlik durumuna doğru kaydığını imlemektedir. Kitle iletişim araçlarıyla yaratılan gerçekliğin sanal kurulumu, bir taraftan kitle anlıklarını zayıflatarak beğeni düzeylerini düşürüp kendilerine bağımlı hale dönüştürmüştür.

Buraya kadar yapılan vurgular aygıt-anlık etkileşimi ve yönelme durumu üzerine yoğunlaşmıştır. Bunların sonucunda kitle iletişim araçlarının gerçeklik üzerine üçüncü bir halkası eklenir ki; o da toplumsal etkilerdir. Ancak önceden de vurgulandığı gibi bu etki ideolojik yapılanmalardan payını alarak iyi niyetli bir oluşum olmaktan çıkmıştır. Postman’ın ifadeleriyle anlatacak olursak, televizyon, kültürümüzü yapısal değişikliğe uğratarak muazzam bir gösteri sahnesi yaratmıştır.64 Ancak bu sahne ekinsel anlamda

kazanç sağlayıcı bir sahne değil, kendi ilençliğinde tüm ekini yozlaştırıp çürütmeye hizmet eden bir sahnedir. Yalnız bu kadarla kalsa iyi…

Genel söylem itibariyle, “iletişim süreci, genel gelişme süreci çerçevesinde düzenli bir sistem haline dönüşmüştür.”65 Kitle iletişim araçlarının gelişimiyle, teknik ekonomik ve toplumsal bağların belirlenim ilintisi, zaman içerisinde, her devletin veya siyasal dizgenin kurduğu iletişim yapılanmasıyla, siyasal dizge denetiminde ve yapısında belirlenimi unsurları kitle iletişim araçlarını ideolojik devlet aygıtı konumuna çekmekte oluşu bir dönemin iletişim çözümlemelerinde yaygın bir yer tutmuştur. Hatta Chomsky gibi çağdaş düşünürler, bugün halen daha hegemonyanın, sahte demokrasilerde, bu ideolojik aygıtlar vasıtasıyla işlediği savunmaktadırlar.66 Böylelikle, akademik çevrelerin varlığı herkesçe kabul edilen bir medya denetimi olgusu çözümlemeleri, medyanın ikinci bir denetim unsurunun boyunduruğuna girmesiyle yön değiştirmeye başlamış ve özellikle eleştirel kuram’ın sunduğu kurgul çerçeveyle ilgili çalışmalar önemli ölçüde ivme kazanmıştır.

64 Postman, a.g.e., ss. 93-94.

65 A. Raşit Kaya, Kitle İletişim Sistemleri, Ankara: Teori Yayınları, 1985, s. 31. 66 Bu konuda bkz., Noam Chomsky, Medya Denetimi, çev. Elif Baki, İstanbul: Everest

Yayınları, 2005.

Horkheimer ve Adorno’nun, ilkin Aydınlanmanın Eytişimi’nde geliştirdikleri ekin işleyimi savı -yani dizgesel güçlerin güçlenip, ekinsel tekelleri ekonomi politik yapılarından yararlanarak ele geçirip, toplumu, “önceden ipuçlarıyla belirlenmiş ‘level’ine (düzeyine) göre adeta kendiliğinden davranmaya”67 mahkûm ederek, ihtiyaçların üretilmesi için edilgin kitlesel oluşumlar üretmeyi amaçlayan bir işleyim yapısına dönüştürdüğü yönündeki genel kurgul açınım- yeni ideolojik çözümlemelerin özeğinde durmaktadır.

Aslında böylesi bir sav siyasal ideolojiye almaş değildir. Zaten küreselleşmenin boyutları düşünüldüğünde -ulusal devlet anlayışının büründüğü yeni eğilimler tartışılır olmakla birlikte- ideolojinin, ulus-ötesi ekonomik yapıyla, ulusal siyasi eğilimler arasında bir yerlerde üretildiği öne sürülebilir. Böylelikle, medya bir taraftan devletin dizgesel yapısının öz savunusunu aşamayacak bir çizgide varlığını sürdürürken, diğer yandan anamalcılığın ideolojisinin boyunduruğunda çarpıklaşmaktadır. Böylelikle, medya, kitlelerin yönelme eğilimlerini, ideolojilerin boyunduruğunda yöneltme şeklinde kendilerine iade etmektedir.

Tüm bunlardan açıkça anlaşılacağı üzere, kitle iletişim araçları, kitlelerin mekansal uzaklık karşısında yöneldiği temel bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yönelim temelde sağduyu bilgisi isteğine dayanmaktadır. Ve kitle iletişim araçları, sahip olduğu aygıtsal özellikleri ile adeta bir sinir dizgesi oluşturmakta, böylelikle birbirinden uzakta bulunan kitlelerin oluşturduğu toplumsal alanda araçsal bir konum elde etmektedir. Ne var ki, bu yönü itibariyle kolektif bir algı çerçevesi sunarak insanların beklentilerini tatmin eden bu araçlar, bağımlılık yapıları nedeniyle çoğu kez nesnel bilgileri insanlara iletmezler. Bu nedenle kendi içkin yapılarında yeniden ürettikleri gerçeklik genellikle yönlendirilmiş, denetim altında bulunan, bir gerçekliktir.

İşte, buraya kadar olan kısım kitle iletişim araçlarının genel özellikleri ve bunların gerçeklikle ilintisi üzerine yoğunlaşmıştır. Ancak, araştırmanın genel konusunu ilgilendiren “Toplumsal gerçekliğin kurulumunda gazetelerin

67 Max Horheimer ve Theodor W. Adorno, a.g.e, s. 12.

oynadığı rol ne türden bir yöntemle ölçülebilir?”, türünden bir soru sorulduğunda çizilen kurgul yapı yetersiz kalmaktadır. Bu türden bir soruyu yanıtlamak için, uzun süreli etki modellerine göz atmalı ve bunlardan yararlanılabilir nitelikte olanlar toplumsal gerçeklik kuramı içerisinde uygun bir noktaya konutlanmalıdır. Sonraki iki bölüm bu sorunsala ayrılmıştır.