• Sonuç bulunamadı

İç Mantığı Olan İfadeler Kümesi Olarak Söylemden Söylem Kuramlarına

II. TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİN KURULUMUNDA KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ İŞLEVSEL KONUMU, SÖYLEM VE BİR KİTLE İLETİŞİM

II.2. Söylem ve Gerçeklik

II.2.2. İç Mantığı Olan İfadeler Kümesi Olarak Söylemden Söylem Kuramlarına

Söylem kavramına iç mantığı olan ifadeler kümesi olarak belirim kazandırdığımıza göre söyleme yaklaşım tarzları olarak da nitelendirebileceğimiz söylem kuramlarına geçebiliriz demektir. Ancak bunun öncesinde söylem kavramının akademik çevrelerce belirlenen uzlaşımsal tanımları ve kökenlerini serilmememiz gerekmektedir. Bize belirli oranda bir kavrayış kolaylığı sağlayacak bu girişim bize şu tanımlama evrenini vermektedir:

1 Genel olarak, dilin sözel ya da yazılı bir biçimde aktüelleşmesi süreci; yazılı ya da sözlü olan, bir iletişime veya diyaloga davet eden her şey.

2 Bir etkinlik alanına, bir faaliyet türü veya disipline özgü kavramsallaştırmalar bütünü veya ağı; birtakım ortak kabullerle desteklenen veya bütünlenen ürünler toplamı.

3 Özel olarak da, algılama tarz ya da şemalarını, dil ve bilgi pratiğini yöneten, kontrolü altında tutan, kültürel kod, derin yapı; dilin düşünceyi, bilgiyi bütününden meydana gelen ideolojik boyutu.77

Bu şekilde tanımlara ayrılabilen söylem, toplumsal bilimler ve felsefede oluşturduğu düşünseme evreninde çeşitli kurgul açınımlar bulmuştur. İşte bu konudaki kavrayış tarzları çeşitli alanlarda farklı söylem kuramlarının gelişimine olanak tanımıştır. Bu kuramların gelişim söylem kavramının gelişimiyle belirli oranda bir koşutluk sergiler.

Söylem kavramının kurgul düzlemde ele alınışı incelediğimizde göreceğimiz şey şudur ki; kavram temel olarak Yapılsalcılık, Post-Yapısalcılık ve Hermeneutik’in etkisiyle gelişmiştir. Dolayısıyla bu yaklaşımların incelenmesi, söylem kuramlarının anlaşılmasını sağlayacak bir anahtar niteliğinde olacaktır.

Yapısalcılık temelini Ünlü Dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün dilsel anlamlandırmanın yapısını çözmek için geliştirdiği çözümlemeden almaktadır. Saussure, dilin temel anlam birimlerini gösterge olarak adlandırmış ve bunun bir kavram (yani gösterilen) ve işitim imgesinin (yani gösteren) birleşimiyle ortaya çıktığını savlamıştır.78 Anlamın bu birimlerin belirli kurallara göre birleşerek oluşturduğu yapılar yoluyla kurulduğunu savunan de Saussure’ün bu yaklaşımı zamanla çeşitli alanlara uygulanmış ve yapısalcılık anlayışının ortaya çıkmasının yolunu açmıştır. Böylelikle tüm

77 Cevizci, a.g.e., ss. 1540-1541.

78 Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri. çev. Berke Vardar, İstanbul: Multilingual

Yayınları, 1998, ss. 108-111.

toplumsal görüngüleri bir yapı olarak görme tavrı farklı alanlarda farklı uygulayımlarla kendini iyiden iyiye göstermeye başlamıştır. Bu anlayışın en ünlü temsilcileri arasında Genç Marx ve Olgun Marx’ın yapıtları arasında düşünsel bir kopuş olduğunu yapısal bir düzlemde gösteren Louis Althusser, tarihsel bir bakış açısının bir yanılgı olduğunu ve dolayısıyla bugünün çağdaş insanıyla yabanıllar arasında yapısal açıdan bir özdeşlik olduğunu savunan Claude Levi-Strauss oluşturmaktadır. Ancak oldukça düzgün işler gibi görünen bu kuram, kimi filozoflarca eleştirilmiş ve Post-Yapısalcılık akımının temelleri atılmıştır. Kuramın en ünlü temsilcileri arasında, özneyi oluşturan tüm öğelerin kendisini kuşatan bağlardan kurtarılarak yapı-söküme uğratılması gerektiğini savunan Jacques Derrida ve erkin bilgiden bağımsız olmayacağını ve hatta bilginin erk olduğunu, bu erkin üretildiği alanın söylem olduğunu çünkü toplumun söylemlerle çevrelenmiş olduğunu öne süren Michel Foucault sayılabilir.79

Madan Sarup, yapısalcılar ve post-yapısalcıların bu iki yaklaşımın, yapısal dilbilimi kullanıp kullanmama konusunda gösterdikleri tavır gibi, ayrıldıkları noktalar olmakla birlikte eleştirel duruşlarında birleştiklerinin altını çizmektedir. Her iki yaklaşım da ilkin öznenin eleştirisinde birleşmektedirler, burada özne terimi, Rönesans kaynaklı olan ve Descartes’ın tanımlamasında tüm anlıksal etkinliklerin merkezine yerleştirilen bir ben tasarımın sunduğu özgür istençli insan olarak tasarlanan birey teriminden ayrılmıştır. Kuramlar burada, özneyi oluşturmak yönündeki genel tavra karşı çıkarak, öznenin oluşturulmasını değil çözüştürülmesini kendilerine ilke edinmişlerdir. Yaklaşımlar ikinci olarak, tarihselciliğin eleştirisinde birleşmektedirler. Levi- Strauss bu noktada Sartrecı bir tarih anlayışına karşı çıkarak geçmişin bu günün bakış açısından yararlanarak yargılanamayacağını öne sürerken, Post-Yapısalcı Foucault ilerleme düşüncesinin karşısında yer alır. Derrida ise, tarihte son bir nokta olamayacağı görüşünü düşünce sahnesine sunarak

79 Bu konuda bkz., Diana MacDonell, Theories of Discourse: An Introduction, 2.b., New

York: Basil Blacwell Ltd., 1986; Tahsin Yücel, “Levi Strauss ve Yaban Düşünce”, Yaban Düşünce’ye Önsöz, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2004, ss. 9-17; Tahsin Yücel, Yapısalcılık, İstanbul: Can Sanat Yayınları, 2005, ss. 65-106.

tarihin belirli bir örüntü şeklinde ilerlediği yönündeki sava olan karşı duruşu perçinler. Üçüncü bir karşı uzlaşım anlamın eleştirisinde yaşanmaktadır. de Saussure anlamın temel birimi olarak ele aldığı gösterge kavramının değişkenliğini gösterenin çizgiselliğinden yola çıkarak serilmemiştir. İşitim imgeleri art-süremsel açıdan değişkenlik gösterdiğinden onların bütünleşmiş yapısı da durağan olamaz. Bu noktada, Post-Yapısalcı Düşünür Derrida gösterenlerin herhangi bir göndergeyle ilişkisi olmadığının altını çizerken, Lacan gösterilenin, gösterenin altından hiç durmadan kayıp gittiğini yazmaktadır. Yaklaşımları birleştiren dördüncü nokta, felsefenin eleştirisidir. Bu noktada Althusser’in Marxçılığın bilim olduğu yönündeki savı belirginlik kazanmaktadır.80

Bununla birlikte, yaklaşımlar özellikle doğruluğu özne ve metin arasındaki konumlandırma farklılığında birbirinden ayrılırlar. Bu süreçte yapısalcılar doğruluğu metnin arkasında ya da içinde görürken, post- yapısalcılar okuyucuyu ön plana çıkarma yönünde bir duruş sergilerler. Onlara göre metin her okunduğunda aynı zamanda yeniden yazılır.

İsmini Tanrıların Ulağı Hermes’ten alan ve aynı anlamıyla Yorumbilim olarak dilimize çevrilebilecek Hermeneutik de söylem kavramını kurma konusunda yaptığı katkılarla kuramlarının önemli bir öbeğini barındırmaktadır. Özellikle W. Dilthey’le felsefe terminolojisine kazandırılan terim, F. Schleiermacher’in çabalarıyla gelişmiş ve H. G. Gadamer ve P. Ricoeur’un çabalarıyla günümüzdeki etkinlik alanına ulaşmıştır. Temelde insan öznesini ve onun yaratımların kendi içkin yapısı ve onu çevreleyen tinsel yapı içerisinde çözümlemeyi kendine amaç edinen Hermeneutik görüş açısı, bu yönüyle yapısalcılık ve post-yapısalcılığın doğruluğu özne-metin düzlemindeki konutlama eğilimine almaşık bir görüş açısı sunmaktadırlar. Yaklaşım metni onu yaratan öznenin duruşunda belirim kazanan bir kendilik tasarımı içerisinde kavrama eğiliminde olup, yazarı saran dış dünyanın tinselliğini de bununla ilişkili olarak kendine konu edinmektedir.

80 Madan Sarup, Post-Yapısalcılık ve Postmodernizim, 2.b., çev. Abdülbaki Güçlü,

Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 2004, ss. 9-12. 54

Açıkça görüleceği üzere, gerek yapısalcı, gerek post-yapısalcı, gerekse yorumbilimsel olsun tüm bu kuramlar bütünü bizlere söylemi kavramamız açısından oldukça farklı düzlemler sunmaktadır. Tüm bu düzlemlerin, söylemi etkinlik alanında incelerken araştırıcıya sayısız bağlamlar sunacağı aşikardır. Bu bağlamlara ulaşabilmemiz için gerekli olan kurgul evreni bütünledikten sonra, geriye kalan tek şey söylem ve toplumsal gerçeklik ilintisini biraz daha açımlamak olacaktır.